29 Nisan 2012

Çabuk yorulurmuş koşarak giden, tıkanırmış zamansız

Senden uzaklaşmak için yazdıkça, aslında sana daha çok bağlandığımı anladım. Kelimeler beni senden uzaklaştıracağına daha çok sana itiyordu sanki. Yazdım, yazdım. Günler, geceler boyu durmaksızın yazdım. Güneş kim bilir kaç kere doğup battı üzerimden. Kim bilir kaç yaprak eskitti takvimler. Seninleyken durmayan, sensizken geçmeyen zaman denen kavram yok oldu benim için. Artık her gün aynı. Her saat, her dakika birbirine eşit. Kimi zaman aydınlıklar aldı, kimi zamansa karanlıklar yordu gözümü. Umursamadım. Duymadan, görmeden, içimden geldiği gibi yazdım. Umarsızca harcadım kelimeleri uğruna. Yazmayı bırakıp bir an durup soluklandığım anda ise farkettim ki bir adım bile öteye gidememişim, büsbütün sendeyim hala.

Hep derdin ki: "Ben koşmak istemiyorum. Koşarsak çabuk yorulur, çabuk tükeniriz. Ben yavaş yavaş ama yol katederek emin adımlarla yürümek istiyorum seninle bu yolu." Meğer ne kadar doğruymuş söylediğin. Çabuk yorulurmuş koşarak giden, tıkanırmış zamansız. Ah bir becerebilseydik yorulmadan ilerlemeyi. Rüzgâra karşı yürüyüpte avcunun içiyle korur gibi bir mum alevini keşke koruyabilseydik ilk günkü heyecanımızı, günden güne büyüttüğümüz sevgimizi sevgilerin sahteleştiği bu zamanda. Yapamadık. Herkes her istediğini yapacak, her hayalini gerçekleştirecek olsaydı oooohooohh... Başrolünü sen yaptığım milyonlarca hayalim gerçek olurdu. Şimdi ne çok şey var yarım kalan. Lisedeki tiyatro koçum: "Oyunu batıran da, yücelten de daima başroldür" demişti. Yaşayarak öğrendim bu sözün altındaki hakikati. Şimdi figüranlarla devam ediyor bir zamanlar başrolü sen olan hayat oyunum. Perde kapanana dek daha çok replik sarfedilecek uğruna, daha çok ışık karartılacak, daha çook kırmızı fona yer verilecek ayrılığımızın anlatıldığı sahnelerde ve daha çok hıçkırık yankılanacak uğruna. Yazık ki ne görecek, ne duyacaksın bunların hiçbirini. Belki de kimse umursamayacak, kimse dinlemeyecek, kimse izlemeyecek zaten. Belki gelenler de oyunun sonunu beklemeden terk edecekler. Olsun ben hayatımı tümüyle değiştiren bu büyük aşka vefa borcum olarak dökeceğim her şeyi satırlara, hepsini ben yazıp, ben oynayacağım ve ben alkışlayacağım ikimizin yerine.

Bir zamanlar aşk kokan şarkılar yerini ayrılıklara, özlemlere, melankoliye bıraktı iyice. Kendimden utanmasam abartıp arabeske bağlayacağım. Yok lan şaka o kadar da değil. Hem bizimki sözde anlaşmalı ayrılık ya senin tabirinle. Arabesk yakışmaz bizim durumumuza. Hem o da ne demekse. Anlaşmalı ayrılıkmış. Anlaşacak olsaydık ayrılmazdık. Ne kadar aptalca. Bazen ortaya çıkıp sana üç beş satır mesaj gönderdiğimde sanki benimle hiç sevişmemiş, beni hiç sevmemiş, hatta beni hiç tanımamış gibi davranıyorsun ya bana da öğretsene öyle davranmayı. Ay pardon genetik bir özellikti değil mi o. Tüh ben senin gibi kararsız, umursamaz, vurdum duymaz olamayacağım. Neyse ben bıraktım artık anılarınla sidik yarıştırmayı. Boşa kürek çekiyormuşum çünkü. Farkettim ki sana dair ne varsa tıkıp bir valize alıp başımı gitmek için çırpınıp yorulduğum, uzaklaştığım da sensin, gidip gidip yorulup dinlendiğim de. Senin geçmiş dediğin şey geçememiş daha bende. Ama hayat devam ediyor. Bir gün geçecek illa ki. O gün senin ismin de benim için bir şey ifade etmiyor olacak. Bak 25 Nisan 2. yıldönümüzdü onu bile hatırlamadım. Daha neleri unutucam, neleri hatırlamıcam. Bekle de gör.

28 Nisan 2012

Bunlar da Benim Fantezilerim

Elektrik süpürgesinin kablo toplama düğmesine basıp o kablonun kıvrıla kıvrıla yuvasına girmesini izlemek gibi fantezilerim var benim :D


Clark Kent'i Beklerken...

Hayırlı kısmetlerini beklemekle evde kalmak arasındaki kritik süreçte yaşayan Supercellmadan Selamlar Blogcum

Bugün şirketten kızlar kahvaltıya gelecek diye dün akşam iş çıkışı market alışverişi, temizlik, kek çırpma, sigara böreği sarma derken gece 03:30 u buldu yatakla kavuşmam. Geç buldum, erken kaybettim misali çokta uzun sürmedi bu kavuşma ve sabahın 09:30unda beynimin içini inleten çalar saatimin alarmıyla ayağa dikildim. Bir telaşe içinde yetişmek için elimi yüzümü yıkamadan ortalığı toparlamaya başladım. Allah Allah kendi kendime diyorum ki sol gözümde bir tuhaflık var. Meğer çapaktan yapışmış gözüm göremiyormuşum. Tuhaflık dediğim şey bildiğin göremekmiş. İyimserliğin böylesi. Baktım olmayacak 28 yıllık bir düzeni değiştirmek böyle çarpar adamı deyip tuttum kıç kadar banyomun yolunu. Bir beş, on dakika klozette kestirdikten sonra elimi yüzümü yıkayıp girdim mutfağa. Masamı hazırladım. Tam patates salatasını yapıyordum ki misafirler başladı birer ikişer gelmeye. Neyse onları aldım salona ve başımda rahmetli ananemin mekik oyası yaptığı tülbentim, önümde önlüğüm devam ettim hazırlıklara. En son katılan iki arkadaşımı masada oturtacak yer bulamayacağız diye baya bi tırstım ama öyle böyle derken gülüş cümbüş geçti kahvaltı. El birliğiyle o çük kadar tezgahta dağ gibi yığılan bulaşıklarımı da hallettiler el sürdürmediler bana canlarım benim. Kahvelerimizi de içtikten sonra birkaç saat insan dolan patırtı kopan evim yine kaldı sakin, bomboş. Bulaşıklarımı yerleştirip duş aldım ve hafta ortası internetten tanıştığım birine verdiğim buluşma sözümü gerçekleştirmek için hazırlanmaya başladım. Herif kaç gün görüşelim diye tabiri caizse kıçını yırttı. Kasığımı zonklatan kıl dönmeme rağmen gittim. Eeee daha daha neler yaparsın demez mi görüşmenin 15. dakikasında. Dellendim. Hiç sevmediğim tahammül edemediğim muhabbettir bu eee muhabbeti. Astım suratımı kaka kızlar gibi yaptım kendimi. Sıkıldın sanırım dedi, evet çok hem de dedim. Hadi kalkalım öyleyse dedi. Kalktık. Eve bıraktı beni. Arabadan inerken görüşürüz dedi, hiç sanmıyorum dedim. İndim arkama bakmadan görünürden kayboldum. Neyse uzatmayayım lafı dicektim ki bi baktım her detayıyla anlatmışım olayı. Bugünkü aday adayı için daha fazla detaya girmeden önümüzdeki maçlara bakıcaz diyorum. Anladınız siz onu. Geçen facebookun aynı uygulamasında benim ismen ve simaen tanıdığım ama beni tanımayan annemin teyzesinin torunu da mesaj göndermişti bana. Sanırım aşık oluyorum diye. Akrabalık ilişkilerimizi Facebookun arkadaş arama uygulamasında birbirimize yazılarak sürdürüyoruz. Pes. Olaya bakın hele! Bir de eskiden tanışıp ııhh bundan iş çıkmaz deyip elediklerim de tekrar karşıma çıkıyor zaman zaman Çok tatlısın, tanışalım mı şeklinde mesajlarla. Yüzsüzlük müdür bunaklık mıdır anlayamadım. Off bir de köpek tasması gibi 3 parmak kalınlığındaki metal kösteklerle gömleklerinin düğmelerini göbek deliğine kadar açanlar, Arabalarının önünde, içinde, üstünde fotoğraf çektirenler, Cix diye tabir edilen bir mekanda o mekanın adının olduğu tabelayı fotoğraf karesinin içine aldırarak fotoğraf çekinenler, kapalı mekanlarda rayban çakması gözlüklerle fotoğraf çekinenler ve durum güncellemesine son kullanma tarihi geçmiş espirileri yazanları hiç söylemiyorum bile. Böyleleri bana arkadaşlık isteği gönderiyor ya hesabımı dondurasım  bir daha hiç girmeyesim geliyor yeminle. Yok yok bunca rezil durum var ve ben hala internette beyaz atlı prens arıyorıum. Biliyorum ben bok kafalının tekiyim. Ne deseniz haklısınız söz bi daha girmicem. (Ayağımı kaldırdım :P)

