01 Aralık 2014

İncir Reçeli 2


İlk filmi vizyondayken beklenen ilgiyi göremeyip daha sonra popüler olan ve tekrar vizyona girip bu kez gişe rekorları kıran İncir Reçeli'nin 2. filmine gittim geçtiğimiz haftalarda. Ben de birçoğunuz gibi ilk filmi sinemada değil DVD'de izleyenlerdenim. İncir Reçeli 1'de hönkürerek ağlayan ben 2. filmde de aynı performansı gösterdiğimi içtenlikle söyleyebilirim. Devam filmlerinde genellikle ilk filmin tadını alamayan biri olarak İncir Reçeli 2'nin fragmanını gördüğümde nasıl yani? E bu film bitmemiş miydi? Esas kız Duygu öldü, herif de vicdan azabıyla baş başa kaldı, bu filmin 2'si ne alaka? falan dedim kendi kendime. Ama bir arkadaşımın ne olur gidelim demesiyle kendimi sinema salonunda buldum ve izledikten sonra söylediklerimi yuttum bildiğiniz.

30 Kasım 2014

Kendi söküğünü dikmeye niyetlenen terzi

Tarihte bugün, annem evde kaldığımı düşündüğünü alenen itiraf etti. Annemin benim artık evlenip yuva kurmam konusunda umutsuz vaka olduğumu düşünmesi miydi bana koyan, yoksa aslında bunu birkaç zamandır benim de kendime bile çaktırmadan düşünüyor olmam mı? bilemedim. İkisi de sanırsam.

Biliyorsunuz otuz oldum geçtiğimiz Ağustos. İnsan hissettiği yaştadır derdim ya hep, otuz olunca nasılsa hissettiğim eksi beş, altı yaş olduğundan bir değişiklik olmaz sanmıştım psikolojimde. Ama bildiğiniz 30 yaş sendromuna girdim lan ben. Yeni yaşımın ilk günlerinde, biten kremlerimin yerine yenilerini almaya gittiğimde age kremleri araştırmaya başladığımı mı anlatayım? Sizin age grubuna geçmek için daha dört, beş yılınız var, yirmi beşlerde kullanılmıyor o kremler diyen samimi satış danışmanına içimden "siktir ordan pis yalaka!" diye sövmüşlüğümü mü? Arkadaşlık sitelerindeki aradığım kişinin yaş aralığını minimum otuz üçlere, otuz dörtlere çektiğimi mi anlatayım? Çevremde hamile olan arkadaşlarımdan edindiğim bilgilerle her geçen yılda hamilelik ve çocuk sahibi olmak konusunda riskimin arttığını öğrenince bir "eyvah! ya olur da birini bulup evlenirsem de çocuk sahibi olamazsam" korkumu mu? Yüzümde gözümde gözle görülür bir kırışma, bir çilleşme, lekelenme falan olmadı Allah'ıma bin şükür. Küçükken hep sanırdım ki yirmi dokuzumun son gecesi genç ve güzel olarak yatacağım, ertesi gün bir uyanacağım her yerim buruş, kırış, lekeler basmış bebek yüzümü, memelerim sarkmış, vücudum kımıl kımıl sallanıyor. Öyle olmuyormuş tabii ama yüzüne gözüne basmayan o kırışıklıklar otuz olunca psikolojine basabiliyormuş sayın okuyucu.

30 Ekim 2014

İtalya'ya doğru adım adım

Hayat telaşesinden çok uzun zamandır kendim için bir şey yapmadığımı fark ettiğimde karar verdim bu yıllık iznimde İtalya hayalimi gerçekleştirmeye. Yıllık izinlerini "hadi sen de bir sonraki hafta çık" denildiğinde kullanan biri olarak hiçbir zaman önceden planlayamıyordum. Hâl böyle olunca da ne bir arkadaşımla yıllık izinlerimizi denk getirip tatil planı yapabiliyordum, ne gönlüme göre bir otel bulabiliyordum, ne erken rezervasyondan yararlanabiliyordum. Hep para etmeyecek otellerde, gereksiz pahalı fiyatlara, tabiri caizse kaçınılmazsa zevk almaya bakacaksın tatiller yaptım.

26 Eylül 2014

Herkes boyuna göre sevgili bulsun lütfen!

Neden evlenemiyorsun? Sorusuna verdiğim birkaç yüz cevaptan en popüler olanlar arasında: "Boy sorunsalı"

Önemli olan boyu değil işlevi deyip kıkırdayanları duyar gibi oldum ama kastettiğim şeyin tam olarak işlev olduğunu zaten yazının devamında bulacaksınız.

Geçtiğimiz yıllarda bir Cumartesi gecesi Yeni Türkü konserine gittik. Mekan o kadar kalabalıktı ki konseri, sahneyi görmenin mümkün olmadığı, sesin bile zorlukla duyulabildiği merdivenlerin karşısında, kapı ağzında izledik. Bulunduğumuz konum itibariyle konser boyunca bir yandan şarkılara eşlik ederken bir yandan da terasa sigara içmeye çıkan çiftleri görsel uyum olarak değerlendirme şansı buldum. O gece üzülerek tecrübe ettim ki götten bacaklı, koca götlü ya da bit kadar kızlar hep selvi boylu, yakışıklı, daş gibi delikanlıları kapmış. Peki bu durumda boyu ben gibi standardın üzerinde olan ve hayırlı kısmetlerini bekleyen genç kızlar ne yapacaktı? Kendinden kısa, ya da aynı boyda olduğu erkeklere evet diyip hayatlarının geri kalan kısmında stilettolara, platformlara, bilimum topuklu ayakkabılara veda mı edecekti? Ya da halihazırda dolabında bulunan topukluları ben artık bunları giyemeyeceğim deyip eşe dosta mı dağatacaktı? Boyu boyuna, huyu huyuna deyiminde daha ilk kriteri yerine getirememişken huyunu suyunu nasıl deneyecekti falan. Yoo hayır, bu kabul edilebilir şey değildi.

O konser gecesinden sonra bu konu tik oldu bende. Yolda yürürken, gittiğim ortamlarda çiftleri gözlemlemeye devam ettim. Fark ettim ki yüzüne bakılacak tipte, boylu poslu delikanlılar marketlerin manav reyonundaki kan kırmızı domatesler gibi seçilmiş, bize kalmış mı orası burası göçüp, ezilenler ya da dışı kırmızı olup içi sapsarı çıkanlar! Dedim bu iş böyle olmayacak kızım Selo! Madem benim boyuma göre adam kontenjanı yok, madem 7 küsür milyarlık dünyada nikahı basıp üreyecek bir adam bulamıyorum, ben de kapılmış olanları boşa çıkararak kendime ve benim gibi bu konudan çeken arkadaşlarıma kısmet yaratırım, nihahaha yaşasın kötülük! Başladım bu fikrin propagandasını yapmaya. Sağda solda sevgilisiyle sorun yaşayan ya da ayrılan kız arkadaşlarımı; "ya bebeğim zaten hiç yakışmıyordunuz, sen çıtı pıtı kızsın, o herif neydi öyle ayı gibi! dana gibi!! deve gibi!!! Boş versene ya bu güzellikle sen elini sallasan ellisi!" şeklinde sözüm ona teselli etmekten geri kalmadım. Aşk acısı çeken hemcinslerim gazı daha ilk dakikada alarak "ayy di mi ya, bana erkek mi yok!" şeklindeki tepkileri başta bu plan işe yarar mı ki? endişelerimi yeni bulunan sevgilinin ayrıldığı sevgiliden biraz daha kısa boylu olmasıyla boşa çıkarmış oldu ve anladık ki bu haince ve bencilce plan işe yaradı. Ancak biliyorduk ki yuva yıkanın yuvası olmazdı ve kötülük eninde sonunda cezasını bulurdu, e bu dünyanın bir de tersi vardı falan.Vicdanımızın sesini dinledik ve uzun boylu erkeklerle kısa boylu kızları dolaylı yoldan ayırma propagandamızdan istifa ettik.

