27 Şubat 2014

bi küçük Selma meselesi...

Şarkısı


Dün Nalbantoğlu'ndan aldığım çiçekli kalem eteği bugün hemen giydim. Yeni ya, heves işte. Orada denerken de ilk etek fermuarından sorun çıkarmıştı. Gizli fermuarları hiç sevmem. Ne kadar kıyafetim varsa gizli fermuarı olan, istisnasız hepsini alır götürürüm terziye; derim ki "normal fermuar istiyorum, gözükeninden olsun." "Ama abla" der terzi Orhan abi, uzadığı için kirpiklerine sürtünen kaşlarının altından bakarken; "sağlam ki bunlar." "Olsun" derim, "yine de değiştir, yarı yolda bırakıyor şerefsizler, olmadık yerde cırt diye bir ses çıkarıyor, sonra bi serinlik giriyor ordan içeri. Ene bi bakıyorum fermuar bozulmuş." Ben gizli fermuar sevmem. Ben, gizli olan hiçbir şeyi sevmem ki zaten. Bir tek yaradanla baş başa kalışlarımı ve yaptığım iyiliklerimi gizli severim. Arada bi insan oluşumun verdiği gösteriş meraklısı yönümün ağır bastığı ve kendime verdiğim sözleri yediğim de olur tabii.

Öğlenleyin yemeğe giderken Seda dedi ki, "aa Selma fermuarın bozulmuş." "Popoma mı bakıyon kız sen?" dedim, "neyse ki bunu sorun etmiyorum, düşman ayağa bakıyordu demi? "Yemeği tişörtümü, hırkamı fermuarı örtecek şekilde çekiştirerek yedim. İnsanın başına böyle bir şey gelince herkes onu biliyor ve ona bakıyor sanır ya, hepimiz paranoyağın tekiyiz. Kimse bilmiyor halbuki Seda ve Betül dışında. Varsa popoma bakan bay iş arkadaşlarım belki farkeder. Onların da eminim dikkat edeceği yer fermuar değil, popomun kendisi olur. Yemekten çıktık, kırmızı koltuklarda gündelik kritiklerimizi yapıp bir kaç orta şekerli kahve tadında kahkaha attık. Yeni bir müşterimizle birlikte ziyarete gelmiş olan ve artık dönüyor olan Fransa temsilcimiz Fransua'ya el sallayıp "Have a nice trip" dileklerimizi iletmeyi ihmal etmedik. Baktık paydosu piç etmişiz, yerlerimize dağıldık. Masama geldim, internet kapanmadan biraz bakındım Facebook'ta falan ne var ne yok, E-Çift'e girdim, hayatımı değiştireceğine inandığım adamı bulma ümidiyle açtığım profil orada öylece duruyordu, ne bir yeni mesaj, ne bir bildirim. Hahh! dedim kendi kendime, ee gelen yüzlerce mesajı bu olmaz, bu da olmaz, bu hiç olmaz, ııhh beğenmedim deyip silersem hiç düşünmeden, olacağı bu. Gülizar ablaya gittim. Anne gibidir o. Boğazların ağrır, sümüklerin akar ıhlamur kaynatır, akşamdan kalmasındır nane-limon. Sabaha karşı regl olursun, öğleni edemezsin sancıdan hiçbir şey bulamazsa boş deterjan kutusuna sıcak su yapar, mikrofiber beze sarar getirir. Dertlenirsin, boşver be gülüm, dertsiz bir Allah der. Yalnız olmadığını hissettirir sana bir şekilde. Aynı anda hem elmacık kemiklerini vurgularcasına gülebiliyorken hem de alnına, kaşlarının arasına derin bir çukur yerleştirebilen biridir o; Gülizar abla.