Yoldayken elim ayağım aradı bana geleceklermiş oturmaya, gelin şu saatte evdeyim dedim. Sonra başka bir işleri çıkmış gelemiyoruz diye haber verdiler. Ben de gündüzden kalma bol limonlu halis muhlis zeytinyağlı patates salatamı aldım kucağıma, oturduğum yatağıma, ayaklarımı da uzattım, öbür yanımda laptopum cumartesi keyfi yapayım dedim. Fena da etmemişim ki uzun zaman önce yine nette tanıştığım ama yukarıdakilerle alakası olmayan, zekasıyla, tespitleriyle, laflarıyla beni gülmekten kırıp geçiren çok sevdiğim bir arkadaşım var Burak onunla sohbete daldık nette. Hiç belli etmiyor ama meğer sıkı takipçisiymiş blogumun. Bana bir ara gazı verdi ki sormayın gitsin. Epey götürür bu beni. Yazılarımdan kişiliğime, başımdan geçenlerden, hayallerime, niye gönlüme göre birini bulamadığımdan, astrolojik karakter analizime kadar her konuda düşüncelerini paylaştı. İnsanın her şeyini böylesine önemseyip takip eden arkadaşlarının, dostlarının olduğun bilmesi ne kadar koltuk kabartıcı bir şeymiş lan. Havamdan yanıma yanaşılmaz şimdi benim. En vahim konu olan yalnızlığımın sebebi de Clark Kentlerin neslinin tükenmesiymiş. Nesli tükenen tek kişi ben değilmişim yani ahahaha. Alın işte bir ortak yönümüzü buldum bile gelecekteki sevgilimle. Sorun bende sanıyordum. Değilmiş len. Ama metrobüsle geliyormuş o yüzden biraz gecikebilirmiş. Ama gelecek dedi. Burak gelecek dediyse gelir. Emme bugün emme yarın. Gelecekmiş benim Clark Kent bozması beyaz atlı prensim. Oyy oyy oyyy. Ama o gelene kadar her şey mübah diyor ve oltaya düşen yeni aday adaylarını değerlendirmek üzere... Ohaaa Fas'lı biri ekledi. Haydi gideyim biraz english practice yapayım. Sırf ingilizcemi ilerletmek için. Başka bir şey içinse namerdim. Haydinn kaçtım ben. Öptüm. Byeee!

25 Nisan 2012

Metabolizma Hızlandırıcı Çay

Bir gün şişenin birinden bir cin çıksa ve dile benden ne dilersen deseydi ne yat, ne kat, ne de çok para... Sadece yiyip yiyip kilo almamak isterdim. Dünyanın en güzel şeyi yemek yemek ve ben kendimi bildim bileli açım.

Yürüyüş bandıyla ilişkim seviyeli bir şekilde devam ediyor. Diyetle de iç güveysinden hallice. Her şey iyi güzel. Hatta 3,7 kilocuk verdim bile ama üzerimdeki nefes aldırmayan şişkinliği bir türlü atamadım. Çareyi hemen herkesin evinde kolayca bulabileceği malzemelerle hazırlanan metabolizma hızlandırıcı çayı denemekte buldum. Aktar amcamın listesinde tane karabiber vardı ancak karabiber bana dokunduğu için onun yerine biberiye aldım tavsiyesi üzerine. Bu çayı içmeye başladığımda post hazırlayacaktım ama bir türlü fotoğraf çekip yazıyı yayınlamaya vakit bulamadım. Sonunda burada, bilmeyenler ya da denemek isteyenler için...

METABOLİZMA HIZLANDIRICI ÇAY malzemelerimiz:

3 lt su
1 elma
1 limon
2 adet kabuk tarçın
1 tatlı kaşığı karanfil
1 tatlı kaşığı biberiye

Elma ve limonu yıkayıp dörde bölüp kabuk ve çekirdekleriyle birlikte 3 litre suya koyup diğer malzemeleri de ekleyerek su 1,5-2 lt kalana kadar kaynatıyoruz. Süzgeçten geçirip her öğünden sonra ve yatmadan önce birer bardak sıcak ya da soğuk içerek 2 gün içinde tüketiyoruz. Ben şişeye koyarak iş yerime de getirdim. 1 haftadır tuvalet sorunu yaşamıyorum, karnımdan sanki içeride tır tır tır şeklinde asfalt delme çalışması yapılıyormuş gibi sesler gelmiyor ve şişkinliğim hissedilir şekilde azaldı.

Sevgili metabolizmam sana savaş açtım  :)

24 Nisan 2012

3. Ayı Devirirkene


24 Ocak 2012'de başladığım blog maceramın 3.ayındayım...

İşte ilk 3 ayın özeti (Tabii buna özet denirse :P)

*Özel hayatımda yaprak kımıldamadı. Hiçbir gelişme yok. Hâlâ bekarım. Ama bkz. yan tarafta 17:00 kahvemin köpüğünde hayra yorulmaya değer bir şeyler var gibi.

*Ocak ayında geçirdiğim rahatsızlıktan sonra aldığım kilolardan 3,4'ünü diyet ve sporla kışkışladım.

*Blog konusunda gözardı edilemeyecek bir başarı elde ettim. 3 ayda 8046 sayfa görüntülenmesi, 63 yayın, 60 takipçi ve birçok arkadaş kazandım. Öyle ki birkaç gün post göndermeyince hadi yazını bekliyoruz diyen supercellmaseverlerim var.

*Modaya, mutfağa, dekorasyona, kısaca yaşama dair her şey için yeni bir pencere sahibi oldum.

Hmm bir de aydınlatılmayı bekleyen bir konu var. Şu an ona parmak basıyorum. Ahanda bastım. Eski sevgilimi hâlâ sevdiğimi zanneden, bana bu konuda mailler gönderen birkaç folovırım var. Adı üstünde eski sevgili. Büyük aşktı, yaşandı ve bitti. O aşka dair her şey ve bitiminden geriye kalanlar ise burada sizinle Özlenen Sevgiliye Mektuplar etiketiyle paylaşılıyor. Kısacası bitti o iş. Ex'ten Next olmaz. Tekliflere açığım heheheheh ;)

Şimdi biraz ciddileşelim.

Blog yazmaya karar vermek başlı başına bir şeydi benim için. Ben zaten yıllardır günlük yazan, içime çok işleyen olayları mutlaka kaleme alan biriydim. Arkadaşlarımla da zaman zaman e-posta üzerinde paylaştığım yazılarım beğenilip Selo kızım sen mutlaka blog falan yazmalısın deyip gaz vermeleri sıklaşınca kendimi bir anda blogger sitesinde hesap açarken buldum. Sanırım iyi de olmuş. Bu kararı alma sürecimin uzun sürmesi kendime güvenimin olmamasından, ya da beğenilir miyim? takip edilir miyim? kaygılarından değildi kesinlikle. Yaklaşık bir yıl önce sırf mahalle baskısı, konu komşu dedikodusu, insanların işleri olmayan konulara burnunu sokması huyu gibi olumsuz çevresel faktörlerin ailemle olan ilişkilerimi yıpratıp kopacak seviyeye getirmesinden dolayı evimi ayırıp yalnız yaşamaya başladım. Yaşadıklarımı sindirip bu saçmalıkları umursamamazlık boyutuna geçmek için biraz kendimi dinleyip artık gerçekten kendim için yaşamayı, doğru bildiklerimi sonuna kadar savunmayı ve dünyadaki en değerli şeyin aslında kendim olduğuma inanıp bunu karşımdaki insanlara da hissettirmeyi öğrenmem gerekiyordu. Bu zaman zarfında ben bunu başardım. Ne zaman içim sıkılsa açıyorum yeni bir yayın döküyorum içimi ve rahatlıyorum. Bir kere kim ne der? aaauwww diye ayıplar mı? küser mi? üzerine alır gocunur mu? yazdıklarımı kötü niyetine malzeme yapar mı? diye düşünüp endişe etmekten sıyrıldım ben. Aslında birçoğumuz çevremizdeki insanlara göre yaşar olmuşuz hayatımızı ve mutsuzluğumuzun, güvensizliğimizin, dönemsel çöküntülerimizin, hatta depresyonlarımızın sebebi hep hayatımızdaki insanlar olmuş. Tehlikenin farkında mısınız? Ben kendime yakıştırdığımı giymeye, dilediğim gibi davranmaya, rencide edici, kırıcı şeylerle karşılaştığımda ya da basit insanların kendi kapasitelerince yaptıkları yorumlara mağruz kaldığımda amaaan deyip boşverip gülüp geçmeyi öğreneli mutluyum. Bu yüzden diyorum ki 27 yaşındayım ama 11 aydır yaşıyorum. Hayat hepimize bir kere verilmiş bir fırsat ve başkaları için yaşanmayacak da kadar kısa...

Hayatımda öteden beri olan, ya da blog sayesinde varlığımı keşfedip hayatımı bir ucundan paylaşan, beni kilometrelerce uzaktan okuyan, benimle gülen, benimle hüzünlenen, benimle ağlayan, beni anlamaya ve tanımaya çalışan, tanıyan, tanımadan seven, destek olan herkese minnettarım.

İlk 3 ayın En iyi Supercellmaseverlerini seçtim. Tabii ki kafama göre değil istatistiklere bakarak :)

Beni yorumlarından, önerilerinden, desteğinden mahrum etmeyen en sıkı folovırlarım Elma ShekeriÇömezin Dünyası, Renkli Kuş ve Smilena'ya sonsuz teşekkürler ediyorum ve buradan bissürü kokulu öpücükler gönderiyorum. Beni sessiz sedasız okuyan, seven folovırlarıma da teşekkürler. İyi ki varsınız :)

Ve diğerleri;
Bu çok sevdiğim Charles Bukowski sözü de sizin için geliyor:

"Benim hayatım, benim seçimlerim, benim hatalarım, benim sorunlarım, benim yalnızlığım. Yani özetle sizi ilgilendirmez."

Anlatabiliyor muyum??
Daha nice 3 ayları, yılları kutlayabilmek dileğiyle...


Follow Me on

Beter Ol

Şarkısı: Ferhat Göçer / Aşkların En Güzeli

Üzerine yeni birini bulamadığım için içimdeki çivisi henüz sökülemeyen en sonuncu eski sevgiliyle ikimizin şarkısıydı. Hatta bizim şarkımız olmaktan ötede birlikteyken, telefon konuşmalarımızda, mesajlarda, maillerde bana hitap ediş şekliydi "Aşkların En Güzeli". O her seferinde nakaratını yanlış söylerdi, ben de her seferinde düzeltirdim. Bir yerde çalarken duyduğumuzda hemen bizim şarkımız çalıyor diye bir mesajla haber verirdik, birbirimize mesaj atmak için güzel bir bahanemiz olurdu. Bir hafta öncesine kadar da özel ve anlamlıydı benim için. Taa ki radyoda duyup "Bu şarkıyı dinlediğimde hep sen geliyorsun aklıma, umarım iyisindir Birol" mesajıma "Güzel şarkı, halı saha maçım var ben de ona yetişmeye çalışıyorum" cevabını verene kadar. Bu cevap için kendisine güzel bir çemkirme yazısı postlamıştım hatta.

