31 Temmuz 2012

Bana Zehir Olan Yemek...

Yemeğe misafiri geleceği zaman bayramlığı alınmış çocuklar gibi şen, içi kıpır kıpır olan Supercellmadan Selamlar Blog

İşten çıktım hemen markete gidip alışveriş yaptım. Ordan fırına. Bol yumurtalı, bol susamlı sıcacık ramazan pidesi aldım, doğruca evin yolunu tuttum. Dağınık biri değilim, her an biri gelir diye evi hep derli toplu bırakırım, yine öyleydi, ev derli topluydu Allahtan. O yüzden evi toplamakla vakit kaybetmedim hiç. Üzerimi değiştirdim, serinlemek için elimi yüzümü yıkayıp, önüme önlüğü, başıma tülbentimi takıp direk mutfağa girdim.

Annem yemekte azı bilemez. Bolca yapar hep -Ramazanda yenilmiyor yaa- denmesine rağmen. O yüzden ona iftara gittiğimizde mutlaka yanımıza paket servis yapar sevdiklerimizden. Ben önceki akşam annemin iftar davetinden kalan hemen böyle ele alıp yenmelik minik dolmaları nasiplendim. Önden bir çorba, arkadan da bir kavurma makarna yaparım eh daha ne olsun dedim kendi kendime. Çalışan insanın hafta içi iftar masası ancak bu kadar olur. En azından benimki. Hafif olsun diye yoğurt çorbası yapmaya koyuldum. Bir yandan da salatayla kavurma makarna yaptım. Annemlerin manavın karpuzları öyle güzel ki üşenmiyorum onlara gittiğimde taa oralardan benim eve karpuz taşıyorum. Yazın karpuz eksik olmaz benim dolaptan. Hemen koca bir salata tabağına dilimleyip attım buzdolabına. Eve taşınalı bir yılı geçti ama düne kadar hiç yapmadığım bir şeyi yaptım dün. Küçük balkonuma taşıdım kırılabilir mutfak masamı. Sildim güzelce. En sevdiğim gelincik yemek takımımı yerleştirdim masaya tam tekmil. Bardakları doldurdum buz gibi sularla. Kaselere yoğurt çıkardım dolmalar için. İçecekleri mutfak camının mermerine yerleştirdim, misafirim ne isterse ondan servis yaparım diye. Sık sık da saati kontrol ettim iftara yetiştirebilmek için. Çünkü 1 saat gibi bir vaktim vardı her şeyi hazır edebilmek için. Neyse ki yetişmiştim. İftara 3 dakika kala tüm sofra tamamdı.


Yalnız yaşamaya başladığımdan bu yana ilk kez iftara misafirim gelecekti dün akşam, gelseydi. Gelmedi. Haber bile vermedi üstelik gel/emeyeceğini. Onca hazırlanma, onca heyecan, koşturmaca boşuna yapıldı. Ben çünkü ne olsa yiyiyorum tek başımayken. Birkaç dilim karpuz, biraz beyaz peynir, bir sürahi su en iyi yemek benim için. Misafirim için hazırlamıştım elimden gelenin en iyisini, yaptığım her şeyi. Gelmedi. Asıl üzüldüğümse gelmemesi, gelmeyeceğini haber bile vermemesi değildi aslında. Balkon masasındaki yalnızlığımdı, yapayalnızlığım...


30 Temmuz 2012

Hayat Kolaylaştıran Detaylar

Karışmayan kurdela ruloları için
Yere damlatmadan, etrafa sıçratmadan boya yapmak için
Yer döşemelerimize zarar vermemesi için koltuk ayaklarına çorap
Duvar koruyucu olarak kurşun kalem silgisi

26 Temmuz 2012

Oje Kokusu'ndan Hediyelerim Geldi

"Enfeksiyon Mağdurlarını Koruma ve Kollama Derneği" adında bir Dernek kurmak için kolları sıvayan Supercellmadan Selamlar Blog

Gün geçmiyor ki bir enfeksiyon hastalığına yakalanmayayım. Bu seferki türümüz bağırsak enfeksiyonuydu. Pazar günü küçük ablamda iftar davetinde oruçlu kafayla top patladığı gibi 2-3 bardak üstüste içtiğim su -meğer çeşme suyuymuş :S- bağırsak hassasiyeti olan biri olarak beni enfeksiyona mağruz bırakmış. Evde ve iş yerinde sürekli cici su* içiyorum ben. O akşam yediğim karnıyarık da enfeksiyonu dört gözle bekleyen bağışıklık sistemi zayıflamış vücuduma dokununca bağırsak enfeksiyonu+gıda zehirlenmesi bonusuyla hastanelik oldum. 2012'nin başından beri geçirmediğim enfeksiyon rahatsızlığı kalmadı sanırım. Yediğim iğneler, içtiğim antibiyotik ilaçları hiç söylemiyorum bile. Ama Allah beterinden korusun tabi. En azından gerizekalılık gibi ömür boyu iyileşmeyecek bir hastalık değil. Çünkü antigerizekalılık diye bir ilaç yok ama antibiyotik denilen bir ilaç var ve düzenli içildiğinde çabucak kendine getiriyor insanı. 3 günde 2 kg verdiren, ben gibi iştahlı birine bile hiçbir şey yedirmeyen lanet bir hastalık bu. Şok diyetler falan bok yesin. Mmm ne desek adına: "Enfeksiyon Diyeti" meheheh :) Bağırsak Enfeksiyonu fena kilo verdiriyor. Çünkü hiçbir şey yiyemiyorsunuz, yediğiniz anda da ya alttan ya üstten cort diye çıkıveriyor dışarı. O her yolu deneyip zayıflayamayan teyzelerim, ablalarım buyrun bağırsak enfeksiyonu olun istemediğiniz kadar zayıflayın. Töbeler töbesi şaka lan şaka.