Pazartesi günü Muro'yla yazışmıştık. Bu akşam için sinema ısmarlayım sana dedi, sağolsun hep bir şeyler ısmarlar bana. Unutmaz, arayı soğutmaz. Hep hisseder sanki yalnızlıktan depresyona girmek üzere olduğum anları. Gel der bi kahve içek. Bowling oynayak. O an derim ki hep Selo, yalnız değilsin kızım. Muro'yla liseden beri bir şekilde kopmadık. Evlendiğim dönemler hariç. O dönemde ben dünyadan kopmuştum ya zaten. Arada bi görüşür, anlamsız sohbetler eder, yüklemsiz, öznesiz cümleler kurarız. Paramız varsa tekila shot içeriz, yoksa bi arjantin birayı 3 saatlik muhabbete pay ederiz. Ben ona hep yeni tanıştığım kişilerden bahsederim. Başta hevesle anlatırım, sonra bu da gol değil be Muro derim. Onun gözünden tüm dünya erkeklerini anlamaya çalışırım. Ve kendimi onlara ifade etmeye. Erkeklere söverim, ama sevmeyenlerine, Selo'yu ve Selo gibi diğer tüm sevilmeye aç kadınları götten, amdan, memeden ibaret gören erkeklere söverim. Dinler Muro, kafasını salla der gibi yana çevirir, bazen o da söver. Evde kaldım der geçici süreli depresyonlara girerim, onun yanında alırım soluğu. 75'e düş ben alıcam lan seni sonunda der. Ve arada bi yoklar kaç kilosun lan şimdi diye? Bu cümleyi hep tek taşsız olmaz olm, ilkinde tek taşsız gittim, bu sefer seremonik bi teklif isterim derim gülüp geçiştiririm. Evlensek ya biz der hep, senle güzel vakit geçiriyoruz. Hazır değilim derim, çeyizim yok daha. Bowlinge çağırır beni. Tiyatroya çağırır. Botanik'e popomuzu bisikletin koltuğu acıtana kadar bisiklet sürmeye çağırır. Yıllık izninde GAP turuna gider, çağırır. Caramelli mocha içmeye çağırır, ya da pizza yemeye. Ya da çekirdek çitlemeye çağırır. Hep çağırır beni Muro. Benimse migrenim tutar, gidemem. İşim çıkar, gidemem. Gidesim gelmez, gidemem. Giyecek bir şey bulamam, gidemem. Ama o hiç kızmaz, küsmez. Bıkmaz. sen de ne hayırsız bi arkadaşsın demez, bıkmadan usanmadan çağırır. Bugün, Bi küçük Eylül Meselesi'ne gittik biz. Öncesinde de aç karınlarımızı doyurduk. Bugün, İstanbul'a çağırdı beni. İş yeri bi şube açacakmış İstanbul'a. Gel dedi benle. Ben bu çocuğu hiç ciddiye almadım, onu hiç anlamaya çalışmadım, bana söylediklerinin altında hiç anlamlar aramadım, bana gülüşlerine, bakışlarına, söylediklerine, buluşma yerinde beni -ben hep geç gittiğim için- beklerken kollarını açıp yıllardır görüşmemişiz gibi sarılmalarına hiç anlamlar yüklemedim. Muro benim en iyi erkek arkadaşım. Her türlü muhabbeti yapabildiğim, hayatımın her döneminde olmasını istediğim, mutlaka olmasını istediğim. Ama sanırım, biz arkadaş değiliz, yani benim için öyle de, onun için değil. Yanılıyor olabilirim ama sanırım Muro'nun bana karşı hisleri var. Böyle bir konuya hiç girmedik biz, böyle bir şeyi hiç konuşmadık. Birbirimize hep takıldık, ben hep evde kaldım, o hep beni aldı. Hep sade bi nikahla evlendik falan. Ama ben bunların gerçek olabilme ihtimalini hiç düşünmedim.

Şu an bana "aklımda sen, kulağımda bu şarkı ile ben eve geldim" dediği, Badem'in Sen ağlama'sını dinliyorum. Ben hep, eve gidince haber ver oğlum, çıtırsın, kaparlar seni derim. Bu gece böyle haber verdi. O benim arkadaşım, en iyilerden. Dahası biz hep arkadaş olarak biz olduk. Böyle bir şeye hiç ihtimal vermedim, onunla bunu hiç konuşmadım. Konuşmaya cesaretimiz olmadı belki de. Belki de bu konulara girip birbirimizi incitmekten, yanlış anlaşılmaktan korktuk. Ama sinemada ben ağlarken gözyaşlarımı silişleri, meydanın ortasında ben ağlarken bana sarılışı cesurdu, o olamasa da. Ben karmakarışığım, ne düşüneceğimi bilmiyorum, sadece sonuç ne olursa olsun o benim en iyi arkadaşım ve mahvolmasını istemiyorum bunun, N'olur, lütfen.

Bu akşam birbirinden farklı onlarca ana gittim aynı anda, o yaşanmışlıklarda sıkıştım. Ne tümüyle tümünü hatırlayabildim, ne de kurtulabildim hepsinden. Neydi bu bilmiyorum. Tek bildiğim; Benim kafamı boşaltmak için yazmam gerek, yazmak; belki bir deftere, belki bir kitabı. Yalnızca, yalnızım. Çok. İyi geceler orospu dünya. Benim yalnızlığım, benim içimdeki boşluk kimin umurunda ki!