Seninle çıkarken "Aşkların en güzeli kavuşur elim sana günün birinde" kısmını tekrarlayan, dilinden düşüremeyen, adeta hatmeden ben, bir önceki kelimeye gidip hoşçakalı da ilave ediyorum ve "Hoşçakal aşkların en güzeli" kısmını tekrarlıyorum artık. Bu şarkının benim için tek bir hikayesi var artık: Halı saha maçına yetişmeye çalışırken bana yazdığın "Güzel şarkı" cevabın. İnşallah forvetsen hiç gol atamamışsındır, defanssan top çeviremeyip stopperlik yapamamışsındır ve kaleciysen bol bol gol yemişsindir. Beter ol.

23 Nisan 2012

Bugün 23 Nisan Neşe Doluyor İnsan!

"Bugün 23 Nisan neşe doluyor insan" cümlesi ; 
"Bugün 23 Nisan işe gidiyor insan" şeklinde değişti benim için. 

İlkokulda her yıl mutlaka ya bir şiir, ya bir yazı okurdum, ya koroda şarkı söyler, flüt çalardım, ya da halkoyunu oynardım ama mutlaka bir görev kapardım törenlerde. Bu yüzden daha bir heyecan basardı beni 23 Nisan sabahları. Annem çalıştığı için törenlerde beni izlemeye gelemedi hiç, babamsa ilgisiz, sorumsuz olduğu için. Görevimi tamamlayıp sahneden inerken başlardım hıçkırıklarla ağlamaya. Herkes heyecandan sanırdı. Oysaki boynumun büküklüğündendi. Arkadaşlarımın anne-babalarını onları fotoğraf çekerken, alkışlarken, sahneden inerken öperek, koklayarak kucaklarken görünce özenirdim çok. Bir gün ben de anne olursam bugünlerde çocuğumun yanında olacağım mutlaka dersimi aldım.

Bugün çalışmasaydık arkadaşlarla içimizdeki çocuğu parka oynamaya götürecektik ya da okula tören izlemeye. Ama iş yerimizde masalarımızın başındayız. Niye bugün tatil değil dediğimizde çocuk musunuz siz? diyor patronumuz. Tamam çocuk değiliz, kazık kadar insanlarız tabiri caizse ama çocukken "Çocuk Bayramı" kısmını kutluyorduk bu bayramın, şimdi kazık kadar olduk şimdi de "Ulusal Egemenlik" kısmını kutlayacaktık müsaade etseydiniz. 

Öğrenciliğin gözünü seveyim ben yaaeee!!

Milli bayramlarda çalışan biri olarak nerede o eski 23 Nisanlar diyorum :) Ahhh ahhh....

Atamıza bu özel günü çocuklara armağan ettiği için minnettarız. 
Her ne kadar çalışıyor olsak da ruhumuz tören alanlarında bayrak sallıyor şu an...

Haydin size iyi bayramlar ben şimdi patronun masasına fotoğraf çektirmeye gidiyorum. Bir günlüğüne büyüyüp patron olacağım..

20 Nisan 2012

Pilim Bitti Benim.


Sevgili Blog,

Sana belli etmemeye çalışıyorum ama haftalardır tarif edilemez bir yorgunluk var üzerimde. Ne kadar erken yatarsam yatayım, ne kadar çok uyursam uyuyayım illa sabah alarm çaldığında defalarca beşer dakika erteleniyor o saat. Amaaan şimdi yatayım sabah erken kalkar yaparım dediğim duşlar hiç yapılmıyor. Her gün duş yapmayı adet edinen ben bir gün bile ertelesem bu işi sanki aylardır yıkanmamışım da kokuyormuşum gibi hissediyorum. Kendimi böyle kötü hissedeceğimi de çok iyi biliyorum ama yine de yapmıyorum. Yalan değil elimi kaldıracak enerjim yok. Neden böyle bilmiyorum. Kendime izin vereyim şimdi yatıp dinleneyim, uyuyayım, yarın erken kalkarım ne yapmam gerekiyorsa yapıyorum diye yatağa atıyorum ya kendimi ama işin kötüsü uyuyamıyorum da.

Servisi şans eseri kaçırmıyorum. Ama şansımın da bana tahammülü kalmadı artık biliyorum. Yeter bee kaldır koca kıçını da bir gün de erken uyan diye sövüyor bana, biliyorum. E haklı da. Böyle üzerimde atılamayan ve her gün üzerine ilave edilen bir yorgunluk var. Bu yorgunluğum nedeniyle de sabahları serviste sızıyorum ister istemez. Umarım horlamıyorumdur. Yoksa ne rezillik yaa öyle hor hor hor.

Bir de başım ağrıyor sürekli ve sanki gözlerime iğneler batıyor gibi. Köz kapaklarım da balon gibi şiş. Biraz daha şişerse Çinliler ya da Japonlar gibi çekik gözlü olacağım. Kışın o gri, kasvetli insanın ruhunu daraltan havası yavaş yavaş terketmeye başladı buraları ama beni terkedemedi anlayacağın. Ne makyaj yapasım var, ne saçlarımla uğraşasım. Tecavüze uğramış gibiyim. İçinden ruhu çıkmış bir et yığını gibiyim. Yolda yürürken yer ayağımın altından kayıyor da düşecekmişim gibi oluyorum. Hele ki merdiven iniyorsam demire tutunmadan inemiyorum. İşteyken de klavyenin üzerine yığılacakmışım gibi. Çişim geliyor da tuvalete bile gidesim yok. Utanmasam altıma işeyeceğim. Osurmaya bile üşeniyorum. Durumum bu özetle. Herkes sen iyi misin? neyin var? diye soruyor. İyiyim diyorum, geçiştiriyorum. Yalan lan hiç iyi değilim aslında. Mal mal bakınıyorum etrafa öyle boş gözlerle.

Yorgunum çok. Muhtemelen de sebebi çok tanıdık. Bir yığın erkekle uğraşmaktan, onları anlamaya çalışmaktan, alışmaya çalışmaktan, kendimi anlatmaya çalışmaktan yorgunum. Her konuda tuttuğumu koparıyorum, aklıma koyduğumu başarıyorum da bir şu gönül işlerinde dikiş tutturamıyorum. İyi bir sevenim ama iyi bir sevgili olmayı beceremedim bir türlü. Benim ağzına sıçtığımın kaderim de yemiyor içmiyor ağ örüyor. Senaryo hep aynı. Çabalıyorum ve sonuçta hep elimde kocaman bir sıfırla kalıyorum. Bildiğin hep başa dönüyorum, her seferinde biraz daha yorgun, biraz daha karamsar. Evet arada yüzümü güldüren şeyler olmuyor mu, oluyor. Ama kocaman bir boşluğu doldurmayacak kadar küçük sevinçler. Sabun köpüğü gibi hemen yok oluveriyor bir de. Bu boşluğu nasıl dolduracağımı da bilmiyorum. Korkuyorum ki o boşluk daha da büyürse hiçbir şeyden zevk alamayacağım gibi. Yani anlayacağın boku yemiş durumdayım. Daha önce her türlüsünden depresyona girmiş, bu konuda master yapmış biri olarak biliyorum ki bu depresyon değil. Ama bu ne ağzına sıçayım? Ne bu?  Yorganın altına girip aylarca çişe bile kalkmadan uyumak istiyorum. Bu arada da bu lanet miskinlik bir an önce defolup gitsin benim üzerimden. Yoksa arabeske bağlayıp hepinizin içinizi karartacağım. Hadi ben tuvalete gidiyorum hem bir işeyeyim hem de kestireyim biraz biri gelip kapıyı çalana kadar.

19 Nisan 2012

Ayyy Çatlamışş Buuu

*Eski sevgilim olacak dallamanın beni unutup unutmadığını,
*Sırf o görsün diye herkese açık yaptığım Facebook paylaşımlarımdan beni takip edip etmediğini,
*Yeni bir sevgili yapıp yapmadığını,
*Yaptıysa nasıl, nerede ve ne zaman tanıştıklarını?
*Hatunun benden daha güzel olup olmadığını (böyle bir şeye ihtimal yok tabisi ama varsayalım)
*Zaman zaman görüştüğüm ve bir türlü benim diyemediğim Zafer'in aklına gelip gelmediğimi,
*Tuna'nın neyin kafasını yaşadığını,
*Bodrum tatilinde tanıştığımız ve benim epey bir hoşlandığım Deniz'în beni özleyip özlemediğini,
*Şayet bunlardan iş çıkmayacaksa beyaz atından vazgeçilen kendi gelsin razıyım denilen prensin ne zaman, nerede karşıma çıkacağını, (hayır yani bazen çok paspal olabiliyorum ona göre üstüme başıma dikkat ederim baa'bında)

Böhöhöytt çok uçtuk biraz da şimdiki zamana dönelim;

*Yoldaki yeğenlerimin cinsiyetlerini
*Türkiye kupasını kimin alacağını,
*Aziz Yıldırım şerefsizinin ne bok yiyeceğini,
*Can Bonomo'nun Eurovision'da kaçıncı olacağını,
*Ağda yaptırdığım halde kasığımda oluşan kıl dönmesinin bu ilaçlarla geçip geçmeyeceğini,
*Beyaz pantolonuma ne zaman cuk diye girebileceğimi,
*Erkek güzeli, sempatikliğin, sevimliliğin, sıcakkanlılığın tavan yaptığı Yunan asıllı Alman tedarikçimiz Philipp'in Mayıs ayında ithal edeceğimiz makinanın ardından Türkiye'ye gelip gelmeyeceğini,
*Gelirse geçen sefer teknik engeller sebebiyle yiyemediğimiz ama sözleştiğimiz akşam yemeğimizi yiyip yiyemeyeceğimizi,
*Performans değerlendirilmesi sistemine geçen şirketimizin Haziran'da bana ne kadar zam yapacağını,
*Şirkette hiç kutlanmamış, hep unutulmuş bu yıl burada 5.sini geçireceğim doğum günümde kutlama yapıp yapmayacaklarını...
*Yaparlarsa ne hediye alacaklarını,
*Üzerine nal kadar Selma yazdığım 0,5 uçlu orjinal Rotring kalemimi kimin çaldığını,
*Şirket tuvaletini boklu bırakan hemcinsimin kim olduğunu,

vee en çoktaa Sebastian Pinto'yla ne zaman tanışacağımızı.....