*Cici Su. Bildiğiniz Hazır Su. Zehruş yengecim doladı bu tabiri dilimize seviyoruz biz böyle demeyi. 

Gelelim postun konusuna, kuru fasulyenin faydalarına, pardon oje kokusunun faydalarına. Çok şanssız biri olduğumu her fırsatta söylüyorum. Ama bu kez şans bana güldü ve Sevgili Oje Kokusu'nun çekilişinde o mikemmel ojelerle dolu kutuyu ben kazandım. Mailboxumda "Çekilişi sen kazandın" mailini görünce açıkçası gözlerime inanamadım. Pencereyi kapatıp tekrar açtım. Mehehehe :) Hastalıklarla boğuşurken nasıl moral oldu, nasıl iyi geldi bana bu hediye anlatamam doğrusu.
Canım Ceydacığım Pazartesi hemen bi güzel sarıp sarmalayıp paketi kargo yaptı ama ben 3 gündür istirahatli olduğum için e paket de şirkete geldiği için hediye paketime az önce kavuşabildim. Ojeleri çok seven, oje sürmediğinde kendini çıplak hisseden, oje delisi biri olarak bu hediyeyi kazanmış olmaktan ötürü ayrı bir mutluyum. Hele bir de böyle cici mi cici birbirinden güzel renk ojeler ve tırnak süsleriyle dolu bir hediye olunca mutluluğum daha da katlanıyor doğrusu. Uzun zamandır Her Gün Yeni 1 Oje postu yapmıyordum bu yeni cicişlerle uzun süre güzel mi güzel postlar hazırlayacağım gibi görünüyor. Ceyda'ya bu güzel hediyeler için maille bir kaç yüz bin kere teşekkür ettim ama yüzbinbirinci kez yine teşekkür ediyorum. 

Çok teşekkürler Ceydaa iyi ki varsın Ceydaa Ay Lav Yu Ceydaa hihihihi ^.^ 


İşte cicişlerim :)
En az hediyeler kadar kutusu da güzel :)
Sevgili Ceyda hediye kutusuna bir de bu anlamlı notu bırakmış :)
Bir de güzel ambalaj yapmış ki Fizan'a gitseydi bir şey olmazmış bu ojelere. Ellerine sağlık Ceydacığım :)

Hele bu fimolara bayıldımm bayıldımm :) Bu arada Fimoymuş bunların adı bunu da daha yeni öğrenmiş bulunuyorum. Bilmemek ayıp değel öğrenmemek ayıp :P

Bir yanım: Ayy çok tatlılar yaaa kullanmaya kıyamam ben bunları :)
Diğer Yanım: Kızım Selo saçmalama kullanasın diye hediye etti bu kız bunları ilk fırsatta hemen süslüyorsun tırnaklarını bu fimolarla :)

Ben bu aralar şanslı mıyım neyim amk? :)

24 Temmuz 2012

Yarı Yılı Devirirkene

Bu, yazmak benim için bir antidepresan, yazmak benim en iyi ilacım, blog da benim bir nevi ağlama duvarım diyen esas kızımızın iç döküş yazısıdır. Belki çoktan yazılması gereken geç kalınmış bir yazı bu, belki de tam zamanında yazılmış.

Fazla enerjik, fazla sosyal, fazla insancıl, fazla yardımsever, fazla iş bitirici, hayatı fazlaca tiye alan, eğlenmeyi ve hayatı hakkıyla yaşamayı seven biri olarak, birçoğunuza göre hakkaten de isminin hakkını veren super biri de olsam ben aslında sıradan bir insanım. Sıradan olmayışım beni okuyup, okuduğu kadarıyla bilenler için geçerli. Bir de benim gibi olmak isteyip, benim yaşadığım hayata sahip olmak isteyip olamayan insanlarla sınırlı. Bir nevi model, bir nevi örneğim ben. Yoksa dünya nüfusunun geri kalan kısmı için ben; herhangi biriyim.