Follow Me on

Facebook | Twitter | Instagram | Pinterest | Bloglovin'

20 Şubat 2014

Sansür :)


Olacağına bak :)

Follow Me on

Facebook | Twitter | Instagram | Pinterest | Bloglovin'

Vücudumla ilgili 33 gerçek


  1. Burnum estetik değil, göğüslerim de silikon değil, hepsi hakiki orjinal Allah'ıma bin şükür. Çok param olsaydı ve kendimde illaki bir şey değiştirmek isteseydim beynimin yarısını ihtiyaç sahibi birine naklederdim, insanlık öldü mü?
  2. Burun çevremde açık renk minik çiller var ama Tansu Çiller değil ahahha :D Ay iğrençti kabul :D
  3. Yanaklarımda ve çenemde 29 yıl sonra kilo vererek varlığını farkedebildiğim gamzelerim var, geç oldu ama kavuştuk.
  4. Boyum Türk Standartlarına göre uzun, 1.77'yim, topuksuz.
  5. Son 1 yılda yaklaşık 20 kg zayıfladım ve kıskananlar çatlasın ne sarkma var ne çatlama.
  6. İriyim ama selülitim yok, ama yok ben illa test edicem deyip tüm gücünle götümü göbeğimi çimdiklersen kusura bakma ama o da senin kıskançlığın bebeyim :D Ben hazırım.
  7. 3 yıl önce akne tedavisi olduğumdan beri hiç sivilcem çıkmıyor. Tüü tüü tüü!
  8. Hayatım boyunca hep uzun tırnaklara özenmişimdir, ama tırnak uzatamamışımdır. Tırnaklarım ince ve kırılgan.
  9. Ellerim büyüktür, özellikle avuç içlerim, hani osmanlı tokadı atabilecek cinsten. Eski bir voleybolcuyum ve smaçördüm, bu tepsi gibi avuçiçi durumunu biraz ona bağlıyorum.
  10. Omuzlarım geniş, belim ince, basenlerim geniş: Yani kum saati vücut tipi. Oooo yeaahhh!
  11. Vücut ağırlığımın neredeyse yarısı kemik ve iç organlarımdan oluşuyor.  Bu durumda manken olmak isteseydim midem, karaciğerim, göğüslerim ve beynimden feragat etmem gerekecekti. Doğru olanı yaptım manken olmadım :D
  12. Balık etinin insan vücudunda şekil almış haliyim.
  13. İki kolumda aynı noktalarda benim var, simetri gibi.
  14. Bebek hassasiyetinde bir cilde sahibim.
  15. Parmaklarım biraz daha uzun ya da ince olabilirdi. Buradan kısa ve küt olduğu düşünülmesin yeterince uzun ve olması gereken gibiler ama insanoğlu olarak nankörüz işte buldukça daha fazlasını istiyoruz.
  16. Kalın bağırsağım bir dönem yaşadığım aşırı stres sebebiyle sağlıklı insanlara göre %40 oranında daha dar.
  17. Köprücük kemiği ve leğen kemiği diye bir şey gerçekten varmış, anatomistler yalan söylemiyormuş, zayıfladım test ettim, hepsi yerli yerinde.
  18. Ortaokulda 1 yılda sağ ayak bileği 6 kez çıkan biri olarak kendi çapında dünya rekorumu kırdım. Hani benim Guinnes Rekorum? 
  19. Kuyruk sokumumun popomun üstü düşerek darbe alması ve kakılması sonucu onu düzeltecek birini bulana kadar geçen 2 küsür yıllık süreçte normal bir insan gibi oturamadım, daha doğrusu "oturamadım".
  20. Kampanya sitelerinden aldığım "yıllık ağda paketi" ağdacı arkadaşın batıkları temizlemek gibi bir alışkanlığı olmadığı için sağ kasığımda 15 cm civarı bir kıl dönmesi oluştu ve 7 dikişli bir ameliyat geçirdim. Gülmeyin, başınıza gelebilir. Ben eski erkek arkadaşımın poposunda çıkınca çok gülmüştüm, neyse ki oramda çıkmadı.