Valla billa, cidden, essahtan çok merak etmekteyim.

supercellma

Durum Raporu

Diyetimin 14.gününde 2,5 kilo kaybetmenin mutluluğunu yaşıyorum. Zaten bel çevremdeki simitte gözle görülür şekilde küçüldü :) Kaç kiloydum kaç kilo olmaya çalışıyorum bunu yazmıcam. Ne gerek var. Önemli olan kaç kilo verdiğim değil mi :) Ehehehehe ben de öyle düşünmüştüm :)







Öğle yemeklerimde bol malzemeli salatalarıma tam gaz devam :)












Ara öğünlerde 3 tane yediğim atıştırmalık bisküvilerim yeni bir bisküvi keşfettim. Kokusu da tadı da çok güzel. Böyle ot gibi bir light bisküvi yiyiyormuşsunuz hissine kapılmıyorsunuz. Normal bir bisküvi gibi.











Bu da gün içinde her fırsatta içtiğim hatta bağımlısı olduğum Doğadan Büyülü Bohça Elmalı çay. Diğer poşet çaylar gibi değil kesesi bile çok güzel.

Bir de tüm bunlara ilaveten geçen Cumartesi aktardan aldığım malzemelerle Metabolizma hızlandırıcı çay yaptım. Pazar gününden beri içiyorum şişkinlikten eser kalmadı. Ohh be dünya varmış dedim. En kısa sürede onunla ilgili yazımı da postalıcam. Böyle giderse beyaz pantolonuma kavuşmama çok az kaldı...

Takipte kalın :)

supercellma

17 Nisan 2012

Günaydın Sevenlerim Ne Güzel Bir Gün Değil mi ^_^

Yuppiiiiiiiiiiiiiiiiiiieee ^_^

Bugün şahane, harika, mis bir gün benim için..

Niye??

Feriha teyzeciğimin 1986 yılında dünyaya getirerek insanlığa kattığı nadide güzellik hakiki orjinal manyak Mihrican'ımın doğum günü. İyi ki doğmuşsun lan deli karı :)
















Hafta içi her sabah işe gelirken serviste dinlediğim Power Morning Team'a canlı yayında bağlandım. İşte benim meşhur cırtlak sesimle bugünkü canlı yayının Podcast'i...

http://www.powerfm.com.tr/PowerPlayer/1/2394/podcast

Onlara eğlenceli bir soru sorarak yurtiçi istediğim bir yere gidiş dönüş uçak bileti kazandım. Ne zaman ve nereye gideceğime ben karar vereceğim biraz para biriktirip ilk fırsatta fiuuuuuu uçmak istiyorum. Ben daha önce hiç uçağa binmedim. Bu, Allah gitmeyi nasip ederse benim ilk uçak seyahatim olacak. O yüzden daha bi sevindim yani.

Programı dinleyenler bilir bilmeyenler için şey ettiriyorum bu programın ilk kısmında dinleyici canlı yayına katılarak Power Morning Team a bir soru soruyor, ekip bu soruyu bilemezse sorunun eğlenceli, komik, ilginç bir soru olmasına bağlı olarak çeşitli hediyeler kazanıyor. Bir de üstadlarla gündem, Yabancı isimlerin Türkçe karşılığı gibi bölümleri var, dinlerken gülmekten kırılırsınız. Ben PMT'ye yaklaşık 1 yıl önce katılmış ve PMT plaket kazanmıştım. Bu ikinci katılışım oldu ve bu kez yurt içi gidiş dönüş uçak bileti kaptım :)

Gelelim en önemli en çok sevindirik olduğum habere... İlkokul arkadaşım sevgili Sanem, benim manyaklık derecesinde hastası olduğum Pinto'yla aynı sitede oturuyormuş. Facebooktan yazıp çizmelerimden görmüş olacak ki bize gel Pinto'nun kapısına gidip tanıştıralım seni yazmış. Ayy harika bir fırsat bu yaa! Pinto'ya gideceğim günü sabırsızlıkla bekliyorum. Onu birkaç metre mesafe de görebilmek düşüncesi bile beni sevinçten uçurmaya yetti yani görsem ne olur bilemiyorum!! Şaka şaka biliyorum :) Herifin boynuna atlayıp patır patır söyleyeceğim söyleyeceklerimi ingilizce bilmiyorsa o zaman sıçtık işte. Neyse ya beden dili diye birşey var ben bir görüşeyim bir tanışayım da her türlü anlatırım ona derdimi :)

Bu kazandığım hediyeyi en iyi şekilde anlatan süper bir kompozisyon fotoğrafı. Supercellma PowerFM'den kazandığı uçak biletiyle uçacak. Oleyyyy :)


Sanemciğim huu huuu ilk fırsatta ve her fırsatta sendeyim!

Bir çadır alıp sitenin bahçesine çadır kent kurup, Pinto'nun camının önündeki kaldırımlara sprey boyayla I love youuuuu Pintoooo yazıp Mahsun Kırmızıgül'ün tek kaşı aşağıda arabesk moduna bağlayıp, site sakinlerinin verdiği yemeklerle beslenip, Pinto'nun dikkatini çekene, onunla tanışana kadar beklemek gibi bir B planı da yaptım şimdiden, ne olmaz ne olmaz :) Kapısına gidip tanışma planı tutmasın yaparım da vallahi.

Allah'ım sana çok teşekkürler. Bugün, dün yaşadığım stres, gerginlik dolu günden sonra ilaç gibi geldi bu gelişmeler, bu süprizler, bu haberler. Bir de şu Pinto duamı kabul edersen daha çok sevineceğim. Amin. Amin. Amin. Amin...

supercellma


16 Nisan 2012

Dramatik Bir Aşk Hikayesi: Bir Öküz Sevdim.

Bunca harfi, bunca satırı yorarak tükettiğim adamın aradan geçen onca zamanda değişebileceğine ihtimal vermek ne büyük aptallıkmış. Cümle alem bu nasıl aşkmış, bu nasıl tutkuymuş deyip anladı da benim nasıl sevdiğimi, yazılarımın öznesi anlamadı gitti. Anlayacağı da yok. Aman iyi ki de yok. Ben zaten onu değil, birini böylesine delice sevmeyi özledim.

Perşembe akşamı mesaideydik. Sevgiliyken bana sürekli mırıldandığı, hatta sürekli o şekilde hitap ettiği Ferhat Göçer'in "Aşkların En Güzeli" şarkısı radyoda çıkınca "Bu şarkıyı dinlediğimde hep sen geliyorsun aklıma, umarım iyisindir Birol" mesajıma "Güzel şarkı, halı saha maçım var ben de ona yetişmeye çalışıyorum" cevabını veren biri, ayrılığımızın üzerinden geçen 1,5 yılda öküzlüğüne, moronluğuna, odunluğuna dair hiçbir şey kaybetmemiş hatta üzerine katarak istikrarla devam ediyor demektir.

Güzel şarkıymışmış! Allah razı olsun bilmiyordum iyi ki söyledin. Neyse ki halı saha maçına gidiyormuşsun sosyalleşme konusunda bir ilerleme kaydetmişsin. Adına çok sevindim hatta gözlerim yaşardı. Ben ara ara aklıma geldiğinde ne zaman böyle bir mesaj atsam verdiğin o gerizekalı cevaplar sayesinde aman iyi ki ayrılmışız, seninle ömür mü geçerdi lan!! diye düşünmekte yanılmadığımı bir kez daha anlıyorum. Keşke bir kere de ben yanılsaydım. Bir beklenti içermeyen, tamamen bak ne olursa olsun ben hâlâ seni hatırlıyorum, hem arada bir hal hatır soracak hukukumuz var ya buna güvenerek yazıyorum niyetiyle yazılan bir mesaja böyle ahmakça bir cevap vereceğine hiç vermeseydin daha iyiydi. Boşuna dememiş atalarımız can çıkar huy çıkmaz diye.. Sen hâlâ aynı tas, aynı hamamsın. Üzerine yoğurt döksem cacık olmaz senden. Nasıl sevdim ben seni, neyini sevdim bilmiyorum. Bu koca kafama sıçayım ben!!! En cıvığından hem de!!!

15 Nisan 2012

Gerçek olamayacak kadar rüyaydı aşk...

Gerçek olamayacak kadar rüyaydı aşk ve ayrılık rüya olamayacak kadar gerçekti. Bu ikisi arasındaki zamana da yaşanmışlık diyorlardı...

Tarih: 25 Nisan 2010 günlerden Pazar.

Bir başkasıyla görüşmek için gittiğim İstanbul seyahatimin dönüşüydü. Annem 20:30'a aldığım dönüş biletimi eve varışım çok geç olacak diye daha erkene almamı istedi. 19:15 otobüsünde iptal edilen bir bilet buldum ve hemen annemi arayıp haber verdim.

İstanbul'a giderken okumaya başladığım Elif Şafak'ın Aşk kitabı bitmek üzereydi.