Tekrar düştük boyu kendimizden minimum 5 cm uzun sevgili aday adaylarını aramak derdine. İletişimde sınır tanımayan insanoğlu her internet sitesini, telefonundaki her uygulamayı birileriyle tanışmak için kullanır olunca ben de bundan kusur kalmayayım dedim. Tango'da konumunu paylaş seçeneğini açınca her gün birileri selam veriyor, ekliyor, göz kırpıyor falan başlıyoruz sohbete. Asıl dikkatimi çeken konuysa tanışma aşamasında sorulan sorular. Dün artık ard arda aynı soruları cevaplamaktan o kadar bunaldım ki bu uygulamada birileriyle tanışırken "Sorulması Gereken Sorular" diye bir liste var da ben mi bilmiyorum lan? falan dedim kendi kendime. Sorular hep aynı; Nerdensin? Yaş kaç? Boy kaç? Hönk! Boy mu? Boy ne alaka lan? Başlarda refleks olarak direk cevap verdiysem de bu olay devam ettikçe bu soruyu soranlara bunun sebebini sorar oldum. Vah ki ne vah! Selvi boylu adamlar bıkmış mı pigme gibi hatunlardan! Dünkü olaysa tam bir komedi. Delikanlı diyor ki "sen kesin benden uzunsundur". Bu cümleye tepki olarak "Allah Allah o da nerden çıktı" diyorsam da içimden "Muhtemelen" diyorum, çünkü ben de bıkmışım Çocuklar Duymasın dizisindeki Hüseyin gibi adamları bir Cenk Akyol gibi gösteren fotoğraflardan ve iş tanışmaya gelince hayal kırıklığının dibine vurmaktan. Niye böyle dedin ki sen, hayırdır? dediğimde, "Uzunum, uzunum" demedin ya kesin uzunsundur diyor ve ekliyor; "Çünkü ne zaman ben uzunum diyen bir kızla tanışsam yani evet kız aslında uzun ama ayağına giydiği minimum 12 cm'lik platformlarla" diyor ve beni alıyor sesli gülmeler.

Düşünsenize herif 1.90 kız 1,60, kızı öpmek için çömelmesi gerek ( Ayaktan dize kadar olan kısım ortalama 30cm olarak alınmıştır) ahahaha :). Ya da düşünsenize sevişiyor olsalar, aynı anda vücutlarının iki noktasını denk getirmeleri Türkiye'nin Avrupa Birliğine girmesi kadar imkansız. Laf lafı açıyor, yaşadığım bir tanışma hikayem geldi aklıma. Bir gün bir arkadaşım aracılığıyla bir herifle buluştuk, benden önce gitmiş oturmuş Cafe'ye. Girdim merhaba dedim böyle ne oturuyor, ne kalkıyor gibi eğreti bir halde elini uzatıp tokalaştı benle. İçimden "ayy ne kadar kaba herif, bir de okumuş avukat olmuş, daha bir bayanla tokalaşmak için ayağa kalkamıyor" demiştim ki meğer herif tamamen ayaktaymış hatta o kadar ayaktaymış ki masanın metal ayaklarının üzerine çıkmış benle bir boyda olabilmek için! Evlensek düğün fotoğraflarında da taburenin üzerine çıkacak herhalde. Şaka gibiyim yeminle! Ben herifin gerçek boyunu 1 saat bile sürdüremediğim görüşmemizin finalinde yanımda yürümek suretiyle "seni BMV'mle eve bırakabilirim" küstahlık cümlesini kurarken görmüştüm ve senin bu boyla hem direksiyona, hem pedallara boyun yetiyor mu? Yolu görmeden arabayı sürebilmek büyük yetenek doğrusu! şeklinde lafımı yapıştırmaktan da geri kalmamıştım. Ben, Selo kişisi bu ve buna benzer yüzlerce örneği bizzat kendim tecrübe etmişken senin hâlâ kendinden 40 cm uzun sevgiliyle ne işin var sayın hemcinsim? Yarından tezi yok ayrılıyorsun o uzun boylu çocuktan, gelir yolarım, bacaklarını cart diye ayırırım, salon kadını çizgisinden çıkartmayın lan insanı!

Şakalar komiklikler bir yana da vakti zamanında herkes boyuna göre sevgili yapsın dediğimde günlerce sevgilisinin boyu kendi boyunun iki katından 15 cm az olan kız arkadaşlarımın çemkirmelerine maruz kalmıştım. Oysaki önerdiğim şey birbirine görsel olarak daha çok yakışan çiftler ve boy sorunu yüzünden eşleşemeyip açıkta kalan ben gibi mağdurlarımız için çare niteliğinde bir öneriydi, hepsi bu. Varmış değil mi Selo kişisinin bir bildiği. Rabbena hep bana olmuyor sevgili din kardeşlerim, bencilliği bırakıp azıcık hayallerinin erkeğini bulamayan uzun boylu genç kızları da düşünmek lazım :)

15 Eylül 2014

İyi haftalar


Hemen biten hafta sonu ve hiç bitmeyen Pazartesi yapmışlar.
Hiçte iyi yapmamışlar.
Akşam olsa da eve gitsek lan.
Neyse ben gidip 38. kahvemi alayım, belki ayılırım.

03 Eylül 2014

Bi arkadaşa bakıp çıkıcam

Middle of week'ten herkese merhaba sizi gidi Şemsi Paşa Pasajı'nda şişesi büzüşecesiler!
  • Günlerdir bloga ne zaman girsem izleyicilerim bir 941, bir 942. Neler oluyor lan burda? Yani kim geliyor, kim gidiyor bir çıksın ortaya da derdini deyiversin. Kimin tavuğuna kışt demişiz bilelim di mi! 
  • Blog temamdan feci derecede sıkıldım. Sebebi de "Ziyaretçi Defteri" özelliğini "Talep ve Şikayetler" şeklinde algılayıp hemen hemen her gün ben de blog açmak istiyorum ve senin temandan istiyorum diyen yeni blogger aday/lar/ı. Temam ücretsiz bir tema ve Google da "Girl's Life Blogger Template" diye aratıp bulabilirsiniz. Zahmet olmazsa azıcık araştırın, kurcalayın, deneyin, yapın. Benim temamı kimse değiştirmedi yani, kaldırdım koca kıçımı kendim değiştirdim. Anlatabiliyor muyum?
  • Babamın durumu kalbindeki ve beyinciğindeki rahatsızlık halen riskini korumakla birlikte iyiye gidiyor. Felç gelen bacakları fizik tedaviye cevap verdi ve ufak ufak yürümeye bile başladı. 
  • Bu aralar başım hormonlarımla dertte. Rahmim hamile kalmak istiyormuş. Kendi kendine kararlar vermeye başladı, çocuğa da kendisi bakacak herhalde!
  • İletişim hizmetleriyle bir türlü yıldızı barışmayan ben şimdi de akıllı telefonların CIA, Kim Arıyor gibi sikimsonik rehber paylaşım uygulamalarıyla ve operatörümle uğraşıyorum. 118'li rehberlerde onayım olmadığı halde paylaşılan numaram için operatörüme tazminat davası açmayı düşünüyorum, zira son bir aydır ciddi derecede rahatsız ediliyorum.
  • Dün akşam hayatımda ilk kez kapıda kalıp çilingir çağırdım. 30 saniyede 30 TL nasıl kazanılıyormuş yutkunarak tecrübe etmiş oldum.
  • İtalya için vize işlemlerine an itibariyle başlamış bulunuyorum, an önce internet şubesinden 500 Eur yaptım. Hayatımda ilk defa Eurom oldu len. Bekle beni Floransa, Venedik, Roma, Milano!
  • Bu günlerde Sezen Aksu'nun Hediye şarkısı dilime dolandı, neden acaba :)
  • Facebook kişisel hesabımı yazdığımı, çizdiğimi yemeden içmeden anneme şikayet ederek yetiştiren bir ya da birkaç orospu çocuğu eş-dost!!! sebebiyle 2 hafta önce dondurdum. Kafam o kadar rahat ki ya ben bunu niye daha önce akıl etmemişim? Benle uğraşamadığınız için şu an ne yapıyorsunuz acaba? Sinirden tırnaklarınızı yiyip geberin pislikler!
  • Youtube kanalım için çektiğim 7 videom telefonumun Youtube hesabımla senkronizasyonunda yaşanan sorunlar nedeniyle yüklenmeyi bekliyor. Bu aralar irili ufaklı bir çok alışveriş yaptım. Çok güzel şeyler aldım. Hepsinin vlogu Youtube'daki sorun ortadan kalkınca yayında olacak. İlk fırsatta koca kafam ve cırtlak sesimle karşınızda olacağım.
  • Ha bir de bugün itibariye 1 aydır 30 yaşındayım. Ben boşu boşuna sendroma girmişim, meğer 30 yaş, sen ne güzel şeymişsin be!
Sizin oralarda havalar nasıl? Artık hiç yorum da yapmıyorsunuz, gözümden kaçmıyor, yolarım :)