  21. Bel kemiğimde 18 yaşıma gelene kadar gece problemi yaşamama sebep olan bir boşluk vardı, 18 yaşımda kendiliğinden birleşti ve şu an tam belimde sonradan oluşan doğum lekesi gibi bir şey var.
  22. Çok kılı tüyü olan biri değilim, şanslıyım bu konuda. Kollarını, göbeğini, sırtını, yüzünü ve bacaklarının tamamını aldıran insanlar tanıyorum. Ben kadarıyla bile uğraşamazken insanlar bütün vücuduyla nasıl uğraşıyorlar, çok zor olsa gerek. Ama regl düzensizliği nedeniyle bi ara kullandığım hormon ilaçları çenemde ve yanaklarımda birkaç tane kara ve sert kıl çıkmasına sebep olmuştu, hâlâ da nadiren çıkıyorlar gidip hemen iğneli epilasyonla aldırıyorum. Yani "sakalım yok ki sözüm dinlensin" sözü artık benim için geçerli değil.
  23. Saçlarım ince telli ve çabuk yağlanıyor. Hiçbir zaman Blendax reklamlarında oynayamayacağım.
  24. Vücudumdaki tek küçük şey burnum. Yani aslan burcuyum ama büyük burunlu değilim eheheh :D
  25. Beni saçlarım sarı ve küt iken İpek Erdem'e, zayıflamadan önce Ezgi Mola'ya ve bunların dışında genel olarak kriter gözetmeksizin Demet Akalın'a benzetenler var. Nasıl bir insansam aynı anda birbiriyle alakasız 3 kişiye benzetilebiliyorum. Harikayım!
  26. Kronik migrenim var. Eski bir ülser hastasıyım. 6 kez orta kulak iltihabı geçirdim, en sonunda sol kulak zarım comolokko oldu. Neyse ki kökü bendeydi, yeniden çıkardı, çıktı da.
  27. İlkokul 4. sınıfta yaz tatilinde öyle bir bitlendim ki annem belime kadar olan cağnım saçlarımı gözümün yaşına bakmadan alagarson model kestirdi. Tabii o kesimle Anne Hathaway'e değil 90'lı yılların sonunda Star Tv'de yayınlanan küçük beslemeye benzedim. O gün bugündür saçlarım öyle gür değil, olamadı. E küstü tabi kafa, kim olsa küser!
  28. Sağ el bileğim sola göre daha ince. Sebebi; seneler önce kendimi Supergirl sanıp 20 küsür merdivenden aşağı uçup itinayla kırdığım sağ bileğimi düzeltmeden alçıya alan doktorun aynı bileğimi 30 gün alçıda kaldıktan sonra tekrar kırmak suretiyle tekrar alçıya alması. O herif Hipokrat yemini ederken kafası güzeldi sanırım.
  29. Koca kafalıyım, ama zekiyim de. İlişki yürütemediğim için lan bende bir sorun mu var ki? deyip kendimle yüzleşmek adına gittiğim Psikoterapistin tespiti: Fazla zekisin ve safa yatamıyorsun. E Yüce Rabbim başkalarına vermesi gereken tüm donanımı fazlasıyla bana vermiş ama bunları bolca verdiği için çirkin şansını koyvermiş. Hayırlısı be gülüm!
  30. Hayatım boyunca diş problemi yaşamadım, Allah yaşatmasın, kabir azabı diyorlar! Sadece 2 kez diş çektirdim. O da birincisi ben 9 yaşımdayken üstten gelen köpek dişlerim rahat yerleşsin diye alttaki dişleri çektirişimdi, ikincisi de ne maksatla çıktığı belli olmayan 20'lik dişimi çektirişimdi yaş 28'ken.
  31. Ayaklarım 40 numara ve taraklı. Çocuk mezarı diyenleri duyar gibiyim :).
  32. Popom güzelmiş, öyle diyolar. Aynaya bakınca bu iddiaya katılmıyor değilim!
  33. Gözlerim 0.75'e 0.50 Hipermetrop Astigmat. Gözlerime çok güveniyordum ama onlar da tıpkı çok güvendiğim eski sevgili gibi yarı yolda bıraktı beni. 
Bu postu neden yazdığımla ilgili bir fikrim yok. Beğenmediysen okumasaydın alla alla :D