Şu Aziz'in rahatsızlanıp ölüme doğru gittiği sayfalardaydım. Kitap almış götürmüş beni. Ben mi onu okuyorum, o mu beni yazıyor anlamadım. Kulağımda kulaklıklar bir yandan da müzik dinliyordum. Ara ara gözyaşlarıma engel olamadan okuyorum son sayfaları yanımdaki yol arkadaşım teyzenin şaşkın bakışlarını görmezden gelerek  Otobüs Ataşehir terminaline geldi. Hemen yan taraftaki koltuklardan koridor tarafındakine sen geldin. Laptopunu üst rafa koyup oturdun. Gözümde güneş gözlüklerimin olmasından faydalanarak iyice bir baktım sana. Upuzun ve ince bir delikanlıydın. Tıpkı Ella'nın Aziz'i gibi. Kitap hep aşkın kendini bir ummana salıvermek olduğundan bahsediyordu insanı bir nehire benzeterek. Ben de öyle yaptım. Belki de hayatımda ilk kez tanımadığım bir erkeğe bakmaktan, onunla göz göze gelmekten çekinmedim, hem de saatlerce. Bursa'ya geldiğimizde ise senin, seninle bakışmalarımızın bir yolculuk macerasından ibaret olacağını düşünüp indim otobüsten. Ta ki valizimi almak için muavini beklediğim yerde sen yanıma gelip "Hangisi sizindi?" diye sorana kadar. "Şu turuncu olan" dedim. Elindeki laptopunu bana verip benim valizime yöneldin. İster istemez bekledim seni biraz kenara çekilerek. Sonra kendi valizini alıp geldin. "Ben Birol" dedin, ben de şaşkınca "Selma ben de" dedim. Ellerimiz dolu olduğu için valizleri, çantaları yere bırakıp tokalaşmıştık, hatırlar mısın? Hemen kısaca kendimizden bahsettik. Sen İstanbul'da yaşıyordun, özel bir bankada denetimciydin ve Bursa'ya iki haftalığına iş için gelmiştin. Beni öğrenci zannetmene ne gülmüştüm içten içe hoşuma giderek. Taksi duraklarının oraya geldiğinde "Ben otobüsle gideceğim, memnun oldum Birol" deyip ayrılacakken sen "Olur mu hiç seni evine kadar bırakalım ben sonra otele dönerim" demiştin. Takside bolca konuşmuştuk. Telefon numaramı istemiştin kaydederken ismimin çok güzel olduğunu belirterek.

Eve vardığımızda ben "Görüşürüz" deyip inmiştim taksiden ve nitekim de öyle olmuştu o iki hafta boyunca her akşam görüşmüştük.

Kapıyı annem açmıştı ve ben "Anne ben aşık oldum" haykırışıyla girdim eve. Ne oldu kız Nutellaya'mı diye sormuştu annem. Öyle ya ben Nutella'yla görüşmek için gitmiştim İstanbul'a. Hayır be annecim ne Nutella'sı onunla görüşmedik bile. Birol diye biriyle tanıştım, hem de dönüşte, otobüste. Yol boyu bakıştık ve terminalde tanıştık. Hatta eve bile o bıraktı beni taksiyle dedim. Annem şaşırdı, ama sevindi de belli ki. Tam o sırada senden mesaj geldi. "Elif Şafak'a bir teşekkür borcum var onun sayesinde bakıştık ve tanıştık senle" diye. Gülümsemiştim. İlk fırsatta okuyacağını söylemiştin kitabı.

Ertesi gün şirketteki herkes bende bir haller olduğunu hissetmişti. Akşama görüşeceğimizi düşünerek İstanbul'dan aldığım ceketimi ve kotumu giymiştim senin boyunun uzun olduğuna güvenerek en yüksek topuklu ayakkabılarımla birlikte. Gün içinde hiç mesajlaşmamamız acaba görüşmeyeceğiz mi sorusunu uyandırmıştı bende. Ama çok geçmeden içimi rahatlatan mesaj gelmişti. "Akşama birlikte yemek yiyebilir miyiz bir planın yoksa?" Hiç naz yapacak kendimi ağırdan satacak durumda değildim. Bildiğin aşık olmuştum hem de hayatımda ilk kez. Peki dedim, saat 19:00'da Kent Meydanı'nda buluşalım. Birlikte güzel bir akşam yemeği yiyip kahve içmek içinse Nalbantoğlu'ndaki Siesta'ya gitmiştik. Bir gün son buluşmamızı ve ayrılık konuşmamızı orada yapacağımızdan habersiz.

Annemin yeter kızım bu akşam görüşme bari çocuk yanlış şeyler düşünecek hakkında deyişlerine aldırmadan her akşam iş çıkışı senin yanında alıyordum soluğu, öylesine heyecanlı, öylesine istekli. Her gün bir başka model yapıyordum saçlarımı, en güzel kıyafetlerimi giyiyordum. Ve üçüncü akşamın sonunda beni dolmuşlara bırakmak için yürürken tutmuştun elimi. Ne heyecanlanmıştım Yarabbim. İlk defa bir erkeğin elini tuttuğu liseli bir kız gibiydim resmen. Kalbim yerinden çıkacak gibi olmuştu. Cuma günü Bursa'ya gelirken benimle tanışacağını bilmediğinden haftasonuna rezervasyon yapmadığın için İstanbul'a dönmüştün. Pazar günü öğleden sonra tekrar gelmek üzere.

O bir buçuk gün geçmek bilmemişti. Ve her saat başı özledim mesajları atmıştık birbirimize. Pazar günü öğleden sonra geldin. Her zamanki gibi Kent Meydanı'nda buluştuk. O gün kuzenimin lohusa mevlüdü vardı hiç unutmam. Sen "Sana bir hediye aldım İstanbul'dan küçük bir şey ama aynı zamanda da büyük bir şey" demiştin. Tahmin edememiştim ne olabileceğini. Hava mis gibi bahar havasıydı. Elele yürüyük epey. Önce Balibey Han'a gidip tost yedik. Sonra yürüyerek Kültürparka gittik. Lunapark kısmına girip oyuncaklara bile bindik. Dönme dolapta öpmüştün beni ilk kez. Zaten ona binerken aklıma da gelmişti bu. Sonra dondurma yedik birlikte bir de dudaklarımızı pembe pembe boyayan pamuk helva. Yavaş yavaş eve dönme vaktimin geldiğini hatırlatan telefon gelmişti annemden. Dönüşte birlikte otele gittik hediyeyi almak üzere. Ben yukarı çıkmak istememiştim. Lobide bekleyeyim dedim. Sen hayır olmaz deyip elimden tutarak çekiştirmiştin beni. Odaya girdik. Beni yatağa oturttup gözlerini kapa dedin. Meraktan mı ölecektim heyecandan mı bilemiyorum.

Gözlerimi açtığımda kocaman bir poşetin içinden kocaman bir Behlül'ün odasındaki Eyfel tablosundan çıkmıştı. Perşembe akşamı Altıparmak'ta yürürken ne güzel tabloymuş yarın bir gün evlenirsem bundan almak istiyorum evime demiştim. Sen de bunu unutmayıp almıştın bana o tabloyu. Hem söylediğim şeyi önemsediğin için mutlu olmuştum hem de çok istediğim bir şeyi aldığın için. O sevinçle boynuna sarılarak öpmüştüm seni yanağından. Bir on dakika öncesine kadar baş başa kalma korkumun yerini yanından hiç ayrılmamak isteği almıştı. Birlikte çıktık otelden. Sen beni taksiye bindirdin. Ben arka koltuğa zor sığan tabloyu gözetleye gözetleye eve geldim. Daha bir hafta önce aşık olan kızını bu kez elinde kocaman bir hediyeyle gören annem yeni bir şaşkınlıkla karşı karşıyaydı. Bu ne dedi? Birol getirmiş bana İstanbul'dan dedim. Ay Behlül'ün odasındaki tablodan değil mi bu dedi? Evet dedim ondan, ama biraz küçüğü. Elimde tabloyla dolandım saf saf evin içinde. Öyle ki onu en güzel yere asmak istiyordum. Yatağımın başına asmaya karar verdim. Gece yatarken en son, sabah kalktığımda ilk göreceğim şey olması için.

İkinci hafta günler öyle hızlı geçmişti ki Cuma'nın nasıl olduğunu anlayamamıştım bile. Perşembe akşamından vedalaşmıştık Cuma günü iş çıkışı görüşemeyiz diye. Ben sana sürpriz yapıp iş çıkışı seni uğurlamaya terminale gelmiştim,  amma şaşırmıştın beni görünce ve ne çok sevinmiştin, hatırlıyor musun? Dayanamayıp ağlamıştım ben sana el sallarken ve sen birkaç hafta sonra görüşmek üzere gitmiştin gelirken aklının ucundan bile geçmeyen bir şekilde aşık olduğun kıza el sallayarak. Bense seni tekrar göreceğim güne geri sayım yaparak geçireceğim günlere başlamıştım otobüsün hareket etmesiyle.

Böylesine tutkuyla, böylesine heyecanla, böylesine özlemle başlayan ve tesadüf denmeyecek kadar kader olan bu aşkın, bir gün kırk yıl hatırı kalacak ilk kahvemizi içtiğimiz yerde ellerimizin birbirini sımsıkı tutarak bitmesi olacak şey miydi? Ve bunca satır, bunca kelime, bunca harf dökerek anlatabildiğim, o yaşanmışlık denen şeyin ancak ufak bir kısmıyken...

11 Nisan 2012

Alemin Derdi Ben Olmuşum da, Ben Dişi Olduğuma Göre Zamanında Kim İyi Koymuş Bilemiyorum!

Naptığı, nettiği, ne kadar mıçtığı, ne kadar osurduğu yemeden içmeden annesine yetiştirilen esas kızımızdan Hızlı ve Öfkeli Selamlar Blogcum

Önceki gün annem geldi. Böyle bir ıkınıyor sıkılıyor bir şeyler söyleyecek de söyleyemiyor gibi. Kendi haline bıraktım. Birer çay koydum porselen fincanda. Biraz rahatlasın nasılsa dökülecek derdi neyse diye. Aradan bir yarım saat geçti geçmedi başladı bizimki patır patır dökülmeye. Sen bilok mu ne yazıyormuşsun internete, neymiş? nasıl bir şeymiş o meşhur mu olacaksın sen bakayım?? Ayy anne deyip güldüm senden de gizli kalmıyor hiç bir şey Müge Anlı gibisin vallahi. Dalga geçme be hayvaan deyip kızdı tatlı sert. Annem biraz kızınca hayvan diye bağırır ama çok tatlı söyler bunu. Çok kızarsa konuşmaz zaten karartır kendini oturur. Annemi sırf hayvaaenn diye hafif gülerek bağırsın diye kasten kızdırdığımız olur. Böyle de enteresan bir aileyiz. Çayını çabuk içti bu kez. Normalde soğutur da içer. Bir an önce konuya girmek ister gibiydi. Ben de özellikle kalkıp doldurmadım boşalan fincanını. Bekledi bekledi aldı fincanı mutfağa yöneldi. Tezgahın oradan seslendi. Ne gibi şeyler yazıyorsun bakayım sen? Ayıp şeyler yazmıyor sun demi doğru söyle?  Hah anne işte ben de konunun ne zaman buraya geleceğini bekliyordum sabırsızlıkla!