Yeri geldi burada liseli kız gibi kalp çarpışlarımı paylaştım sizinle, yeri geldi çocukluğumda iz bırakan en acı hatıraları. Yeri geldi tırnağımı, ojemi, yeni aldığım pantolonu post konusu yaptım hayatımı sizlerle paylaşabilmek için, yeri geldi kasığımda dönen kılı. Ama bildim ki bir yerlere ulaşıyor bu karaladıklarım, bir yerlerde duyuluyor bu sessiz sedasız haykırışlarım, o yüzden aklıma estikçe içimden geldiği gibi yazdım. Sanal dediğimiz ama illa ki gerçeklik kısmı olan bu dünyada kablolar, klavyeler, ekranlar, mouselar aracılığıyla bir yer edindim hayatınızda, belki gün geçtikçe daha kalıcı olan, belki de günden güne yitip giden. Kim bilir.


Bazen gülerek eşlik ettiniz bana, bazen gözyaşlarınız hıçkırıklarınıza karıştı. Ama mutlaka bir şeyler hissettiniz. Belki kendinizden bir şeyler buldunuz, belki tüh ya dediniz, belki aman beya sıktın deyip kapadınız ekranlarınızı. Ama derler ya paylaştıkça artar mutluluklar, paylaştıkça azalır mutsuzluklar, burdan yola çıkarak ne var ne yok döktüm ben de eteğimdeki taşları.

Blogu açma sebebim, blogumda en çok yazdığım konu olan adamlardan bahsettim size. Hala unutamadığım, ağzıma sıçsa da vazgeçemediğim, ömrüme dileyip dualarıma kattığım, bana bunu da yapmıştı şerefsiz deyip saydığım, sövdüğüm adamlardan. Bir gün birini anlattım, bir başka gün bir diğerini. Belki anlamadınız ne ayak lan bu kız dediniz, belki kafa karışıklığımı, içimde gün be gün büyüyen duygusal boşluğu, insan yerine koyulma ihtiyacımı anlayıp elleşmediniz hiç. Bazılarınızınsa gözünü korkuttu bu kabarık liste, öyle ya bununla ilgili karşıdan kaşar gibi görünüyorsun yorumları da gönderdiniz bana, "sana yaklaşmak isteyen insanlar varsa da ürkütüyorsun" ları içeren sözüm ona uyarı mailleri de. Ama hepiniz kendi anladığınız gibi anladınız beni. Oysa ben anlatmak istediklerimden sorumluydum, sizin ne anladığınızdan değil.

Yaşamının tamamına yakını mücadelelerle, inandığı şeyleri başarmak uğruna, kafasına koyduğunu yapmakla, bozulan sağlığını, yerle bir olan psikolojisini, ekonomik durumunu düzeltmekle geçiren biriyim ben. Bu yüzden hep diyorum ya 27 yaşındayım ama 1 yıldır yaşıyorum diye. Öyle çünkü. Yalnız yaşamaya başladıktan sonra olanı, biteni daha rahat düşünür, daha az irdeler oldum. İnsanları daha fazla boşvermeye başladım. Hayatı daha fazla umursamamaya. İşte tam da bu noktada düşündüklerimi, hissettiklerimi, yaşadıklarımı paylaşacağım yeni kimselere ihtiyacım vardı. Daha önce hiç tanımadığım yeni kimselere. İşte bu yüzden burayı açtım.

24 Ocak 2012'de başladığım Blog macerasının 6.ayını devirdim. Blogumla aynı tarihte doğan bir bebeğim olsaydı şimdi agu bugu demeyi ve yavaş yavaş emeklemeyi öğrenmiş olacaktı. O bebeğin sıralamayı, yürümeyi, konuşmayı, koşmayı öğrendiği nice güzel günler görmeyi diliyorum -sevenlerimle birlikte- diğerleri mümkünse bizden uzak Allah'a yakın olsun. Yarı yılı devirirken bana bu macerada eşlik eden, mutluluklarımda yanımda olduğunu hissettiren, kendimi yalnız hissettiğimde el uzatan bana destek olan herkese çok teşekkürler. İnsanlığımdan, dürüstlüğümden, kendimden bir şeyler kaybetmeden, inandığım gibi yazmaya devam ederek yürüyeceğim bu yolda o bebeği hep birlikte büyütürken yanımda olmanız dileğimle, iyi ki varsınız. Haydin başş başşş!! mehehe ^.^

23 Temmuz 2012

Biri Beni Durdursun. Sıkıyorsa. :P

İnsan olmak yetmez yetmiyor zaten, supercellma supercellma olmak lazım bazen...

Adının hakkını vererek yaşayan, kıskananlarını, çekemeyenlerini orta yerinden çatlatan Supercellma kıvançla sunar.

