Şarkısı
Dün Nalbantoğlu'ndan aldığım çiçekli kalem eteği bugün hemen giydim. Yeni ya, heves işte. Orada denerken de ilk etek fermuarından sorun çıkarmıştı. Gizli fermuarları hiç sevmem. Ne kadar kıyafetim varsa gizli fermuarı olan, istisnasız hepsini alır götürürüm terziye; derim ki "normal fermuar istiyorum, gözükeninden olsun." "Ama abla" der terzi Orhan abi, uzadığı için kirpiklerine sürtünen kaşlarının altından bakarken; "sağlam ki bunlar." "Olsun" derim, "yine de değiştir, yarı yolda bırakıyor şerefsizler, olmadık yerde cırt diye bir ses çıkarıyor, sonra bi serinlik giriyor ordan içeri. Ene bi bakıyorum fermuar bozulmuş." Ben gizli fermuar sevmem. Ben, gizli olan hiçbir şeyi sevmem ki zaten. Bir tek yaradanla baş başa kalışlarımı ve yaptığım iyiliklerimi gizli severim. Arada bi insan oluşumun verdiği gösteriş meraklısı yönümün ağır bastığı ve kendime verdiğim sözleri yediğim de olur tabii.
Öğlenleyin yemeğe giderken Seda dedi ki, "aa Selma fermuarın bozulmuş." "Popoma mı bakıyon kız sen?" dedim, "neyse ki bunu sorun etmiyorum, düşman ayağa bakıyordu demi? "Yemeği tişörtümü, hırkamı fermuarı örtecek şekilde çekiştirerek yedim. İnsanın başına böyle bir şey gelince herkes onu biliyor ve ona bakıyor sanır ya, hepimiz paranoyağın tekiyiz. Kimse bilmiyor halbuki Seda ve Betül dışında. Varsa popoma bakan bay iş arkadaşlarım belki farkeder. Onların da eminim dikkat edeceği yer fermuar değil, popomun kendisi olur. Yemekten çıktık, kırmızı koltuklarda gündelik kritiklerimizi yapıp bir kaç orta şekerli kahve tadında kahkaha attık. Yeni bir müşterimizle birlikte ziyarete gelmiş olan ve artık dönüyor olan Fransa temsilcimiz Fransua'ya el sallayıp "Have a nice trip" dileklerimizi iletmeyi ihmal etmedik. Baktık paydosu piç etmişiz, yerlerimize dağıldık. Masama geldim, internet kapanmadan biraz bakındım Facebook'ta falan ne var ne yok, E-Çift'e girdim, hayatımı değiştireceğine inandığım adamı bulma ümidiyle açtığım profil orada öylece duruyordu, ne bir yeni mesaj, ne bir bildirim. Hahh! dedim kendi kendime, ee gelen yüzlerce mesajı bu olmaz, bu da olmaz, bu hiç olmaz, ııhh beğenmedim deyip silersem hiç düşünmeden, olacağı bu. Gülizar ablaya gittim. Anne gibidir o. Boğazların ağrır, sümüklerin akar ıhlamur kaynatır, akşamdan kalmasındır nane-limon. Sabaha karşı regl olursun, öğleni edemezsin sancıdan hiçbir şey bulamazsa boş deterjan kutusuna sıcak su yapar, mikrofiber beze sarar getirir. Dertlenirsin, boşver be gülüm, dertsiz bir Allah der. Yalnız olmadığını hissettirir sana bir şekilde. Aynı anda hem elmacık kemiklerini vurgularcasına gülebiliyorken hem de alnına, kaşlarının arasına derin bir çukur yerleştirebilen biridir o; Gülizar abla.