Benim annem interneti, Facebooku, Msni biz eve 2008'de bilgisayar alınca öğrendi. Ne bilsin kadın, ne işi var ki internetle. Okuma yazması bile yakın gözlüklerini takarsa ancak heceleyerek var. Çünkü benim annem Bafra'da köy okulu çok uzak olduğu için okula gönderilmemiş. Bursa'ya göçtüklerindeyse ilkokula başlayan yaşıtlarından 5-6 yaş büyük ve iri bir çocuk olduğu için kendisi utanmış okula gitmeye. Cahillik işte. Zaten 14'ünde evlendirilmiş babamın kara kaşına kara gözüne, dedemin o zamanki mal varlığına aldanılarak. Okuma yazmayı da erkek kardeşime hamileyken açılan okur-yazarlık kurslarında çat pat öğrenebilmiş kendine yetecek kadar biliyor. Çok becerikli kadındır o ayrı. Pratik zekalıdır da. Üniversite mezunuyum diyen tonlarcasını donunda sallar. Ama şakır şakır bir gazete bir kitap okumaya hasretim der hep, içlenir ağlar bazen. Diyeceğim annemi bilgisayarla bir odaya kilitlesen bu bilgisayarı açana kadar odadan çıkamayacaksın desen annem odada boğularak ölür yine de açamaz bilgisayarı. Kapalı bilgisayarın tozunu alırken bile bir yerini bozacağım diye ödü kopar. O derece bilmez yani.

Ama annemi bu sosyal paylaşım sitelerinden daha da önemlisi benim o sitelerde an be an ne yaptığımdan haberdar eden bir baykuş var. Tabi siz baykuş dediğime bakmayın bayan da olabilir. Bir elime geçirirsem var ya o tüylerini itinayla yolucam bağırta bağırta.  Laptopumu da aldım kucağıma. Başladım anlatmaya. Pür dikkat dinledi. Hatta birkaç yazımdan bölümler okudum. Anne blog yazmak kötü bir şey değil. Sana kim nasıl anlattı bilmiyorum ama. Gerçi bilmek istemiyor da değilim hani. Neyse işin o kısmıyla sonradan ilgileneceğim. Ben yalnız yaşamaya başladığımdan beri zaman zaman duygu yoğunlukları yaşayıp bunları yazarak hiç tanımadığım insanlarla paylaşmaya başladım. Tanımadığın insanlara güven olmaz dersin sen şimdi. Tanıdıklarımıza güvendim de ne oldu be anne? Besbelli en yakınımdaki insan demeye utandıklarım fişfirledi hep beni sana, size. Sanki geceleri barlarda, pavyonlarda konsomatrislik yapıyordum, ya da sanki uyuşturucuya bulaşmıştım. Ayrıca bunları bile kınamamak gerek her insanın başına gelebilecek şeyler. Alt tarafı eğlenmeyi seviyordum be anne genç insan değil miyim tek kötü alışkanlığım da senin içme şu zıkkımı dediğin alkoldü. Başka sizi utandıracak hiçbir şey yapmadım hiçbir zaman ben. Tanımadığın insanlar seni eleştirmiyor. Önyargılı yaklaşmıyor. Seni anlamaya tanımaya çalışıyor. Onlara daha rahat döküyorsun içini. Tıpkı psikoloğa gidip anlattığın gibi. Bu yazma işi bana ruhen ilaç gibi geldi yazdım yazdım. Devamı geldi. 3 aydır falan da yazıyorum. Ben hemen herkesin aklından geçipte birçoğunun yazmaya cesaret edemediklerini yazıyorum her zamanki gibi kırpmadan, üzerine katmadan. Evet bazen küfür ve argo da eklediğim oluyor. Ama ben küfretmenin kendi blogunda yazı yazarken kötü veya ayıp bir şey olduğunu düşünmüyorum. Ayıp dediğin şey de büyüklerimizin uydurması şeyler. Artık zaman değişti. Şimdi ki ayıp kavramı çok farklılaştı. Burası benim kim ne der kaygısı yaşamadığım tek yer anne. Gerçekten antidepresan gibi. Yazıp yazıp rahatlıyorum. Amacım meşhur olmak falan da değil ayrıca. Olsam da aman olmayım demem. İstemem ama yan cebime koy olayı. Ama amacım meşhur olmak olsaydı liseden sonra tiyatroya devam ederdim. Kendin demiyor muydun hep çok yeteneklisin dizilerde filmlerde oynarsın sen diye? Ee rahatladı mı için. Yok hala iki nokta üstüste ve S endişeli surat. Ben bilmem mi kaç yıllık annem. Ne tür şeyler yazıyormuşum, kimler okuyormuş, tanıdıklar okuyor muymuş? Bakla çıkmaya başladı yavaş yavaş. Kurtlar Vadisi'nin Cendere müziği çalıyor beynimde arka planda. Tansiyonumun ibresi yavaştan yukarı doğru çıkmaya başladı. Suratım da kızarmaya. Eeee anne dedim? Biraz kızgın gibi yaparak. Sen çok sordun. Şimdi de ben sorayım. Kim söyledi bakayım senin kızın meşhur olacak internette yazı yazıyor diye? Tık yok. Nuh deyip peygamber demeyen cinsten. Arnavut damarı tuttu da söylemedi ya!! Neyse sohbetin sonuna doğru annem endişesinden, korkusundan arındı aferin kız hatta bunlarla da kalma kitap falan yaz imza gününde yanında göğsümü gere gere duracağım sana söz cümleleriyle kapattı konuyu. Ha ha ha gol 1-0!!!

Geçen yıl Sıla konseri gecesi çektirdiğimiz fotoğraflarda üzerimde şortu elimde bira şişesini gören bazı sözüm ona beni seven, iyiliğimi isteyen amcıkağızlı birileri yememiş içmemiş anneme yetiştirmiş. Gerizekalılar sanki annem benim ne giydiğimi, ne yediğimi, ne içtiğimi, ne bok yediğimi bilmiyor. Kimin evladını kime şikayet ediyorsunuz! Benim anne tabi yumuşak başlı. Şirret değil ki kalkıp sidik yarışına girsin karşısına gelip şikayet edenle. Benim haberim var, ben biliyorum kızımın ne yaptığını bile diyememiş safım. Ben çok uğraştım ama bu kişilik yoksunu tip ya da tipler -kaç kişi ya da kim oldukları hakkında henüz fikir sahibi olamadım- ilk zamanlar kendilerini iyi bir bok yedi , emellerine ulaştı zannettiler. Facebook'umdaki fotoğraf yorumları yetmedi bir de bir mail olayı patladı geçen yıl. Kendilerine teşekkürü bir borç bilirim. Sayelerinde yıllardır kurduğum ama aileme söylemeye kıçımın yemediği evden ayrılma, yalnız yaşama hayalim gerçekleşti. Zaten o mailden sonra evden ayrıldım. Onu yazdıranın kim olduğunu buldum da yardım ve yataklık edip yazanı hala bulamadım. Bulursam çin işkencesinden beter edicem. Etmeyen en adidir. Ama maili yazdıran valla billa talla dedim diyor söylemiyor kime yazdırdığını. Halbuki yemini bozsa 3 gün kefaret orucu tutar. Hem ben rahatlarım hem o başının etini yememden kurtulur da yok anam söylemiyorlar. Derin devlet sırrı gibi mübarek.

Bu benim fotoğraflarımı, gezmelerimi tozmalarımı bilimum aktivitelerimi takip edip aileme yumurtlayan, benim ailemle, arkadaşlarımla aramı bozmaya çalışan ve sonrasında o mail lanetine bulaşmış kişi ya da kişiler aynı çete mi değil mi bilemiyorum. Neymiş efendim benim iyiliğim içinmiş. Kime ne lan benim iyiliğimden. Size mi kaldı benim iyiliğimi düşünmek. Bir de böyleleri günahtan müslümanlıktan falan bahseder fetva verir ya sinir olurum. Siz elalemin arkasından iş çevirin, dedikodusunu yapın, insanları birbirine düşürün sonra kalkıp günahtan, müslümanlıktan bahsedin. Dinime küfreden müslüman olsa! Ama kul hakkı diye bir şey var siz çok iyi bilirsiniz hani çok müslümansınız ya. İşte ben size hakkımı helal etmiyorum cayır cayır yanın cehennem ateşlerinde inşallah. O sizin yüzünüzden insanlıktan çıkana kadar ağladığım günleri unutmadım henüz.

Buradan blogumla, benle, hayatımla ilgili arka plan çalışmalarına devam eden/lere seslenmek istiyorum. Sikimde bile değilsiniz. Pardon bu olmadı bunu söylemek için gereken donanıma sahip değilim. Kıçımda bile değilsiniz. Heh bu oldu. Benimle uğraşmayı bırakın. Bakın girip blog falan yazın siz de. Gerçekten çok faydalı. Hem kişisel olarak geliştirmiş olursunuz kendinizi. Dünya bu kız ne yapıyordan ibaret değil. Hem de içinizdeki fesatlıktan kötülüklerden uzaklaşırsınız falan. Yok illa da biz naletlik yapacağım/z diyorsanız. Hodri Meydan! Sizden korkan sizin gibi olsun. Benim birilerinden korkum, çekincem, gocunukluğum olsaydı Suratıma ben de PuCCa gibi bir film artistinin fotoğrafını koyar hiç bilinmedik bir adresle blog açar ordan atıp tutardım. Bense göğsümü gere gere yazıyorum. Çok şükür gizlim saklım yok. Benden size malzeme çıkmaz. Haydi naaaaşşşşş!!!!!

10 Nisan 2012

Yağmur da Gökyüzünün Gözyaşları Değil midir...?