25 Ağustos 2014

My 30th birthday wish list

Bu yıl otuzuncusu kutlanan doğum günü doğum günü olmaktan çıkıp bildiğin kutlu doğum haftasına onu da geçip masallardaki 40 gün 40 gece kutlamalarına falan dönüşen Selo kişisinden herkese pek bi selamlar sevgili folovırlarım!

Nabersiniz? Beni özleyenler varmış aranızda. Selo kişisi bloguna yeni yazılar yazsan da okusak diye mesajlar aldım. Hayatı bir Hollywood starınınki kadar yoğun geçen Selo sizi kırmadı ve uzun zamandır yazmak istediği bir konuyu bahane ederek başladı bu satırları yazmaya.




Hani hepimiz doğum günümüzde mumları üflerken illaki bir şeyler diliyoruz ya, işte benim o kadar çok dileğim birikti ki bunların hepsini mumları üflerken dilemek mümkün olmadığı için ben de n'aptım bloglarda yeni yıla girerken görmeye alışık olduğumuz wish listleri birthday wish liste çevirdim. Önceleri doğum günlerimde aşk, evlilik, yuva, çoluk-çocuk, pembe panjurlu ev falan diliyordum. Baktım gördüm ki bu dilekler kabul olmuyor rotamı değiştirip daha makul şeyler dilemeye karar verdim. En azından tek başıma gerçekleştirebileceğim dilekler. Neymiş Selo kişisinin 30 yaş dilekleri? Buyrun böcüklerim:
  1. Hazırlık aşamaları yüzüp yüzüp kuyruğuna gelinen İtalya Seyahatimi gerçekleştirmek en birinci dileğim. Biletim, pasaportum hazır, Eylül başı gibi vize için başvuracağız. Bence hepiniz vizemin sorunsuzca verilmesi için dua etseniz iyi olur, çünkü vizeyi alamazsam blogumun kategorisini "Selo'nun depresyon günlükleri" olarak değiştirmek zorunda kalabilirim, it iz yor çoyz beybis :)
  2. Eşyasız eve geçtiğimde fazla bir bütçe ayıramadan aldığım ve performansından pek de memnun kalmadığım çamaşır makinemi değiştirip yerine Arçelik'in bu görür görmez rengine vurulduğum çingiş pembe çamaşır makinesini istiyorum. Çok normal bir renk olmadığının farkındayım ama ben de çok normal biri sayılmam zaten :)
  3. Çingiş pembe çamaşır makinesi dileğini -özellikle kış mevsiminde kalorifer peteklerinin üzerinde çamaşır kurutmaktan, yerlerde biriken pamucakları kovalamaktan bıkmış biri olarak- kurutma makinesi takip ediyor. Çamaşır kurutmakla harcayacağım zamanı bol bol blog yazarak değerlendirsem fena mı olur yani?
  4. Bu ya da bunun çekmeceli modelinden Ikea makyaj masası. Bu makyaj masasını alacağım, artık kullanır mıyım, kullanmaz mıyım, memnun kalır mıyım, kalmaz mıyım, bu benim sorunum. Tek bildiğim istiyorum. 
  5. Ve yatak odasının en önemli parçası siz deyin 8 ben diyeyim 10 kapılı, bol raflı, bol çekmeceli, duvardan duvara bir gardırop. Dolap üstlerinde, yatak altlarında eşya saklamaktan öğğ geldi. Bir de hiç sevmem o görüntüyü, dağınık görünür hep gözüme. Ikea'dan fonksiyonel bir gardırop alıp hem gardırop gibi hem yüklük gibi kullanabilirim. Kapakları tabiisi beyaz olacak canımslar. Temiz, ferah, sade.
  6. Henüz %40'ını alabildiğim TV ünitemin sağ ve soluna yerleşecek raf kısımlarını alabilmek de 30 yaş dileklerimin arasında. 
  7. Salonum küçük olduğu için almadığım ancak her misafir geldiğinde ikram tabaklarını koyacak yer bulamadığımdan almaya karar verdiğim orta sehpası.
  8. Evin badana-boyası. (Not: ACİL! Duvarda ölü sinek izleri var sildikçe daha çok bulaşıyor)
  9. Her gelenin Selo salonun, TV üniten çok güzel de bu TV buraya hiç olmamış diye dalga geçtiği 37 ekran full HD TV yerine min. 107 ekran bir LCD.
  10. 30 yaş wish listimde sevgiliyle Kız Kulesi'nde romantik bir akşam yemeği de var. Bir arkadaşımın evlenme teklifi aldığı, başka bir arkadaşımın nikahını yaptığı Kız Kulesi'ne gitmek 29 yıllık ömrümde nasip olmadı, umarım 30 da olur. Yalnız bunun için önce bir sevgili lazım ki ilişkileri dikiş tutmayan Selo kişisi için bu dilek zor, çok zor. Bu dileği yazarken gaipten bir ses "daha kabul edilebilir bir şey dile" dedi ama pes etmek DNA'mda yok.
  11. 1 yıllık Chloe parfüm :)
  12. Geçen akşam Zafer Plaza'da görüp bayıldığım silikon kapaklı Bernardo Mug
  13. Essie Bikini So Tenny oje, bu rengi aylardır arıyorum ancak Türkiye'de satışı yokmuş. İtalya'ya gittiğimde orada bulursam avuç avuç alacağım.
  14. Sezen Aksu konserine gitmek. 1. kategori tercih sebebidir :)
  15. Evlenirken aldığım ve 10 yıldır bilfiil kullandığım ütüm emekliye ayrılmak üzere. Ütü değişmezse ben malulen emekli olabilirim Allah korusun. Sapı ısınıyor, elektrik kaçırıyor, su akıtıyor. Ama evet aynı yeri 3-4 kez geçmek kaydıyla güzel ütülüyor. Oraya bir de Philips buhar kazanlı ütü yaz Sebastian :)
  16. Vazgeçemediğim şeylerden biri saat takmak. Lacoste'un bu Rose Gol renk saatine vurulduğum doğrudur. Ne güzel yakışır kalın bileğime :)
  17. Orjinal bir Converse'e bile daha birkaç ay önce kavuşmuş biri olarak en cıvıl cıvılından orjinal bir TOMS hayali bir hayli uzak olsa da yine de dileyelim. Çünkü sevgili folovırlarım yalnız yaşayan ve ev geçindiren biri için bir ayakkabıya -sosyal sorumluluk projesine destek olmak için bile olsa, çok rahat bile olsa ortalama 150TL vermek azıcık kasıyor yani :) Çakma şeyleri de ben sevmiyorum. Love Never Fails tasarım TOMS'ları Türk sitelerinde bulamadım. İtalya'ya gittiğimde umarım orada bulurum. Yoksa yurtdışından site üzerinden almak benim gibi kaderi yemeden içmeden ağ ören biri için talihsizlikten başka bir şey olmaz. Bu vesileylen kendime Mustafa Ceceli'den "Bekle" şarkısını armağan ederek sıradaki dileğe geçiyorum.
Ve maddeler arasında olmayan ancak tüm bu dilekleri bir çırpıda gerçekleştirebilmek için sevgili pirezidenteceğimizden %100 zam diliyorum. Kendim için bir şey istiyorsam namerdim. Dilekleri gerçekleşen biri %100 motivasyonla çalışır, şirketine daha çok para kazandırır diye, sırf pirezidentemiz için yani. Ayırca sadece kendim için değil, -sevdiğim- tüm iş arkadaşlarım için, geri kalanlar beter olsun meheh :)

Benim dileklerim bunlar. Evrene söyle Sebastian ibnelik yapmasın, gerçekleştiriversin şunları :)

01 Ağustos 2014

Yıkılmadım, Ayaktayım.