Pazartesi günü Muro'yla yazışmıştık. Bu akşam için sinema ısmarlayım sana dedi, sağolsun hep bir şeyler ısmarlar bana. Unutmaz, arayı soğutmaz. Hep hisseder sanki yalnızlıktan depresyona girmek üzere olduğum anları. Gel der bi kahve içek. Bowling oynayak. O an derim ki hep Selo, yalnız değilsin kızım. Muro'yla liseden beri bir şekilde kopmadık. Evlendiğim dönemler hariç. O dönemde ben dünyadan kopmuştum ya zaten. Arada bi görüşür, anlamsız sohbetler eder, yüklemsiz, öznesiz cümleler kurarız. Paramız varsa tekila shot içeriz, yoksa bi arjantin birayı 3 saatlik muhabbete pay ederiz. Ben ona hep yeni tanıştığım kişilerden bahsederim. Başta hevesle anlatırım, sonra bu da gol değil be Muro derim. Onun gözünden tüm dünya erkeklerini anlamaya çalışırım. Ve kendimi onlara ifade etmeye. Erkeklere söverim, ama sevmeyenlerine, Selo'yu ve Selo gibi diğer tüm sevilmeye aç kadınları götten, amdan, memeden ibaret gören erkeklere söverim. Dinler Muro, kafasını salla der gibi yana çevirir, bazen o da söver. Evde kaldım der geçici süreli depresyonlara girerim, onun yanında alırım soluğu. 75'e düş ben alıcam lan seni sonunda der. Ve arada bi yoklar kaç kilosun lan şimdi diye? Bu cümleyi hep tek taşsız olmaz olm, ilkinde tek taşsız gittim, bu sefer seremonik bi teklif isterim derim gülüp geçiştiririm. Evlensek ya biz der hep, senle güzel vakit geçiriyoruz. Hazır değilim derim, çeyizim yok daha. Bowlinge çağırır beni. Tiyatroya çağırır. Botanik'e popomuzu bisikletin koltuğu acıtana kadar bisiklet sürmeye çağırır. Yıllık izninde GAP turuna gider, çağırır. Caramelli mocha içmeye çağırır, ya da pizza yemeye. Ya da çekirdek çitlemeye çağırır. Hep çağırır beni Muro. Benimse migrenim tutar, gidemem. İşim çıkar, gidemem. Gidesim gelmez, gidemem. Giyecek bir şey bulamam, gidemem. Ama o hiç kızmaz, küsmez. Bıkmaz. sen de ne hayırsız bi arkadaşsın demez, bıkmadan usanmadan çağırır. Bugün, Bi küçük Eylül Meselesi'ne gittik biz. Öncesinde de aç karınlarımızı doyurduk. Bugün, İstanbul'a çağırdı beni. İş yeri bi şube açacakmış İstanbul'a. Gel dedi benle. Ben bu çocuğu hiç ciddiye almadım, onu hiç anlamaya çalışmadım, bana söylediklerinin altında hiç anlamlar aramadım, bana gülüşlerine, bakışlarına, söylediklerine, buluşma yerinde beni -ben hep geç gittiğim için- beklerken kollarını açıp yıllardır görüşmemişiz gibi sarılmalarına hiç anlamlar yüklemedim. Muro benim en iyi erkek arkadaşım. Her türlü muhabbeti yapabildiğim, hayatımın her döneminde olmasını istediğim, mutlaka olmasını istediğim. Ama sanırım, biz arkadaş değiliz, yani benim için öyle de, onun için değil. Yanılıyor olabilirim ama sanırım Muro'nun bana karşı hisleri var. Böyle bir konuya hiç girmedik biz, böyle bir şeyi hiç konuşmadık. Birbirimize hep takıldık, ben hep evde kaldım, o hep beni aldı. Hep sade bi nikahla evlendik falan. Ama ben bunların gerçek olabilme ihtimalini hiç düşünmedim.
Şu an bana "aklımda sen, kulağımda bu şarkı ile ben eve geldim" dediği, Badem'in Sen ağlama'sını dinliyorum. Ben hep, eve gidince haber ver oğlum, çıtırsın, kaparlar seni derim. Bu gece böyle haber verdi. O benim arkadaşım, en iyilerden. Dahası biz hep arkadaş olarak biz olduk. Böyle bir şeye hiç ihtimal vermedim, onunla bunu hiç konuşmadım. Konuşmaya cesaretimiz olmadı belki de. Belki de bu konulara girip birbirimizi incitmekten, yanlış anlaşılmaktan korktuk. Ama sinemada ben ağlarken gözyaşlarımı silişleri, meydanın ortasında ben ağlarken bana sarılışı cesurdu, o olamasa da. Ben karmakarışığım, ne düşüneceğimi bilmiyorum, sadece sonuç ne olursa olsun o benim en iyi arkadaşım ve mahvolmasını istemiyorum bunun, N'olur, lütfen.
Bu akşam birbirinden farklı onlarca ana gittim aynı anda, o yaşanmışlıklarda sıkıştım. Ne tümüyle tümünü hatırlayabildim, ne de kurtulabildim hepsinden. Neydi bu bilmiyorum. Tek bildiğim; Benim kafamı boşaltmak için yazmam gerek, yazmak; belki bir deftere, belki bir kitabı. Yalnızca, yalnızım. Çok. İyi geceler orospu dünya. Benim yalnızlığım, benim içimdeki boşluk kimin umurunda ki!