Şarkısı



Servisten ineceğim yerden daha da önce inip başıboş yürüyeceğim bu akşam, sileceklerini çalıştıran arabaların hızla geçerken insanları ıslattığı kaldırımlarda. İnce ince üzerime yağan yağmura sövmeyeceğim, fönümün bozulmasına, ayakkabılarımın su almasına aldırış etmeyeceğim. Belki hava her an yağabilir deyip çantama koyduğum şemsiyeyi sapından bileğime asarak taşıyacağım, açmayacağım.

Yağmurda ağlamayalı, içimi dökmeyeli çok oldu. Yağmuru severim ben, gözyaşlarını belli etmez. Hem de iyi sırdaştır içini dökmek isteyene, arkadaştır. Hem yağmur da gökyüzünün gözyaşları değil midir aslında? Kendi damlasına katıp yanaklardan süzülen gözyaşlarını, alır götürür hüzünlerini. Yağmuru severim ben, ona karışmayı, onla akıp gitmeyi severim. 

09 Nisan 2012

Bir Gün Her Hikaye Biter.

Şarkısı

Eve az önce geldim. İçeri girer girmez yalnızlıkla karışmış kokun çarptı yüzüme. Daha birkaç saat öncesinde oturduğun çekyat bomboş. Sehpanın üzerinde içtiğin sigaraların izmaritleri duruyor. Onlar bile sen kokuyor sanki. Ben izmaritten nefret ederim bunlarıysa atmaya kıyamadım. Bu kez daha çok alıştım sana. Bu yüzdendir ki gidişinle sağır edici bir sessizlik kapladı evin her yanını. Yanında ağlamamak için zor tuttum kendimi. Sarılıp veda ettikten sonra dönüp el sallamayışım bu yüzden. Gözyaşlarımı gör istemedim. Arkamı dönüp kapıdan çıktığımdan beri ağlıyorum çünkü. Belki de bu yüzden ben vardım diye aradığında kötü gelmiş olabilir mi sesim?

Keşke burada olsan da yine sıkış tepiş uyusak. Bu yatak tek kişiye fazla büyük. Yastığıma birkaç tel saçın düşmüş, bardakta dudak izlerin var. Her şeyimi aldım, hiçbir şey unutmadım diyorsun da bende daha da derinleşen yerini ne yapmalı?

Çekyata oturdum. Dün gece, bu sabah, orada öylece durup sigara içerken gözlerini hiç kaçırmadan bakışların geldi gözümün önüne. En huzur bulduğum anlar onlar. Yokluğunda ardı ardına sıralarken cümleleri hafızamda, seni görünce hepsi nasıl da uçup gidiyor bi çırpıda. Bu yüzden hep seni dinliyorum dediğinde sessiz kalışlarım. Bir körün renkleri anlatması kadar zorken benim sana olan hislerimi anlatmak sense kalkmış bana ne var ki bende yıllardır vazgeçemedin diyorsun. Ah bi anlatabilsem!

Ben yine senden vazgeçmişken geldin bana. Tam artık kapatacakken içimdeki sen defterini. Hadi ilkinde görüşmeden bir şeylere karar veremeyeceğimiz için geldin. Peki bu kez niye geldin? Ve yine bana, sana ve hiç olamadığımız bize dair hiçbir şey konuşamadık. Ben defalarca sana açıldım, yazdım, döktüm içimdekileri, yine bi boka yaramadı, yine hiçbir şey değişmedi. Senden umudu kesip hayatıma birilerini sokmaya çalıştım, kendimi kandırıp sevgili olmaya çalıştım, hatta abartıp sevmeye çalıştım, bazılarında başarılı da oldum, alıştım, sevdim, benim sevgilim oldu, senin sevgilin oldu. Yine de kopmadık, kopamadık birbirimizden. Sen hep bir kenarında, köşesinde oldun hayatımın. Oysa ben istiyorum ki merkezinde ol. Biz niye sevgili olamıyoruz soruma "mesafeler" dedin. Aynı şehirde yaşayıp benim sana karşı hissettiklerimi hissedemediğim insanlar geldi bir bir gözümün önüne.  Bugün çıkıp gelsem İstanbul'a buradaki her şeyi bırakıp ne yapacaksın? ne diyeceksin? İlk gelişinde seni yıllardır tanıdığım halde ilk kez görecek olmanın verdiği merakın, acaba bana karşı ne hissedecek endişesinin yerini aa beni özlemiş bu yüzden aylar sonra tekrar geliyor sevinci aldı. Sabah telefonumda Bursa'ya gelmek istiyorum mesajını gördüğümde "yok lan rüyadır bu" deyip vurup kafayı tekrar devam etmiştim uykuma kaldığım yerden. O derece ciddiye almadığını düşünüyorum beni sen hesap et. Ben senin hep geçiştirdiğin, hırçınlaştığında yatıştırdığın ama kaybetmeyi hiç göze alamadığın biri oldum hep. Sen, beni isteyen onca insan umurumda değilken yıllarca hiç görmediğim halde kaybetme korkusu yaşadığım adamdın. Beni etkilemek için hiçbir şey yapmadığın halde ve ben sana seni sevmek konusunda hiç torpil geçmediğim halde hep en önemli yerinde oldun hayatımın. Sana kendimi, bendeki seni anlatmak bu kadar zor olmasaydı belki beni anlamaya çalışır, bana inanır, hayatımda olurdun zaten.

Ben yapabileceğim en güzel, en iyi, en büyük şeyi yaptım. Seni sevdim. Hep. Hayatım/ndaki insanlara rağmen. Vazgeçmeden. Biliyorum ki kader seni bana, benim sana hayır diyebildiğim zaman verecek. Bir gün her hikaye biter ama sen henüz başlatmadın bile...

Nutella'ya

(yağmur, votka, sen kokan izmaritler, gözyaşlarım.)

06 Nisan 2012

Yeni Ikea alışverişi ve Duvar Kağıdı Diy Projesi

Her ay öncelik sırasına göre tamamladığım ev eksiklerinin bir sonraki maddesi için dün akşam maaşı aldığım gibi çuff çuff evimizin herşeyi Ikea'nın yolunu tuttuk arkadaşımla. Sevgili Ikea evimle ilgili hemen her postumda sizden bolca söz ediyorum ama daha bi küçük çivi hediye ettiğinizi görmedim ayıp olmuyor muu heeee?? :):):)
Yakın arkadaşlarımdan birinin ev hediyesi olarak almak isteyip bir türlü uygun zamanı bulup almak için denk gelemediğimiz tabloyu aldık nihayet. Ahanda aşağıdaki fotoda elimde görüyorsunuz şu an :)
Tabloyu aldık almasına da bizim göz kararı, mağaza personelinin de "yaa abiii rahat rahat sığar yaaaaaaeeee" dediği tablo 140cm'lik enle sığmadı arabaya. Arka kapılardan birini kapatmasak da olur deyip açık gitseydik sığıyordu :) Öyle denedik olmadı böyle denedik olmadı bi de tabloya zarar vermek istemiyoruz sağından solundan çekiştirirken. Neyse ki tam bu arabaya sığmayacak en iyisi kargoyla gelsin derken ve ben yüzümü düşürmüşken aklıma gelen fikirle çözdük olayı. Ön koltukları yatırarak çaprazlama soktuk tabloyu kıç kadar ön kapıdan :) Güvenlik kameralarından halimizi seyredenler bi pislik yapıp Akıllı TV'ye falan vermez umarım o görüntüleri :) Harbiden tam filmdik yaaaa :)

Bu kutuları görünce aklıma puantiye sevdiğini bildiğimiz ve postlarında bolca puantiye gördüğümüz sevgili SMİLENA geldi :)
Mutfağımın perde ve örtülerini kırmızı-beyaz pötikare, puantiye ya da çizgili yapmaya karar verdiğim için fazlalık mutfak eşyalarımı toparlamak amacıyla bu kutuları aldım. Şimdilik deneme olarak birer tane aldım, yer ve ihtiyaç durumuna göre devamını alacağım.

Bir de malum yaz mevsimi kapıda artık içeceklere bol bol buz kullanılıyor diye balık ve deniz yıldızı formundaki esnek buz kalıplarıma pembe çiçekli olanı da ekledim...

Ikea'yı talan ettiğimiz yetmedi ordan çıktık Leroy Merlin'e... Önceden Mango senin Koton benim giyim mağazalarında dolaşan ben şimdilerde yapı marketlerinden çıkamıyorum heyyy yavrum heyyyy :)

Leroy Merlin'den duvar kağıdı, yapıştırıcı ve fırça aldık. Göyaa Anatolium'da yemek yiyecektik orada çalışan bir arkadaşıma uğrayacaktık yalan oldu. Ben bu gece duvarı kaplarım, kaplamazsam gözüme uyku girmez deyip şımarık çocuklar gibi tepinince tuttuk evin yolunu ve haşlama makarnaya talim ettik.