30'una geriye sayım yapan Selo kişisinden pek bi selamlar blogcum!

Bugün, Blogger ekranını açıp bu postu yazmaya niyetlendiğimde hissettiğim şey aylarca KPSS'ye çalışıp sınavda bildiği her şeyi unutan yurdum insanının hissettiğiydi. Sahi siz n'aptınız ben yokken? Özlediniz mi beni? :)

En son ne zaman adam gibi post yazdım bilmiyorum. Defalarca laptopumu kucağıma alıp niyetine girdiysem de her seferinde bir aksilik çıktı ve bir harf bile yazamadan kapattım o ekranı. Benim yazmam gerek, benim mutlaka yazmam gerek diye ağladığım anlar bile oldu. Ama o iki satırı yazacak fırsatım bir türlü olmadı. Blogu açtığım ilk zamanlarda vaktim çoktu, yazacak bir şey bulamıyordum, şimdiyse tam tersi, hay aksi!! Ama bilin ki buraları boşladıysam da haklı sebeplerim var; hastalık gibi. Babamın rahatsızlığı tüm hayatımın yörüngesini değiştirdi ve iş-ev-baba evi üçgeninde yaşar oldum. Kendimi bok gibi hissettiğimi söylememe gerek var mı? Ölüm denen şey günlerce burnumuzun dibinde dalga geçti bizimle ve neyse ki babam yoğun bakımdan çıkabildi, içeri girip çıkamayan onca hastanın aksine.

12 Haziran 2014

Berat Gecesi ve Dualarım Üzerine #2

Öğrencilik hayatı boyunca kopya çeken değil, kopya veren taraf olan Selo kişisinden herkese selamlar sevgili blogcum!

Bugün mübarek Berat Kandili. 2 yıl önce bu kandil için faziletinin ve hikmetinin ne olduğunu bildiğim kadarıyla ve kendimce sizlere aktardığım bir yazı yazmıştım. O zamandan bu zamana bazı dualarım kabul olmuş, bazıları olur gibi olmuş ama hayırlısı değilmiş ki olmamış, bazıları hâlâ beklemede falan. Bugün kandil için tekrar yazı yazmaktansa hiç adetim olmayan bir şey yapıp iki yıl önce yazdığım yazıyı editleyerek tekrar yayına almaya karar verdim. Başta direk o yazıya link mi versem diye düşündüm ama bu kez kabul olan ve beklemede olan duaları size aktaramayacaktım. Bildiğiniz kendi kendimden kopya çektim işte. Bunun günahı olur mu ki? Olmaz inşallah, amin.

12 Mayıs 2014

Zaman dileniyorum, gönlünüzden ne koparsa.

Birçoğumuza tecavüze uğramış hissi veren bir Pazartesiden daha herkese pek bi selamlar sevgili folovır!

Hayata yetişmek konusunda götü başı dağıtmış durumdayım çok afedersiniz. Size yansıyan sosyal medya ve blog tarafı sadece. Madalyonun görünen yüzü okuduklarınız, arka tarafındaysa son rötuşların yapılmasını, fotoğraflarının eklenmesini bekleyen, belki de aslında her şeyi tamamken yok lan bunda bi duygu eksik denilip kenarda tutulan onlarca yazı. Düzenlenmesi gereken blog kategorileri, blog linklerinin önemini keşfetmeden önce yazdığım yazılarda kullandığım "ı" karakteri yüzünden düzeltilmeyi bekleyen linkler, yazılarımın sonuna eklediğim "Follow Me on" şablonunu eski yazılara eklemek, net üzerinden url ile eklediğim görsellerin artık kullanılamaz durumda olmasından dolayı onları güncellemek vesair vesair. Bunlar sırada Selo kişisini beklerken, durduğu yerde duramayan, gezen, tozan, yiyen, içen, yaşayan, özleyen, şaşıran, sevinen, üzülen, şansı dönen Selo kişisinin yazılmayı bekleyen yeni yazılarını da eklersek içinde bulunduğum durumun sıçılmışlığını buyrun siz tahmin edin. Vakitsizlikten sürekli şikayet ediyorum, haksız da sayılmam. Allah'tan sevgilim yok, yeminle herif beni terkeder. Sikerim lan senin sosyal medyanı, blogunu dese, ki birkaç boy friend denemesinde bu tepkiyi almışlığım ve sırf bu yüzden herife siktiri çekmişliğim de yok değil. Evli olsam koca boşar, çocuklar beni analıktan reddeder herhalde, durum onu gösteriyor. Bense her yere yetişicem diye kıçımı yırtarken dışardan görülen kısmıyla dünya kukumda yaşıyorum. Neden böyle? Tamam 08:00-18:00 çalışıyorum, Cumartesi Pazar çalışmıyorum, on yüz bin şükür Allahıma. Ama işyerim anasının gözü kadar uzakta. Sabah 1 saat, akşam 1,5 saat yollarda geçiyor. Serviste yapılabilirliği denenmiş ve başarısızlıkla sonuçlanmış girişimlerim var,
  • Kitap okumak gibi
  • Ders çalışmak gibi
  • Müzik dinlemek gibi
  • Uyumak gibi
Tek başarabildiğim hunharca Subway Surfers oynamak, oynuyorum oynuyorum, şarjı bitiresiye kadar oynuyorum. Çünkü geçmiyor başka türlü zaman, yol bitmek bilmiyor. Orada topladığım altınlarla kendime tek taş yapıcam. Amk kısmeti zaten kapalı, varsın tek taşla bir kez daha kapansın. Yalan mı?!

Haftada 3 gün spora gidiyorum sayın folovır. Genellikle Pazartesi, Çarşamba, Cuma üçlüsü. Eve gitmem 19:30 oluyor, bir şeyler atıştır, yangından mal kaçırır gibi koştura koştura spor salonuna git durumundayım. Hayır zaten giderken yakıyorumki yakmam gereken kaloriyi. Aktif 1,45 saatlik programım var. 20 gibi girsem çıkmam 22:00 oluyor, e bi zahmet çıkıyorum çünkü salon kapanıyor. Allah'tan duşu orda yapıyorum da eve gidince o üzerinden asfalt silindiri geçmiş gibi halimle bir de duş yapmakla uğraşmıyorum. Eve gidip cup yatağa. Yaşasın sağlıklı yaşam derken maalesef sikildi sosyal yaşam. Geri kalan günlerin Salısında pazara gidip hamarat ev kızı modunda yemeklik alışveriş yapıyorum. Birkaç yemeklik alacağım dediğim pazar alışverişi yalnız yaşayan bir insan için 25-30 TL ile sonuçlanıyor ve korkarım ki bir gün pazar poşetlerini eve taşırken kangren olacağım. Kendi fikrinizi kendinize saklayınız çünkü ı-ıh pazar arabası taşımak kesinlikle bana göre değil, ne o öyle menopoza girmiş, emekliliğinin en güzel aktivitesi mahalle pazarına gidip karşılaştığı eş-dostla pazar trafiğini tıkamayı hobi edinen teyzeler gibi. Hem onu koyacak yerim de yok, balkona patatesi soğanı koydum kombiyi açıp kapamaya çıkarken kuğu gölü balesi yapar gibi parmak ucumda süzülüyorum kapının arkasına doğru çünkü balkonum o kadar geniş! Hem gencim ben daha oğlum, yani tamam 30'uma 3 ay kalmış olabilir ama pazar arabası alacak kadar değil. Konu kapanmıştır. Ne diyordum? Salı günlerim önceki haftadan açgözlülük yapılarak alınmış ama yüzüne bile bakılmamış bozulmuş bir şeyler varsa onları içim acıyarak ve -bir daha yiyeceğim kadar alacağım, günaha giriyorum, söz mü?- şeklinde kendime söz vererek çöpe atmakla, buzdolabını silmekle, o haftalık yemek yapmakla ve pazar poşetlerinin ıslanmamış olanlarının tozlarını balkondan silkeleyip fiyonk yapıp poşetliğe itina ile dizmekle geçiyor. He böyle de titizimdir vesselam.