Gencim, güzelim, gözüme kestirdiğimi baştan aşağı süzerim, tepemi attıranıysa öyle böyle değil bildiğin üzerim ;)

Blogum Dergisi'nin Haziran ayında yayına giren ilk sayısında "Aşk Bence" yazımla karşınızdaydım ve daha o yazı yayınlanmadan Sevgili Okan Can Bademci "ilerleyen sayılarda yine yeni yazılarınızı isteyeceğiz" diyerek önümüzdeki sayılarda yine karşınızda olacağımın müjdesini vermişti bile. Ve bir ay aradan sonra Blogum Dergisi'nin Ağustos sayısına "Yeni Birini Sevmek" adlı yeni yazımla katıldım. Keyifle okumanızı diliyorum. Blogum Dergisi Ağustos yazarlarının tanıtım videosu için ahanda buraya tıh tıh :)

blogumdergisi.blogspot.com
facebook.com/BlogumDergisi
twitter.com/blogumdergisi


E bi de hala duymamışlar varsa  "her ay bir kız kardeşe eğitim bursu" için COSMOTURK'te yazıyorum. "Aşkın Onsuzluk Hali" adlı yeni yazımla 18 Temmuz'da yayına girdim. İlgililerime duyrulur :)

www.cosmoturk.com
facebook.com/cosmoturk
twitter.com/cosmoturkcom

İş çıkışı tekrar hastane yollarını arşınlayacak Supercellma sürüne sürüne topuklar. 
Ciao!

19 Temmuz 2012

Blogger'dan Çıkmaya Calıştıkça...

Başkasının Blogunda 35 kişi Online'dir

Onun Tepkisi: 


Beni blogumda 2 kişi onlinedir benim tepkim : 


Alışmış Kudurmuştan Beterdir

Şirkette bilgisayarı umuma açılmış, internet cafe bilgisayarı gibi hunharca kullanılmaya başlanmış Supercellmadan Selamlar Blog

Şimdik bizim şirkette masalar + şeklinde ve 4 kişi aynı masanın etrafında çalışıyoruz. Dolayısıyla 2 kişinin ekranları duvara, karşıdaki iki kişinin ekranlarıysa koridora bakıyor. Masası gelenin geçenin rahatça bilgisayarında ne bok yediğini deşifre edecek şekilde olmasından muzdarip ve iş saatlerinde işle ilgili olmayan bi siteye felam girerse görülüp "aa-aaawwww bak bak mesai saatlerinde internete giriyooo şu sitelerde dolaşıyoooooo" diye dedikodusunu çıkarırlar, yöneticisine ispiklerler diye korkan pek bi sevgili iş arkadaşlarım var. Allah sizi başımızdan eksik etmesin!

Konunun benle ne ilgisi var diye soruyorsan? Yazıyosam bi ilgisi var sayın okuyucu biraz sabırlı ol lütfen.  Benim masam sote, en azından ekranım halka açık değel. Duvara bakıyo, arkamda da pc ekranımı deşifre edecek cam ve türevi bişe yok. He bu demek değil ki ben bütün gün o site senin bu site benim internette sörf yapıyorum. Zate bilgi-işlem departmanımız yemiyor içmiyor engelliyor ve zınk "Web sayfası sistem tarafından engellenmiştir" uyarısı veriyor. 


Neyse ki blogırı hala engellemediler. Aman diyim ben naparım blogırsızz... 

Neyse lafı uzatmıyım. Bu IQsunu doping alarak bile yükseltemeyen pek sevgili muzdarip arkadaşım ben ne vakit işletmeye insem, mutfağa ya da wcye gitsem hoopp benim masamda alıyor soluğu. Bu noktada "sen o pcde nörüyon bre insan?" demeyen diğer iş arkadaşlarıma da buradan çemkirmeyi bi borç bilirim. Ben durumu ilk başlarda safa yatıp görmezden geldim. Bırgalamadım. Empati yaptım sayın okuyucu dedim ki benim de masam öyle cillop gibi her yerden görülse ben Trendyol'a, Markafoni'ye, Grupfoni'ye nası girerdim?  İnternetten %70 indirimli ürünleri nasıl alırdım. Ay birden morelim çöktü, yerle bir oldum. Acıdım lan çocuğa. Hadi dedim kızım Selo ses etme, sevaptır dedim.


Ama bir gün baktım ki iyi niyeti suistimal var. Ben yedi kere masamdan kalkıyorsam o sekiz kere masamda. Resmen pusuya yatıp benim masamdan kalkmamı bekliyor. Hahaha ben de farketmiyorum sanki malım ya. Yine de benim pc'mden internete girmesine de bişe demedim ama her seferinde ne boklar yiyosa artık google amcamla o internet geçmişinde ne var ne yok temizliyor. Son girilen siteler, form bilgileri, kullanıcı adı ve parolalarım hepsi gidiyor ya. E ben gün içinde kırk tane siteye girip işle ilgili sorgulama yapıyorum. Yok o tır nerde, bu paketi kim teslim almış vesair gibi. 