19 Şubat 2014

Hayat çok boktan

Özellikle de 30'undan gün alıyorsan, 
evde kalmışsan ve en yakın arkadaşın 1,5 ay sonra evleniyorsa. :(


Follow Me on

Facebook | Twitter | Instagram | Pinterest | Bloglovin'

17 Şubat 2014

Keçe Kral Tacı Doğum Günü Magneti

Taslaklarda bekleyen postlardan biriyle daha karşınızda olan Selo kişisinden herkese iyi haftalar!

Kasım'ın 28'inde 1.yaşına giren halasının boklu bıdığı Eymen'in doğum günü için kendi çapımızda bir takım hazırlıklar yaptık. Bunlardan ilki doğum gününe katılan davetlilere dağıtılacak doğum günü magnetleriydi. İnternetten yaptığımız araştırmada çok fazla seçenek gördük, kafamız çok karıştı ama sonuç olarak üzerinde bir takım değişiklikler yapma fikriyle kral tacı magnette karar kıldık.
Erkek çocuğuna mavi, kız çocuğuna pembe genellemesini yoksayarak zemini bayrak kırmızı seçtik ve orjinalinden farklı olarak tac kısmını biraz büyük çalışıp ismi tacın üstüne değil altına ekledik. Böylece internette bulduğumuz modelden daha büyük ve daha bize özel bir magnet oldu.

Doğum günü hazırlıklarında en büyük yardımcım İzmir'den gelen manevi kız kardeşim Bahardı. Canım benim benden çok koşturdu, keçe yetmedi gitti aldı, yapıştırıcı bitti gitti aldı, ben nazar boncuğu beğenemedim benim istediğim gibi bir şey bulmak için çarşının altını üstüne getirdi falan. E biz bu işin profesyoneli değildik, denemeden bilemezdik, yaşayarak görecektik :)

Keçeleri  ve yapıştırıcıyı Cumhuriyet Caddesi'nde her türlü incik-boncuk malzemeyi kolayca bulabileceğiniz Has İnci'den aldık. Taç kısmına kalıp çıkarıp kesmek kolaydı ama isim kısmı göründüğü gibi kolay değildi hele ki 25 tane yapılacağı düşünülürse hiç kolay değildi. İsim kısmını Cumhuriyet Caddesi'nde bir matbaacıya kestirdik. Eve geldik sıvadık kolları. Önce tacımızın kalıbını çıkardık, hepsini çizdik, kestik. Aynı şekilde 1'lerimizi çizip kestik, hepsini silikonla yapıştırdık. Son olarak rulo şeklinde aldığımız magnetten taca uygun büyüklükte parçalar kesip arka taraflarına yapıştırdık. En eğlenceli kısmı onları iyice yapışsınlar diye halının altına koyup üzerinde akrobatik hareketler yapma kısmıydı. O halimizi birileri görseydi halının altına koyulanlardan habersiz olduğu için manyak mı bunlar derdi eminim :)

Bu arada size bir tavsiye keçeden bir şey yapacaksanız yere mutlaka eski bir bez, çarşaf gibi bir şey serin derim, biz serdiğimiz halde bu keçe ne menem bir şeyse her yerimize yapıştı :)
Bir gece halının altında bekletilen magnetlerimizi kar beyaz tülle paketledik. Bu ilk keçe deneyimimizdi. Bu işi profesyonel olarak yapan arkadaşlarınkiler gibi olmaz muhakkak ama acemilik de olsa fena sayılmaz gibi. Ne dersiniz? Eymenin doğum günü magnetlerini beğendiniz mi?

Keçe'den doğum günü hatıra defteri süslemesi için takipte kalın ;)

Follow Me on

Facebook | Twitter | Instagram | Pinterest | Bloglovin'

Çok Sevilecek Erkek Kişisine Notlar Vol6

Bir kadın;

diyen bi adamdan başka ne ister ki?
Bana bu cümle yeter şahsen.

Follow Me on

Facebook | Twitter | Instagram | Pinterest | Bloglovin'

12 Şubat 2014

14 Şubat planım

Ben her fırsatta sevgilim yok diye yırtınıyorum, millet bana kalkmış 14 Şubat planımı soruyor.
Alın size 14 Şubat planı:

Başka sorusu olan?
Konu kapanmıştır. 
Şu aşk böcüğü modunda postlar yazıp beni birkaç gün blogger dashboard'a girmemek zorunda bırakmayın, akıllı olun!
İyi ki bi sevgiliniz var, 
hepinizi deli gibi kıskanıyorum.
Hıhhhh!!!!

Follow Me on

Facebook | Twitter | Instagram | Pinterest | Bloglovin'

04 Şubat 2014

Hayat Lokmanı Paylaşınca Güzel

Kadıköy’de adını bilmediğim bir fırın.. 

‘Askıda kahve’ hikayesini bilmeyen yoktur. Ama bilmeyenler için yine paylaşmak istiyorum.