Hafta içinde geriye kaldı bir gün. O günlerdeyse mutlaka bir arkadaşım -Selo akşama kahve içelim mi? Elbise bakacağım yardıma ihtiyacım var, ağdacımı değiştireceğim korkuyorum yanımda gel, saçlarımı kestireceğim beni senin kuaföre götürür müsün? Sinemaya gidelim mi? Evdeysen sana geliyoruz? Bu gece sende kalabilir miyim? sorularıyla beni arıyor ve kesinlikle "yorgunum, uykusuzum, işim var bahanesi" kabul görmüyor çünkü "ama başka arkadaşlarına vakit ayırıyorsun bana gelince hep işin var aşkolsun" sitemi bir sonraki cümlede bomba etkisi yaratarak giriş yapmak üzere dilinin ucunda bekliyor. Görüşelim demeyen ama online gördüğü halde, çok hayırsızsın, hiç arayıp sormuyorsun diyen -aslında kendisi en son 2009'da aramış üzerine değişen 3 telefon numaramdan bihaber arkadaşlar da bonus.

Hatırlanması gereken doğum günlerine, düzenli arayıp sorulması gereken tripkolik arkadaşlara, annemin "eehhh bıktım senin arkadaşlarından, hep arkadaşların, hep arkadaşların!" isyanına hiç girmiyorum bile. Bu arada evlenenler, mirasa konup ya da düşük faizli diye kandırılarak kredi çekip evini yenileyenler, 1-0'lık galibiyetini bir de çocuk yaparak taçlandıranlar, nişanlananlar, sözlenenler, mezun olanlar, sevgili yapanlar sorunsalı var. Bence herkes ortak bir tarih belirleyip toplu düğün, nişan, söz yapsın amk mezuniyet günleri gibi. Her yere yetiş derken bi varislenmediğim kaldı bu genç yaşımda. Tam şu an gözüm masa takvimime gitti anam bi de -diyetisyene ara vermiştim ya- bu ayın 28'inde bir de yeniden başlayan Gülcan Karpuz gerilimi var, bunu da hatırlamam cidden çok iyi oldu. Oyşşş.

Yok daha bitmedi, bunların üzerine Açıköğretimin içine sıçılmış sınav sistemini de eklemek istiyorum. Örneğin Aralık 15-16 sınavı için ben Kasım'ın başından ders çalışmaya başlıyorum. O sınav 15 gün sonra açıklanıyor, bir sonraki hafta yeniden ders çalışmaya başlamak zorundasın çünkü Ocak sonu yeniden sınavlar. Sonra Nisan'da ara sınavı, sonuçları beklemeden dönem sonuna çalışmaya başlasan iyi edersin çünkü sorumlu olduğun ünite sayısı 2 katına çıkıyor. E ben de insan evladıyım, haftanın 5 günü geldiğim bir işim var. Temiz, düzenli olmam gerek buna haftada en az 4 kere çalışan çamaşır makinasını, kapılara astığım, koltuklara, bulduğum her yere serdiğim nevresimleri, çarşafları, sandalyelere, doğalgaz borularına askılarla asıp evi merdiven altı butiğine çevirdiğim çamaşırları hiç saymıyorum. Katlamaktansa bildiğin nefret ederim. Beni oğlundan ayıran nemrut kaynanadan bile bu kadar nefret etmedim, varın siz hesap edin. Bir de bu işin ütü kısmı var, donları bile ütüleyen takıntılı bir piskopatım. Dağınık mıyım, tertipli miyim, pasaklı mıyım, titiz mi ben bile anlayamadım. Bulaşık makinası alarak yıkamak için lavabo içinde günlerce durup kokmasını beklediğim bulaşık derdinden kurtulmuş ve iş yükümü %10 hafifletmiş olmanın mutluluğu içindeyim ki onun yerini haftada iki gün tutan migren krizleri aldı, migren gelince bırak işi gücü, ütüyü, yemeği yaşamak bile zor.

Folovırlar yazı istiyor, sponsorlar deneyim yazısı bekliyor, annem beni özlüyor, arkadaşlarım saçmalamalarıma hasret, Tabipler Lokali Selo kişisi gelse de bahçenin göbeğindeki masaya otursa gecenin sonuna kadar 2 Arjantin birayla bir 70'lik rakının kafasına sahip olup konuşsa, gülse, güldürse ve ortalığı kırıp geçirse diye beni bekler. Tamire götürülmesi gereken ayakkabılar, terziye bırakılması gereken daraltılacaklar, pili biten saatler aylardır unutmayayım diye daire kapının girişinde. Artık dekorun bir parçası oldular. Diy projesi için boyanmayı bekleyen şişeler mutfak dolabında, kaplanmayı bekleyen kutular gardırobun üstünde, atılmak ve birilerine verilmek için seçilmesi gereken 40 küsür kutu ayakkabı, bahar geldi geçiyor anlamadan sonbahara geçiş yapacağız benim camlar silinmeyi bekliyor, camları silsen perdeleri yıkamadan olmaz -perdelerim organze- ütülemesen olmaz. Kapıları taşındığımdan bu yana -1 Haziran 2013'te taşındım- kaç kere sildim hatırlamıyorum, belki 1 kere sildim belki hiç silmedim belki 4 kez sildim her neyse Allah'tan kir götürüyor. Yazlıklar bazanın altında çıkar bizi buradan diye ayaklanmada. Kışlıkları aralarına sabun, naftalin koyup kaldırmak gerek. Bunlar da tabisi ki de Selo kişisini bekleyen işler arasında. Christmas geçeli dolu dolu 4 ay oldu, ben yılbaşı ağacını toplamadım, gerekçemse ben onu gece lambası olarak kullanıyorum, onun için kaldırmadım. Duy da inanma! Sonra elektrik faturasının 40 TL gelmesine sövmemek de lazım. Allah'tan faturalar otomatik ödemede onları unutmuyorum yoksa medeniyetten uzak yaşarım, elektriksiz, susuz, battaniye altında doğalgazsız.

Ama sorarsanız Selo kişisi napıyor? Hiçbir şey! Görünürde hiçbir şey yok. Tıpkı ev hanımlarının sistemi kusursuz bir şekilde işlettiği halde hiçbir şey yapmıyor gözükmesi gibi. Amk böyle işin.

Cumartesi günü Hürriyet Bumerang'ın Anneler Günü Şenliği'nin davetlisi olarak İstanbul'daydım. Bunca işin gücün arasında oraya da yetiştim yani. Supercellma olmak böyle bir şey, sorumluluklarım var benim, cemiyet dünyası beni bekliyor falan. Gevezelik bir yana harika bir etkinlikti, yağmura, çamura, şemsiyelere, ellerinden tutulması gereken yeğenlere ve bir hevesle aldığım kar bile olsa bunları giyeceğim diye inat ettiğim orcinal converse'lerimin -ayaklarımı haşat edecek kadar vurmasına- rağmen harikaydı.