Bi gün canıma tak etti. Eehhh yeter be her seferinde bunları mı giricem dedim Zaten aynı şeyleri tekrar tekrar yapmaya tahammülsüz böyle afaganlar basan biriyim. Ohaa lan bu kadar olmaz deyip (içimden) merdivenlerden yukarı çıkıyormuş gibi yapıp onu masama zıpladığı anda hemen geri dönüp bastım bilgisayarımda. Tabi bu beni görünce bi morardı, bi panik oldu, bi kem kümledi. Napıyosun sen? dedim. Iyyy pişkin pişkin "ee sen bir şey demiyordun ya bugüne kadar" demez mi. Oldu canım istersen ben toplayım tasımı tarağımı sen rahatça yay bi taraflarını otur. Hatta istersen yer değiştirelim!!! "İyi de bugüne kadar bir şey demedim diye işin bokunu çıkarman da gerekmiyordu di mi! Yüz verdikçe astarını istiyorsun. Ses çıkarmadıkça salak yerine koyuyorsun insanı. Benden çok sen oturuyorsun lan bilgisayarımda" dedim, bi güzel çemkirdim. O günden beri konuşmuyor benle. Ay çok da umurumda değil. En azından kullanıcı adı ve parolalarımı tekrar tekrar yazmaktan kurtuldum Şu olayı da hiç anlamam. İnsanların en boktan huylarına tahammül edersiniz edersiniz de bir kere ters bi tepki verdiğinizde hemen kötü olursunuz. Benim durumum hep böyledir zaten. Aslında en başında hiç tahammül etmemek en iyisi sayın okuyucu. Alıştırmamak gerek. Ne derler Alışmış kudurmuştan beterdir. 
Pcmin parolasını değiştirdim. Artık ben olsam da olmasam da nah girersin benim bilgisayardan internete. İyilik falan da yok anasını satayım. Yapmıyom, yapsam da denize atıyom artık. Yeter daaaa.

18 Temmuz 2012

Aşkın "Onsuzluk" Hali...

Aşık olduğumuzu söylemekten korktuğumuz adamlar vardır. 
Onlara aşık olmaktan korkmayız da bunu ona söylemekten, hissettirmekten korkarız. Girişimlerimiz olmuşsa da bunu onunla paylaşmaya ya bir heves ağızdan çıkan "konuşmamız gerek" lerle sınırlı kalır bu çaba, ya da daha ilk cümlesinden duracağımız yer belirlenmiştir bile çoktan onların nazarında. Boğazımızda yumruk olur tüm söylemeye heveslendiklerimiz, kollarımızı önümüze bağlar otururuz çaresiz, heyecanımızı bir çırpıda yitirerek, hiçbir şey diyemeden. Bir yandan dikkatini çekmek için deli gibi çırpınırız bir yandan da bunu göze batmadan yapmaya çalışırız. Çünkü aşk ne büyük bir sorumluluk, ne altından kalkılmaz bir yükümlülüktür onlar için. Kadının fıtratında varken korkmak, kadının fıtratında varken sığınmak onlar korkarlar. Çünkü bu kadar büyük sevilmeye, bu kadar önemsenmeye hiç hazır hissetmemişlerdir kendilerini, hiç hazır olma çabasında da olmamışlardır, aşka ayıracak vakitleri de hiç olmamıştır, sevmeye hiç fırsatlar da. Pek çoğu da kariyer diye tutturmuşlardır Marilyn'in "Kariyer yapmak çok güzeldir ama soğuk geceler de kariyerinize sarılıp yatamazsınız" sözünü hiçe sayarak. Ve alacağımız nefesleri hızla tüketirken ömür hesabımızda sona doğru, yarın diye bir şey olmadığını da çok iyi bilirken ne ufacık bir çabaları vardır hazır olmaya, ne de ne zaman hazır hissedeceklerine dair bir fikirleri. Ve tuhaftır ki "oka da boka da konan" gönül denen şey sıra bize gelince gider hep boka konar.


Cümle alemin haberi vardır da bu adama aşık olduğumuzdan bi kendisi bihaberdir durumdan. Ya da böylesi işine geldiği için hep "ne kokar ne bulaşır" tavrındadır. Safa yatar her konuda çakal kesilen bu esas oğlanlarımız konu aşka geldiğinde. Kızamayacağımızı, küsemeyeceğimizi, küssek de bir gün kürkçü dükkanına dönen tilkiler gibi tıpışş tıpışş geri döneceğimizi çok iyi bilirler çünkü. Bunu çok da iyi kullanırlar aksi bir durum olduğunda "ben sana ümit vermedim ki" savunmasının arkasına sığınarak. Haksız da değillerdir aslında. Bizizdir kendi kendine gelin güvey olan. Bir bakışı, bir öpüşü, bir gülüşü milyarla çarpıp kendi kendimize yazan, çizen, hayal eden. Ve karmakarışıklaşırken her şey iyiden iyiye kendisi farkında olmadığı, farkında olmak istemediği bir meşhur olma yolundadır bizim yazıp oynadığımız aşk filminde esas adam başrolüyle.


Dünyayla Güneş arasındaki mesafe gibidir onlarla aramız ve bunu kontrol etmesi gereken de bizizdir çoğu zaman. Hem hayat telaşesinde koşturduğumuz işler, sorumluluklarımız, gerekliliklerimiz vardır yapılması gereken hem de bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de hepsinden zor bir arada kalma durumu yaşıyoruzdur adına "aşk" denilen. Her hayalimize onu katarken bunu onunla paylaşamamak, çok özleyip de "ben seni özledim" diyememek, saatlerce seyretmek isterken yanına gittiğimizde kafamızı kaldırıp bakamamak, dokunmak isteyip dokunamamak, sımsıkı sarılmak isterken sarılamamak ne zordur birkaç karış mesafe uzağındayken. Platonik desen platonik değildir, karşılıklı desen ııhh o hiç değildir. Tahta kurusu gibi kemirir durur içimizi yavaş yavaş bu ne idüğü belirsiz durum.