İşte duvarın eski hali. Alt taraflarında banyo bataryasından sızma nedeniyle kabarmalar oluşmuştu, ancak artık kabarmıyor sorun çözüldü. Ben de hem bu kötü görüntüyü yok etmek, hem de salona farklı bi hava katmak adına bu duvarı duvar kağıdıyla kaplayıp fotoğraf duvarı yapmaya karar verdim ve kolları sıvadım :) 
Makarna haşlanırken birinci parçaya yapıştırıcıyı sürmüştüm çoktan :) 
Ve dadadaammmmm tamamen kurumaya bırakılan duvarın yeni halii :)
Duvar kağıdı kaplamak düşündüğüm kadar zor bir şey değilmiş üstüne eğlenceliymiş bi de. Akşam eve gidip kuruyan duvarımı görmek için sabırsızlanıyorum. Sabah servisi kaçırmamak için koştururken inceleyemedim hiç :) He bi de söyliyeyim o alt taraftaki fazlalıklar kesilecek ıslakken kesmek zor olduğu için kurumasını bekledimm :)
Duvarıma asılmak üzere çekyatın üzerinde beklemeye alınan tablom. Duvar kağıdını kıskanmasın diye onu da tekrar fotoğrafladım :)


Ikea'da çerçeve bölümünde yarım saat falan dolandım tek tek inceledim hepsini, hangi çerçevelerden alacağıma karar verdim ama biraz tuzlu beğendiklerim. Mayıs maaşına kaldı çerçeve işi. Bir sonraki yazıda çerçevelerin asıldığı fotoğraf duvarım ve yeni alışveriş maceralarımla karşınızda olacağımm... Beni izlemeye devam edinnn :))

04 Nisan 2012

Yihihuuuuuu Hala oluyorum :)

19 Nisan 1993'te Büşra'nın doğmasıyla 9 yaşında minicik bir kızken teyze olan ben 2001'de Dilanur'un ve 2006'da Zührenaz'ın doğmasıyla teyzelik konusunda master degree yaptım. Büyük ablamın 19 yıl aradan sonra 38 yaşında kazayla hamile kalması sonucu 3 ay önce tekrar teyze olacağım haberi gelmişti. 10 dakika önce aldığım bir haberle de hala olacağımı öğrendim :)

Ben evlenip çocuk yapamıyorum ama kardeşlerim eksikliğini hissettirmiyorlar maşallah seri üretime geçtiler :) Benim küçük sevimli ailem yıllarla birlikte kocamann geniş bir aile oldu olmaya da devam ediyor. Ohh ohh süperr mini mini bebeler sevcez bol bol, birinden biri erkek olsa bari zaten elde 3 kız var. Ay neler alırım ben onlara bi belli olsun da cinsiyetleri.

Ben bebekleri çok seviyorum ama sürekli zırlıyorlar ya ne istediklerini de anlayamıyosun o zaman sevmiyorum işte. Gerçi ağlamasa da sevemediğim bebekler var ben öyle her bebeği her çocuğu sevemiyorum.

Erkek kardeşim ilk kez baba oluyor,  annem ilk kez babaanne. Ve biz 3 cadı görümce ilk kez hala oluyoruzz :) Offf bu aylar geçmek bilmicek şimdi. Allah sağlıklı bir şekilde kucağımıza almayı nasip etsin inşallah. Umarım doğurganlık özelliğimi kaybetmeden beni alacak birini bulup ben de doğururum bi taneee, yoksa böyle yeğen sevmeye devammm :)

03 Nisan 2012

Dikkat Bu Blogta Diyet Var!

Aboooowwww ben ne ara göğüs altıma dublex villa diktim lan? Malzemeden de çalmamışım hani. Hastalık şu bu derken hooop fırlatmışım göbeği öne, simitleri yana. Göğüs ve popo kısmında hiç bir değişiklik yok tam arasındaki 1 karış yer şişmiş, ne bir cm altı ne bir cm üstü. Pompayla hava basmışlar gibi. Hadi göbeği içeri çekerek yırtıyorum olayı da yanları nereme çekeyim anacım?

Zaten kış mevsimi kilo almaya çok müsait benim iştah zaten Allah vergisi açık bunlar yetmezmiş gibi bi de 2012'yle birlikte gelen hastalıklarım da bonus oldu. Al vitamini iç kan şurubunu otur. Yemesem kendine dikkat etmiyorsun oluyor, hasta oluyorum - ilaç içiyorum - kilo alıyorum, yesem kilo alıyorum. Yukarı tükürsem bıyık, aşağı tükürsem sakal durumu. Ya Allah'ım sen beni niye yiyip yiyip 49'dan 50'ye çıkmayan çıtıpıtı hatunlardan yaratmadın? Hadi bunu geçtim bari içtiğim su yaramasın çok mu şey istiyorum yaaaaeee :((

Tam Halil Sezai gibii isyaaaaan diye bağıracaktım derin nefes almak için kafamı öne eğdim göbeğimi gördüm, vazgeçtim. Hemen acil durum eylem planı yapmam gerek dedim. Gittim markete sepetimi salata malzemeleriyle, Corn Flakes türevleriyle, Diyet bisküvileriyle, form çaylarıyla doldurdum bir heyecan, bir telaş nefes nefese döndüm eve. Hadi zaten terledim dedim bi de o gazla çıktım banta kısa günün kârı 35 dakika 2,8 km 230 kaloriyi gördüm.

Ben gün aşırı yürümeye başlayalı çok oldu. Neredeyse 3 hafta falan. Şu yazımda bantla aramızdaki ilişkiden uzunca bahsetmiştim ama farkettim ki yalnızca sporla olmayacak bu iş gırtlağı da kısmak gerek. Offff yaa en sevmediğim kısım. Koca kış aman bi güncükten birşey olmaz deyip başlarda haftada birkaç günle başlayan sonrasında Allah'ın her günü yediğim açmalar, poğaçalar, punçlar artık pastane vitrinlerinde karşıdan sadece ağzımın suyunu akıtarak özlemle baktığım şeyler olacak. Çikolata, tatlı, hamur işi, cips, Cola ve sevdiğim bir çok şeyle küstüm. Uzun bi süre de barışmayı düşünmüyorum. Onların yerine salata türleriyle ilgiliyim şu aralar. Kahvaltıda da öğlende de akşam yemeğinde de salata yiyiyorum. Kahvaltıda yalnızca salata, öğle ve akşam yemeğinde ise yemeğe ek olarak. Kahvaltıda tüketmem gereken peyniri, öğle veya akşam yemeğinde tüketmem gereken haşlama ya da ızgara eti de salatanın içine katarak yiyiyorum. Salata zengin görünümlü olduğu için benim karnımdan önce aç gözümü doyuruyor. Bu da kendimce taktik. Diyetisyene gitmeye hiç niyetim yok! zaten elimde önceden gittiğim içi kullanılabilecek bir liste var buradan besin değişimlerine bakıp kendi diyet listemi kendim hazırladım bile!!

Yiyeceklerin kalori değerleri için buraya ve bazı yemeklerin porsiyonlarının yaklaşık kalorilerini bildiren tablo için de buraya tıklayınn please. Hizmette sınır yok :) Burdan da hangi aktivite kaç kalori yaktırır öğrenebilir buna göre diyet ve aktivite listenizi hazırlayabilirsiniz.

Kabızlık bir sen eksiksin di mi bunca derdin arasında! Bol bol form bitki çayı içiyorum rahat tuvalete çıkabilmek için. Bunları içince de düzenim bozuluyor, ya kabızım ya ishalim ortası bozuk benim metabolizmanın.
Ara öğüne çerez diyorum ben. Öğleden sonraki ahanda aşağıda. Öğleden öncekindeyse yarım muz ya da bir elma o da olmazsa 2-3 tane form bisküvisi yiyiyorum.
Geçen bahar Mango'dan aldığım beyaz pantolonumdan külot izlerim belli olmayıncaya ve daha da önemlisi!! pantolonun düğmeleri ilikleninceye, göğüslerimin altında oluşan dublex villa gidene, sütyenin ön ve arkasındaki pörtlemeler yok olana, belimdeki simitler sönene, geçen yıl Markafoniden aldığım US POLO bikinilerimi rahatça giyebilene kadar bana yemek yemek haram!! Bu zaman zarfında niyetimi bozma riski olan tüm gün, davet, kekli-börekli-alkollü etkinliklere katılmama kararı aldım. Sevgili blogunu takip ettiğim marifetli bayan arkadaşlar üzgünüm ama yeme içmeye dair postlarınızı da uzunca bir süre okumayacağım. Sorun sizde değil bende :)))

İş arkadaşlarımdan biri cep telefonuna yüklediği bir uygulama sayesinde beni obez yaptı. Beslenmeye dikkat etmezsem, sporu boşlarsam olacağı bu. Öğkkkk dediğinizi duyar gibiyim. Bence de öğğğkkk :S
Bu da diyet yapıp kilo vermeye çalışan ben ve benim gibi birçok kişinin tam tersine kilo almaya ve hatta 730 kg olmaya çalışan aklından zoru olan bir ablamız. Her iki fotonun da birer tane çıktısını alıp masama yapıştırdım bu fotoğrafları gördükçe iştahım kapanıyor yiceğim varsa da yemiyorum.

Hepimize bol kalori yakmacalı günler diliyorum.

02 Nisan 2012

Bonibonlu Kurabiş

Heeeeyyyyyy siz de benim blogumda böyle bir post gördüğünüz için şaşırdınız değil mi? Biliyorum çünkü ben de çok şaşırdımm :):):)  Çünkü ben blogu daha çok ağlama duvarım olarak kullanıyorum. En azından şimdilik.

Haftasonu ablam ve yeğenlerim geldi bana kalmaya ve onlara özel istek üzerine bonibonlu kurabiş yaptım.

Böyrünn malzemeler:
2 adet yımırta
1 paket margarin
4 su bardağı un (tarifte böyle yazıyordu ama hamur çok cıvık olduğu için 1 su bardağı daha ilave ettim)
1 su bardağı toz şeker
1 paket kabartma tozu
1 paket vanilya
3 kutu bonibon

Nasıl yapılır?

Un geniş bir kapta elenir. Üzerine tüm malzemeler ilave edilerek ele yapışmayacak kıvamda bir hamur elde edene kadar yoğurulur.
Ceviz büyüklüğünde parçalar alarak elde hafifçe düzeltilir
ve sonra da  kurabiye kalıplarıyla şekil verilir.
Üzerlerine hafifçe bastırılarak bonibonlar yerleştirilir.
175-180 derece önceden ısıtılmış fırında 25-30 dakika pişirilir.

Afiyet olsun ama kilo olmasın :)

Follow Me on


Hoopp birader baksana bi'!

Bu blogdaki tüm yazılar ve bazı görseller (alıntı olanların URLsi belirtilerek) supercellma tarafından eklenmiştir ve 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu 81. maddesi gereğince kopyalamak, ticari amaçla kullanmak, yazar ismi belirtilmeden alıntı yapmak ve link vermeden kullanmak dahi suçtur. Aksini iddia eden varsa yolarım. Her türlü pisliği de yaparım. Hee akıllı olun canımı yiyin. Emek hırsızlığına karşı destek ve Emeğe Saygı lan. Dirsek çürütüyoruz burda...!!

 

supercellma Template by Ipietoon Blogger Template | Gadget Review

back to top