Sevgili Yonca Tokbaş'ın mükemmel bir enerjiyle, hoplaya zıplaya sohbet havasında aktardığı hayat görüşünü, düşüncelerini, hedeflerini, geçmişini hiç bitmesin isteyerek dinleyip "zamana karşı değil, zamanla beraber yürümek" ipucunu ucundan da olsa yakaladım, şükür. Bu yazıyı yazarak da "yazın, yazın, iki satır üç satır ne olursa olsun yazın, içinizden geldiği gibi yazın, bırakın devrik olsun, bu işin kalıbı mı olur ne istiyorsanız yazın, çünkü bu sizsiniz" tavsiyesini de hayata geçirmiş oldum. Aklıma In time filmi geldi. Yetişemeyen, zamanı biten, koşturmayan, didinmeyen comolokko oluyor filmde. O karının ince çoraplarla, mini etekle ve platformlarla çatı tepelerinde nasıl koşturduğunu da hâlâ anlamadım, anlayamadım. Bu da böyle "sitem desen sitem değil, isyan desen o Halil Sezai'de. Lütfen beni biraz anlayın, lütfen bana biraz nasıl olacak bilmiyorum ama yardım edin, ben içinden çıkılamaz bir yoğunluktayım lütfen biriniz bunu durdursun, biriniz gelip ütülerime, birkaçınız gelip bahar temizliğime yardım etsin, Selo'nuz çok yazmak istiyor, ama yazmaya değil sıçmaya bile vakti yok" konulu bir iç döküş yazısıdır.

Kim ne sonuç çıkarır, kim ne yorum yapar, yazının ana fikri nedir? Bu yazıda öyle bir durum var mıdır, yok mudur? Siz gelişmelerin neresindesiniz? En son nerede kaldınız? Ben en son ne anlatıyordum? Hangi kategoride kaçıncı ünitedeyiz? İstediğimiz sorudan başlayabilir miyiz? Yardım nedir? Nasıl edilir? Ne yapsak ki? soruları da artar gider. Ben yazdım işte. Top sizde.

Follow Me on

02 Mayıs 2014

Böylesi Görülmedi! "Orgazmı 2 saati bulunca hastaneye kaldırdılar"

Sen orgazmın ne demek olduğunu bilmezsin, elin karısı orgazmını durduramaz hastanelik olur! Adaletin bu mu dünya!

Haberi gördüğümde yok artık dedim, şakadır bu, gerçek olamaz, olmamalı!

Videoyu açınca baktım, hastane yatağında, üzerinde hastane elbisesiyle bi kadın, ara ara sıtma krizine girer gibi titriyor ve kendini zaptedebilmek için yatağın kenarlarına tutunuyor. 

Tövbeler tövbesi.

Videoya bakılırsa 2 saatle bitmemiş bu iş anlaşılan, hatun büyük orgazmı yaşamış ama hâlâ arada artçı orgazmlar yaşıyor gibi :D

O değil de ben adamı merak ettim lan :D Tanışabileydim iyiydi.

Düşünsenize bi sevişiyosun 2 saat orgazm. Sonra 6 ay kafan rahat ahahhaha :D

Hayır yurtdışında bekaret sorunu yok, evlenmeden önce ilişki yadırganmıyor. Anlamadığım bunların ilk sevişmesi miymiş? Sevişmek için gerdeği mi beklemişler? Bunu öğrenemedim henüz :D

Yeni başlayan evlilik muhtemelen bu haberden sonra biter.

Çünkü bu haberi duyan, özellikle orgazm sorunu yaşayan İngiltere'li kadınların bu adamla sevişmek için sıraya girmeleri, kadıncağız tedavi olurken herifle tanışmak için hastaneyi basmaları ihtimaller arasında.

Benim memleketimin kadını orgazmın ne olduğunu bilmeden menopoza girsin, sen şu karının yaptığına bak 2 saat orgazm. Babababa orospuuuu! :D

Kadın zenci olduğuna göre bunun kocası da zencidir, tevekkeli değil kadın 2 saat orgazm oluyor haahha :D

Bir başka konu da elin İngiliz'i 2 saat yapıyorsa bizim ondan neyimiz eksik bizim 3 saat yapmamız gerek diyen yurdum erkeklerini ve eee şey bi bakıp çıkacaktık diyen yurdum hatunlarını görür gibiyim.

Herkese keyifli haftasonları, müsadenizle ben gülmeye devam ediyorum ahahhaha :D

Haberi okumak için TIK TIK

Follow Me on

01 Mayıs 2014

Bu yazı makyaj konusundaki beceriksizliğimin itirafıdır sayın folovır

Pink Spring Party tüm eğlencesiyle gerçekleşirken o gün fotoğraf paylaştıkça birçok yerden elbisemle, saçlarımla ilgili (özellikle rengi) beğeniler aldım. Beni takip eden, beğenen, beğenilerini yorumlarıyla, mesajlarıyla paylaşan herkese teşekkür ederim. Bana sen çok zevklisin, giydiğini yakıştırıyorsun, e fotojeniksin de, neden moda üzerine yoğunlaşmıyorsun, bu kategoride yazsan çok sivrilirsin diye mesaj gönderenler oldu. Güzel yorumlarınız için on yüz bin teşekkürler sevgili folovırlarım ama ben tam anlamıyla ne moda bloguyum, ne kozmetik, ne de hobi. Moda blogu olmak istesem gardırobum ancak 2 haftalık post yapmaya yeter, bilemedin üç, şayet pijamalarımı dahil edersem de beş. Ötesi olmaz. Bu iş gerçekten zor, güncel olmayı, devamlı takip etmeyi gerektiren, maddi güç gerektiren, biraz daha profesyonel olup ithal markalarla kombin yaparsanız, özel fotoğrafçı falan tutmak isterseniz daha da çok parayı gerektiren bir iş. Lütfen gerçekçi olalım, burada LC Waikiki'den ya da Koton'dan aldığı elbiseyle camiada almış başını gitmiş kimseyi tanımıyorum ben. Benim bir kıyafet alırken indirimini beklediğim Zara bile burun kıvırılan markalar arasında bir çok trend blogu için. Hâl böyle olunca benim bu kategoride sivrilmem, başarılı olmam imkansız gibi bir şey.

İşin makyaj ve kozmetik kısmına gelecek olursam; ben o renkli göz makyajları yapan arkadaşlara o kadar imreniyorum, keşke ben de yapabilsem diye o kadar özeniyorum ki ama o Allah vergisi yetenek bende yok. Makyaj yapmıyor muyum? yapıyorum. Kozmetik ürün kullanmıyor muyum? Elbetteki kullanıyorum. Ama öyle fotoğrafını çekip folovırlarımla paylaşacak kadar değil. Cildim iyi durumda olduğundan pek fondöten ve pudra bile sürmem. Nemlendiricimi sürerim, üzerine de yüzümü renklendirecek bir allık, eyeliner, mascara, ruj yallah. Zaman zaman gaza gelip bana yakışacak tonlarda far paletleri alıyorum. Bu sefer başaracaksın kızım Selo deyip geçiyorum aynanın karşısına ama sonuç -yalnızca birkaç kez nasıl başardığımı benim de çözemediğim şekilde gerçekten güzeldi, onun dışındakilerde- hep hüsran. Hani makyaj yapmasa daha güzel tabir ettiğimiz durum var ya, bu kısmen benim için söylenmiş olabilir. Yok arkadaş, videolar mı açıp izlemedim, makyaj yapan makyözleri mi izlemedim, dergiler mi okumadım, tüyolar mı almadım, ama yok. O fırçayı elime alınca annesinin makyaj malzemelerini karıştıran, bulduğunu üst üste sürüp sürüştüren küçük kokoş kızlardan farklı değilim. İtiraf ediyorum bu konuya çok hevesliyim ama beceriksizim. 

El işlerine, resme, el sanatlarına olan ilgim ilkokul yıllarıma dayanır. El işlerine, diy projelerine, el sanatlarına çok meraklıyım ama buna da zaman yok. Tam bir şeye kalkışıp onu bir düzene sokup yapayım paylaşayım, beğenen olursa ufaktan satar paramı da kazanırım diyorum araya muhakkak bir terslik giriyor ve o malzemeler evin bi köşesinde öylece kalıyor. Anlayacağınız Selo 08:00-18:00 çalışma temposu ve 29'unda öğrenciyken başlı başına bir hobi blogu da olamaz. 