Bir büyük adımla onun yanında olabilecekken denediğimizde aramızdaki mesafenin, içine düşeceğimiz boşluğun büyüklüğü çarpar bu kez yüzümüze. Biliriz ki küçük adım atarak aşılamaz bu uçurumlar. Denemek isteriz, bi el uzatsa hani düşecek olursak bizi tutmak için, ama hiçbir zaman uzanmaz o el, deneyemeyiz.

Bir çıkmaz aralıktır bu durum, dönüp dolaşıp yine kendimizle yalnız kaldığımız. Attığımız her adım, her tekrar deneme isteği sonuçsuz kalır. Ha bir duvara aşığızdır ha bu adama. Biliriz, biliriz de bir türlü vazgeçemeyiz, bu gerçeği bir türlü söküp atamayız içimizden.

Ve adalet denen gerçek ne kadar orospu bir gerçektir ki hep onlardan bir beden daha büyük severiz, hep daha çok özleriz, hep daha çok isteriz. Aşkımız kadar büyük korkularımızda vardır elbet ama gözü doğuştan kördür aşkımızın ve tekrar görme imkanı da hiç yoktur. Zaten roller de çoktan değişmiştir dünya gerçeğinde. Seven bizizdir, korkan onlar. Sevilmek için sevmişizdir ama karşılığını da alamamışızdır hiç bir zaman. Korksak da umrumuzda olmaz. Aşkımız başımızdan aşmıştır bir kere. Ondan vazgeçtiğimizde onun kadar sevecek birini değil, ondan vazgeçersek bizi onun kadar sevmeyecek birini bulamamaktan korkarız farkında olmadan. Çünkü hep söylenen budur ya, aşkın böylesi makbuldur: "Acıtan hali"... 

Ama aşığım deyip her gün üretirken ve itinayla büyütürken içimizdeki kelebek ordusunu ne kimseye kulak kabartırız, ne kendimize laf geçiririz Öyle ya boşuna mı demiştir Ferudun ağbimiz "korkular da benim umutlar da" diye. Ya bir gün yeter artık deyip her şeyi siktir eder, midedeki kelebekleri özgür bırakırız. Ya da onca şeye rağmen pes etmeyip ölümden başka her şeyin mümkün olduğu hayatta "belki bir gün" diyip sürünmeye devam ederiz, yarın diye bir şey olmadığını, alıp verdiğimiz her nefeste yitip gittiğimizi bile bile...

Zordur... Çok zordur... Ama aşkın "onsuzluk" halinde durum tam olarak budur, elden gelen bir şey de yoktur hani...

16 Temmuz 2012

Konuşmayaydım İyiydi.

Beni tanıyanlar arasında bir anket yapsalar "Hangi mesleği yapamazdı?" diye sorsalar en çok oyu "Aşk Doktorluğu", "İlişki Danışmanlığı" gibi antin kuntin meslekler alacak olan Supercellmadan Selamlar Blogcum

Küçükken annem üzerimde yırtık, sökük bir şey dikerken ağzıma bir parça ip tıkar ve konuşma derdi, kesinlikle konuşma. Ben ki sene 90'larda kornet dondurmaların yeni yeni çıktığı ve öyle her bakkalın da satmadığı dönemlerde 5 dakika konuşmamam karşılığı korneti hüpletecekken, işin ucunda hayallerimin dondurması kornet varken bile daha 2. dakika da dayanamayıp konuşan bir cırcır böceği, kornet için dayanamamışım elbisem için mi dayanacağım? Laf!! Hiçbir şey konuşmasam, hiçbir şey sormasam anneme "ya ağzıma bu ipi niye tıkıştırıyorsun her seferinde kuscak gibi oluyorum, böyle ağzımın içinde solucan geziyormuş gibi oluyor" 

deyip o zamanki aklımla saçma bulduğum bu adeti neden yaptığını sorduğumda annem:

"-Mazallah bahtın dikilir, evde kalırsın,
  -Aklın dikilir salak kalırsın." 

derdi. Çok severdim bunu duymayı çocukken. Böyle bilmece gibi, tekerleme gibi gelirdi. Aklım dikilip salak kalmadım ama bahtım dikildi evde kaldım. Net. Ahh ahh ben ne bileyim üzerinde bir şey dikiliyorken konuşmanın ilerleyen yıllarda bana yol su elektrik olarak geri döneceğini. Ahh komşular ben nideyim vahhh komşular ben nerelere gideyim..