İtalya’da Venedikte kenar mahallelerinden birinde, bir cafe-barda, espressolarımızı içiyorduk. İçeri giren müşterilerden biri barmene “due caffee, uno sospeso” (iki kahve, biri askıda) dedi. İki kahve parası verdi. Bir kahve içip gitti. Barmende duvarda asılı duran çiviye bir küçük kâğıt astı. Biraz sonra içeri iki kişi girdi. Onlarda “trio caffee, onu sospeso” (üç kahve, biri askıda) dediler. Üç kahve parası verdiler ve iki kahve içip gittiler. Barmen “askı” ya yine bir küçük kâğıt astı. Bunun gün boyu böyle sürdüğü anlaşılıyordu. Bir süre sonra kahveye üstü başı biraz eski-püskü, belli ki yoksul bir kişi girdi ve barmene ”onu caffee sospeso” (askıdan bir kahve) dedi. Barmen hemen bir kahve hazırladı ve yeni müşterinin önüne koydu. Yoksul kişi kahvesini içtikten sonra para ödemeden çıktı gitti. Barmen ise duvara astığı kâğıtlardan birini kopardı, parçalayıp çöpe attı. Bu gözlemimizin sonunda gözlerimizi yaşartan, fakat kesinlikle örnek almamız gereken bir “İtalya toplum terbiyesi” öğrendik. Yardım etmek için insanların gereksinimlerini belirlerken, yalnızca yaşamsal gereksinimlerle sınırlı kalmak zorunda değiliz. Bir Venedik’li için yaşamsal olmasa da kahve, günlük yaşamda önemli bir yer tutmaktadır. Kahve içebilecek kadar parası olmayan kişilere yardım edebilecek düzeydeki kişiler, kendileri bir kahve parası daha ödüyorlar. Yardım ettiği kişiyi görmedikleri için bu kişilerde daha mutlu oluyorlar. Kimden geldiğini bilmedikleri bu ikramı kabul eden kişiler ise huzurlu oluyor. Yardım eden ile alan arasında, bu cafe-bardaki garson gibi, köprü görevi yapan kişilerin ise güler yüzlü ve sevgi dolu olmaları gerekiyor. İçeri giren yoksul bir kişinin “bana askıda kahve var mı” diye sormasına gerek bırakmamak için “askıda kahve” olduğunu belirten kâğıt parçalarını kolaylıkla görünen gir yere asmak ise bu olgunun çok zarif bir bölümünü oluşturmaktadır.

Askıda kahve uygulamasının bir değişiği Kadıköy’de bir fırında var. İhtiyaç sahibi insanlar için ‘askıda ekmek’ bu dünyada hâlâ iyi insanların olduğunun en güzel kanıtı bence. Kadıköy'de adını bilmediğim bu fırının hayata geçirdiği "sağ elin verdiğini sol elin görmediği iyilik hareketi"ni Bursa'da gittiğim fırınlarda da görmeyi ve hiç görmediğim birilerine askıda ekmek ısmarlamayı çok isterdim. Kime yardım ettiğini bilmeden bir iyiliğe katılmak ne kadar güzel olurdu. Hatta bu uygulama daha bir çok yerde uygulanabilir. Askıda kitap mesela! Kitap okumayı seven, ama alım gücü yetmeyen insanlar için kitaplar. Tabi 1 kitap ile 1 ekmek arasında maddi olarak fark var. Parasını verip alamıyorsak da mesela okuduğumuz ve evimizdeki kitaplıklarda tozlanmaya mahkum ettiğimiz kitapları götürüp ihtiyaç sahiplerine vermesi için kitapçılara bağışlayabiliriz. Kitapların rafınızdan daha fazla güzel duracağı bir yer varsa oda okumak isteyen ihtiyaç sahibi bir insanın elleridir ve aklıdır. 

Unutmayın, hayat -gerçekten- paylaşınca güzel.

Follow Me on

Hoopp birader baksana bi'!

Bu blogdaki tüm yazılar ve bazı görseller (alıntı olanların URLsi belirtilerek) supercellma tarafından eklenmiştir ve 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu 81. maddesi gereğince kopyalamak, ticari amaçla kullanmak, yazar ismi belirtilmeden alıntı yapmak ve link vermeden kullanmak dahi suçtur. Aksini iddia eden varsa yolarım. Her türlü pisliği de yaparım. Hee akıllı olun canımı yiyin. Emek hırsızlığına karşı destek ve Emeğe Saygı lan. Dirsek çürütüyoruz burda...!!

 

supercellma Template by Ipietoon Blogger Template | Gadget Review

back to top