Yani lafı nereye getirecem; "Ben ne moda bloguyum, ne de kozmetik. Ben, hayata dair ne varsa onun bloguyum". Yeri geliyor alışveriş, yeri geliyor bakım, yeri geliyor blogla ilgili zamazingolar, günlük hayattan bir şeyler, yeri geliyo melankoli, aşk, hobi, diy ya da depresyon üzerine yazıyorum. Burası Selo'nun hayatını satırlara yansıttığı yer. Bu yüzdendir ki kendi zevkime göre kendime yakıştırdığımı giyiyorum, becerebildiğimce sürüp sürüştürüyorum. Çok beğenilenleri ya da bunu paylaşmalıyım dediklerimi -diyet günlüğü kategorisini takip edenlere bir yandan zayıfladığımı da göstermek amaçlı- burada paylaşıyorum zaman zaman. Saç ve cilt bakımına ciddi özen gösteriyorum. Elim erdiğince makyajımı yapıyorum ve bildiğim, öğrendiğim en ufak detayı bile burada sizinle paylaşıyorum. Herkes bu satırları okuyor da kimse de demiyor ki Selo sen ne anlatıyon kısa kes lafı çok uzattın. Benim fren patlak abilerim, ablalarım. Ne diyecektim ben? Heh hatırladım. Pink Spring Party adı üstünde pembe konseptli bir parti olduğu için ben de göz makyajımı açık pembe tonlarda ve ojelerimi de pembe sürdüm. Her ne kadar fotoğraflarda pek belli olmasalar da detaylar böyleydi. O gün şu kıytırık makyajı yapmak için ayna karşısında yarım saatimi piç ettim. Samimiyetlerinden zerre şüphem yok elbette ama, kızlar makyajım için gayet başarılı deseler de ben bunu biraz motivasyon, biraz teselli olarak algıladım bunu çünkü benim makyaj onlarınkinin yanında kitap boyaması gibiydi. Ne giydim postundan nerelere gittim, böyle de bi insanım işte vesselam.

Peki Selonuz Pink Spring Party'de ne giydi?
Elbise: Polo Garage
Bilekte Bot: Erol Saçmacı
Kolye: 678

Sayın moda & trend & stil blogırı arkadaşlarım; O günkü kıyafetimle ilgili yorumlarınızı sabırsızlıkla bekliyore,
Sayın makyaj&kozmetik blogırı arkadaşlarım; Ne diyorsunuz biraz daha uğraşsam yapabilir miyim? Işık var mı? :P
Bu yazı, makyaj konusundaki beceriksizliğimin itirafıdır ve bu durumun değişmesi adına temennimin en samimi şekilde evrene iletilmesidir sayın folovır. Sabırla okuduysan büyüksün, yine gel :P

Follow Me on

17 Nisan 2014

Sen beni unutabildin mi sevgili?


Şarkısı

Yine bir bahar, yine artık kutlanamayan yıl dönümleri. Yine -bir sonbahar sabahı içinde bir yerlerde görünmez yaralar açılmak suretiyle terkedilen- ama her baharda yalnızlığın dibine vurup seni hatırlamak zorunda kalan ben.

Ben, söz vermiştim kendime. Bu defterin "özlenen sevgiliye mektuplar" sayfası kapanmıştı, yazmayacaktım. Unutacaktım, beceremesem bile unutmuş gibi yaşayacaktım. Seni unutmak uğrunda her şey mübahtı, yapacaktım. Anmayacaktım adını, anılarımızı düşünmeyecektim, anlamlandırmayacaktım adını oluşturan harfleri, dolmayacaktı gözlerim adın her anıldığında. Yaşandı, bitti diyecek, gülüp geçecektim.

Hayatımın geri kalanını bir tarafı eksik yaşıyorum ben ve en kötüsü de ne biliyor musun? Tamamlayamıyorum. Hissettiğim şeyin adını koymak için çok uğraştım. Kuyruk acısı mı dedim, hazmedememek mi, aşk acısı mı, hayal kırıklığı mı? Kitaplar okudum, filmler izledim. Anlattım, ağladım. Anlattım, hıçkırıklarla ağladım. Her seferinde boğazıma kadar gelip orada bir yumruk olarak kaldın, çıkıp gidemedin içimden. Baktım olmuyor, vazgeçtim ben seni unutma mücadelesinden. Bazen seni soranlar oluyor. Ne yaptı, evlendi mi? diyorlar, "Bilmiyorum" diyorum. Halbuki biliyorum, evlenmedin henüz. Muhtemelen benim zevkime göre döşediğin evi sil-baştan döşüyorsun şu sıralar ve o hep "heyecanla bekliyorum en sevdiğim kısmı" olacak dediğin ev alışverişlerini yapıyorsun nemrut yüzlü nişanlınla. Sahi o napıyor? Mutlu musunuz? Annenin arkasında -hayatının içine koca bir çukur açtığı- bir enkaz bıraktığından haberi var mı? Benim mutsuzluğumun üzerine kurmaya çalıştığınız yuvanızı mı inşa etmeye çalışıyorsunuz? Bir zamanlar mutluydum ben, sonra bitti. Öldürdünüz beni ve gömdünüz. Oraya, o evin dibine. Ben, en temiz yanımla kurduğum kır düğünü hayalimle, prenses modeli gelinliğimle ve taze frezyalardan oluşan gelin çiçeğimle yatıyorum orada. Ama duvağım yok ve belimde bekaretimi temsil eden kırmızı kurdele de. Çünkü zaten benim yok olmamın sebebi bu, olmayan bekaretim, daha önceki evliliğim.

Ona da "sana bu model çok yakışır" deyip bana beğendiğin gelinliği mi sipariş ettiniz? O da mutlu oluyor mu bir kibrit çöpü bile alsan benim mutlu olduğum kadar? Ve o ev, duvar kağıtlarını, yer döşemelerini değiştirmeye çalıştığın, -ki senin bokunu bilirim ben kesin değiştiriyorsundur- biz orada hayatı paylaşırken bize eşlik eden tavanlar, duvarlar ne olacak? Ya yerlerdeki ayak izlerim, her ayrılık zamanı geldiğinde "ama ben seni çok özlüyorum, gitmek istemiyorum artık" cümlesiyle başlayan ve devamında gelip tavana çarpan hıçkırıklarım, mutluluğun bokunu çıkarırken evi dolduran kahkahalarım? Onları, anılarımızı silebilecek misin? Silebildin mi?

Sen beni unutabildin mi sevgili? Sen beni atabildin mi "en derindesin" dediğin o yerden? Artık hiç çınlamıyor kulaklarım, hiç dalmıyor gözlerim uzaklara ve hiç girmiyorsun kan ter içinde uyandığım rüyalarıma. Görünüşe bakılırsa sen beni çoktan unutmuşsun. Nasıl yaptın bana da söylesene? Söyle çünkü ben insan gibi yaşamayı, ağzım kulaklarıma kadar gülmeyi, özlemeyi, özlenmeyi, sarılmayı, kıskanılmayı ve hatta mutluluktan ağlamayı bile çok özledim.

Bir gün birinin gelip içimde kuruyup toza dönen seni silip süpüreceğini söyleyip durdum kendime. Buna kendimi inandırdığım zamanlar da oldu. Hayatıma zor da olsa dahil ettiklerimden acıma iyi gelenler de. Ama bu içimdeki nasıl orospu bir duyguysa, her başarısız denemede, biten her yeni hikayede ben hep seni düşünürken, bize ağlarken buldum kendimi. Ne biri geldi seni sildi içimden, ne de ben seni kurutabildim. Bir süre sonra kanserle yaşamayı öğrenmiş insanlar gibi oldum. Ben kestirip atamadığım bir parçayla yaşıyorum her gün biraz daha hissizleşerek, her gün biraz daha yitirerek yaşama sevincimi. Mutlu gibi görüyorlar ya hepsi yalan, hepsi benim oyunculuğum. Ve insanlar tıpkı saçları dökülmüş, ağzında maskesi olan kanser hastalarına baktığı gibi bakıyorlar bana, niye? Hep senin yüzünden! Bana neyin iyi geleceğini, beni neyin iyileştireceğini en iyi ben biliyorum ama çareyi sensiz geçen bunca yılda hâlâ bulamadım. Ben, sen gittiğinden beri beni sevecek birini hâlâ bulamadım. Hastayım sevgili. Ben, doktorların ömür biçemediği bir hastayım artık. Oysa keşke bilsem, sayılı günler çabuk geçer ya hani, tükenirim geriye sayarken günlerimi ve biter bu azap.