Öyle ya kelin ilacı olsa... Yok yok teselli etmeyin kesin sorun var bende. Ya içim geçti, ya da ben kendisiyle ve aynalarla barışık biri olduğum için farketmiyorum dışım geçti. Ya salağım, ya malım, ya beceriksizim, ya da bunların hepsinin tam tersinin iki katından 5 fazla. Yani bir şekilde olmuyor, olmuyor. Dert etme diyorsunuz. İyi güzel diyorsunuz da ya abilerim, ablalarım dert etmiyorum valla billa bakın yannış anlaşılmasın. Ben diyorum ki kızım Selo siktir et herkes evlenecek, o filmlerdeki gibi aşk yaşayacak, elmasının öbür yarısını bulacak, üreyecek, genişleyecek, sonra kilo alıp orası burası çatlayıp patlayacak değil ya. Sen iyisin böyle. Ee senin yerinde olmak isteyen, senin hayatına sahip olmak isteyen çok insan var. Bi o kadar kıskançlıktan fesatlanıp çatlayan da. Eee o zaman sorun ne? Sorun şu ki canikolarım: En kötüsü de tam aşkı, sevgiyi, ilişki kurma hayallerini kaldırmışken en yüksek, sandalyeye çıkmadan erişilmeyecek raflara, hiç olmucak zamanda birinin gelip onların tozunu attırması hem de şöyleee insanın ağzına bir parmak bal çalarcasına. Madem sevmeye niyetin yok "Oğlum Bak Git" vee madem almaya niyetin yok "Kardeşim almayacaksan dükkanın önünü meşgul etme" ortalıklarda kalabalık etme, gelenlere engel olma!

Böyle hani iş olcağını bilseymiş dünyaya gelmeyecekmiş tiplerden, mıymıntı, içi geçmiş, ne emmeye ne gömmeye gelmeyen tiplerden, sen hep elimin altında ol akımından ve bu akıma öncülük edenlerden, altını çizerek ve Bold yaparaktan söylüyorum bu kısmını da "
Kararsız insanlardan nefret ediyorum, özellikle de durup durup beni bulup benim karşıma çıkan ve benim de dünyada başka herif yokmuş gibi bula bula onları bulduğum, bir de bu yetmezmiş gibi kendilerinden hoşlandığım kararsız adamlardan." Topunuzun kökü kurusun inşallah. Ben yandım başkaları yanmasın. Bu lanet olası psikolojik çöküntüm de genç kızlara ibret olsun inşallah. 

Yazık lan bana, koskoca supercellmayı şu en güzel zamanlarında yalnız koyan kader, sana saydıracak çok hakaretim, çok küfrüm var birikmiş. Ama bakma acım var, modumda değilim. Ee alacağın olsun!!

Cennetteki Meleğime Mektup...

Hiç görmediği, hiç dokunmadığı, kucağına alıp kokusunu içine çekemediği halde minik yeğeninin ölümü kendisini çok derinden sarsmış Supercellmadan pek keyifli olmasa da Selamlar Blogcum

Özlenen Sevgiliye, Şizofren Babama yazdığım mektuplara bir de Cennetteki Meleğime yazdığım mektupların ekleneceğini kim bilebilirdi ki? Hayat çok garip. Öyle ki bazen elden bir şey gelmiyor en çok da buna içim acıyor...

Songül Berna'mızı hastaneden gelen acı bir haberle doğumunun 30.gününde kaybettik. Miniğimiz annesinin hastalığından ötürü içtiği onca ilaca rağmen hayata tutundu, düşmedi, erkenden bile erken parmak çocuk olarak doğdu, en zor günlerini atlattı, yaşar bu kız desek de, O'nun için birleşmiş olsa da tüm kalpler, O'nun için edilse de tüm dualar en iyisini bilen Rabbim O'nu en güzel yere Cennetine aldı. Anne babasına şefaatçi olacak müjdesini vererek.

Hayatı boyunca çok zor günler yaşamış, acı çıtası epey yüksek olan, her şeye karşı dirayetli, güçlü olan ve en kötü anlarda bile yanındakilere moral olan ben, bu olayda gümledim. Şu an her şey fasa fiso. Cenazeye hem görürsem dayanamam diye hem de bir ekip arkadaşımız yıllık izinde, işler de çok yoğun diye kalamadım. O gün birkaç saat izin aldık, ablamı, eniştemi, yeğenimi görüp işe döndüm. En zoru da ayakta durmaya mecali, konuşmaya isteği yokken insanın birilerini teselli etmek zorunda kalmasıymış. Ablam perişandı, eniştem ve yeğenim ona keza. 20 yıllık eniştemi ilk kez hıçkırıklarla ağlarken gördüm. O an bittim zaten. Tam susmuş biraz sakinleşmişken sehpanın üzerinde bebeğe her gün anne sütü sağdıkları süt pompasını ve biberonunu görünce dağıldım bu kez. Ablamlar cenaze işlemleri halletmek için miniği hastaneden almaya giderken biz de Müküyle işe geri dönmek üzere çıktık. 