Ben, Selo kişisi. 3 yıl önce ölen gelinlikli hayallerimin yanına gömülmek istiyorum artık. Çünkü böyle eksik yaşanmıyor, dayanamıyorum...


Follow Me on

16 Nisan 2014

Lanet olsun dostum, kuralların canı cehenneme!

Bir ortamda muhabbet içinde "kural" kelimesi geçmeyegörelim "Lanet olsun dostum, kuralların canın cehenneme!" deriz hemen. Yok aslında biz böyle demeyiz, bu çok Amerikanvari oldu. "Kurallar çiğnenmek içindir bilader", evet evet bu bize daha uygun. Hepimiz bazen kurallara uymak konusunda maksimum özeni ve çabayı gösterirken bazen de "yemişim kuralını, uymuyorum lan" deyip aykırı davranmak konusunda kendimizle yarışıyor, kendimizi aşıyor olabiliriz. Evet sürekli kurallara uyulan hayat sıkıcı olabilir, arada sırada çılgınlık da yapmak gerekir ama bi şartla; bokunu çıkarmadan :)

Bugünün eğlencesi ihlal edilen kurallar :)
Selo kişisi sırf siz gülün diye yine yemedi içmedi görsel buldu eşek sıpalarım :)
*Görseller alıntıdır.

Follow Me on

15 Nisan 2014

Hiçbir şey göründüğü gibi değildir :)

Yalnızlığın dibine vurmuş bir delikanlının içler acısı durumu :)
Delikanlı eline fondöten sürmeyi akıl etmiş, oje sürmeyi becermiş, gel gör ki sevgili yapmak konusunda aynı beceriye belli ki sahip değil. Ne diyelim Allah kimseyi kendi kendine böyle fotoğraflar çekinmek zorunda kalacak kadar yalnız bırakmasın. İleri de ben de bunun bayan versiyonu olurum diye korkmuyor değilim hani hahaha :)



*Görseller alıntıdır.

Follow Me on

Bu markaları bulan adamlar intihar etti :)

İngilizceyi ilk öğrendiğim yıllarda arkadaşlarımın İngilizce altı "six", to be yardımcı fiilinin şimdiki zaman için kullanıldığı hali "am" kelimesiyle ilgili yaptığı iğrenç espirilere mağruz kaldım, bir çoğumuz da kalmışızdır eminim. Yabancı dil böyle bir şey işte. Sen ne umutlarla belki dünya pazarına patlama yapacak bir ürün, bir buluşla girmişsindir de seçtiğin marka ismi ülkenin birinde bitmek bilmeyen geyiklere, iç bayacak espirilere sebep olabilecek bir şeydir, satamazsın. Talihsizliğin böylesi.

Bu markaları bulan adamlar intihar etti dedirtecek cinsten örnekler :)
*Görseller alıntıdır.

Keyifli bir gün olsun :)

Follow Me on

02 Nisan 2014

Evet, hayat bazen acımasız olabilir :)

Midıl of wiyk'ten herkese selamlar pek bi sevgili folovır!
Kötü bir gün geçirdiğinizi düşünüyorsan al sana haline şükretmek için onlarca neden ;)
Unutma; "beterin beteri var".

Benim favorim güneşlenirken bacaklarında tabak ve kaşığın iziyle çıkan kızımız,
89400 USD kaybeden ama "önemli olan katılmaktı" diyebilen Edward
Arabasıyla kaldırımı yerinden söken ama umarsızca arabanın önünde hatıra fotoğrafı çektirebilen aile :)

Mutlu, keyifli, çabucak biten bir gün olsun!

Siz siz olun, aracınızı parkedince tavanı kontrol edin, unutursanız yazın kıçınız yanar, kışınsa karlar arabanıza donar :)
Kontrolsüz Güç :)
Bu fotoğraftaki ağbimiz bir Hulk, bir X-Men falan olmalı. İnsan gibi açmazsan, olağanca gücünle yüklenirsen işte böyle elinde kalır sayın ağbim :)
Açılmayan meyve suyu kapağı
Nazardan mı? Aşırı kilodan mı? Bilemedik :)
Hemen arka planda terliksiz gezme oralarda ayağına cam kırığı batar diyen bir anne hayal ettik bir çoğumuz :)
Gel de bu çocuğa Hayvanat Bahçesinin bir süre kapalı olacağını izah et. İstersen deveye hendek atlatma seçeneğini de kullanabilirsin, bence bu daha kolay :)

Donutun en sevdiğin yeri olan kreması kutunun kapağına yapışmışsa, yanında kimsenin olmadığı zamanı kollayıp parmağınla sıyır o kremayı, hatta direk yalayabilirsin de :)
Bir keresinde benim de başıma gelen mağmalara gelesi durum. Ama Selo kişisi kafaya koydu mu o şişeyi açar? Nasıl mı açtık? Oklavayla mantarı içine ittik, sonra parçalanarak şişenin içine düşen mantarı süzgeçle süzerek içtik şarabı :) Maksat şarap ziyan olmasın canım :P
Nutellalı ekmek mi? Nutellalı laptop mu? :) 
Çocuk salıncağında sallanmadan önce "bu salıncak beni taşır mı" diye bi kontrol etmek lazım :)
Eğer buna sebep olduğunuz babanızın arabasıysa bence evden kaçın :)
Trafikte buzlu kola keyfinin hazin sonu. Burada bir de o buzlu kola senin apış aranı dondurmadı mı layn? sorusu geldi aklıma, ama konumuz bu değil :)
Polisler de sarhoş olur :) Önemli olan sizi sosyal medyada afişe edecek arkadaşa yakalanmamak :)
Amele yanığı dersek iyimserlik olur, buna duble mal yanığı diyelim geçelim :) Ay resmen haşlanmışsın canın acıyor mu bebişim?
İlaç kutularının üzerine acilen "Köpeklerin erişemeyeceği yerde ve ambalajında saklayınız." ibaresi ekletilmeli :)
Hemen üstte 89400 USD kaybediyor olmasına rağmen "önemli olan katılmaktı" diyebilen Edward

Ama kadın ne yapsın, arkasında durup ona gel, gel, topla gel, sağlı gel diyen birisi olsaydı böyle mi olurdu?
Selfie fotoğraf çekineyim derken kafasına Beyzbol topu yiyen ablanın sağlık durumu iyi :)
Hemen üstte, "cana geleceğine mala gelsin" diyerek birlik beraberlik mesajı veren bir ailemiz :)

Kendi boyanızı kendiniz yapacaksanız iyi bir boya ve rulo kadar dikkate de ihtiyacınız olduğunuzu hatırlatmak isteriz :)
Görseller alıntıdır.

Follow Me on

Hoopp birader baksana bi'!

Bu blogdaki tüm yazılar ve bazı görseller (alıntı olanların URLsi belirtilerek) supercellma tarafından eklenmiştir ve 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu 81. maddesi gereğince kopyalamak, ticari amaçla kullanmak, yazar ismi belirtilmeden alıntı yapmak ve link vermeden kullanmak dahi suçtur. Aksini iddia eden varsa yolarım. Her türlü pisliği de yaparım. Hee akıllı olun canımı yiyin. Emek hırsızlığına karşı destek ve Emeğe Saygı lan. Dirsek çürütüyoruz burda...!!

 

supercellma Template by Ipietoon Blogger Template | Gadget Review

back to top