Küçücük bir tabutla vermişler bebeği. O kadar küçükmüş ki tabutun içinde kaybolmuş yavrum. Sabaha karşı ölmüş. Ve ölüm işlemleri, çıkış işlemleri şu bu derken çıkışı öğleden sonrayı bulabilir diye morga koymuşlar miniğimi. Minik bedeni kokmasın diye de ilaçlayıp, çokça sarmışlar. Biz bebeği haftasonu eniştemin "bari fotoğrafını görelim n'olur çok merak ediyoruz bebeği hepimiz" diye yalvar yakar hemşireye cep telefonuyla çektirdiği fotoğraflarda gördük yalnızca. Ablam ölüsünü göremem, görsem de dayanamam dese de anne babasından daha metanetli olan yeğenim kucağına almış kardeşini, anne mutlaka görmelisin hiç fotoğraflardaki gibi değil, ölü gibi bile değil, sanki hafif bir tebessüm var yüzünde, mışıl mışıl uyuyor gibi, bembeyaz, tertemiz deyince ablam da görmüş miniği defnedilmeden önce. İyi ki görmüşüm, fotoğraflardakiyle alakası yok, melek gibiydi deyip deyip ağlıyor şimdi de. 
Anne karnında yatar gibi yattığı için küvözde, öyle ölmüş, yıkanırken bile elleri yanaklarında dizleri karnına çekikmiş, öyle yıkanmış, öyle de sarılıp gömülmüş zaten. Hamitler Mezarlığı'nın Bebek Mezarlığı bölümüne defnedilmiş Songül Berna'mız, başındaki mezar taşına adı bile yazılamadan, 1105 diye bi numara verilerek. 

Her ölüm ani, her ölüm acı, her ölüm zor elbet. Ama benim en çok içimi acıtan onun minicik bedeninin toprak altına girmesi oldu daha kucağımıza bile alamadan. O kötü haberi duyduğumdan beri gözyaşlarım ara ara geçici tükenmeleri dışında hiç dinmedi. Ne kimse sus ağlama dedi, ne de ağla ağla açılırsın. Kimse elleşmedi beni. Çalan her telefonda, iş arkadaşlarımdan birinin yanıma gelip her başın sağolsun deyişinde yine depreşti duygularım, yeniden başladım ağlamaya. Bugün Pazartesi ama sanki ben hala Perşembe'yi yaşıyorum.

Hiçbir söz teselli olmuyor bana, sırtımı sıvazlayan hiçbir el güçlü hissettirmiyor kendimi. Sadece yaşasaydı daha kötü mü olurdu, sakat mı olurdu, ömür boyu acı içinde mi yaşardı düşüncesi aklımıza geldiğinde biraz rahatlıyor içimiz bir de senin şimdi en güzel yerde en güzel şekilde olduğunu bilmek. Yine de her şeye rağmen hayatta kalmanı tercih ederdik ama Rabbim en iyisini bilir, seni yıllar sonra veren de o, tertemizken alan da o... Elden bir şey gelmiyor bazen...

Ben senin için ağlıyorum diye teyzesinin melek kuzusu Songül Berna'm, "niye bu kadar ağlıyor ki o bebek zaten prematüreydi, yaşayıp yaşayamayacağı bile belli değildi" diyen hissiz insanlar varmış. Oysa sen benim yeğenimdin, görmesem de, dokunamasam da, sımsıkı sarılıp koklayamasam da, senin için aldığımız papaları giydiremesek de o minicik ayaklarına... İnsanın yeğenine ağlaması çok normal değil midir?  Öldüğünde kedilerine, köpeklerine, kuşlarına bile ağlarken insanlar...

Seni şimdiden çok özledim teyzecim, şimdiden çok özledim seni...Anlatılamaz, tarif edilemez kadar çok.

11 Temmuz 2012

Dakikada 148 Kelime :)

Bu aralar kendini bolca Bay Z'yi düşünürken bulan, leylamsı havalarda, ayakları yerden kesilmeye hazır bekleyen ve size "yihihihuuu o da biliyorrr o da seviyoorrr" postları atma hevesiyle yanıp tutuşan Supercellmadan Selamlar Blogcum

Dün akşam, Bursalı Blogırlar gecesinde tanışıp pek bi elektirik aldığım Denizin Yıldızı Denizciğimle buluştuk. Gittik FSM Leman'a oturduk bi güzel pizzalarımızı hüplettik buz gibi kola eşliğinde. Üstüne de naneli limonata içtik ohh nefis . Gerçi şeker konusunda bonkör davranmışlar biraz revak olmuş ama ossun. Deniz de ben gibi enerjik bir kızçe. E beni zaten biliyorsunuz. Düşünün ki bu iki karakter bir alaya gelince neler olur. Bir muhabbet, bir sohbet, yükselen kahkahalar, kikirdeşmeler saatin nası geçtiğini anlayamadık valla. İstatistiğe vuracak olursak dakikada 148 kelime konuşmuşuz. Fazlası vardır eksiği yoktur. Düşünün muhabbet o kadar sarmış ki fotoğraf çekinmek aklımıza bile gelmemiş. Çok çok eğlenceli bir akşamdı. Leman'ın kasiyeri arkadaş bile biz hesabı öderkene "yahu ne kadar eğlencelisiniz tüh sizi giderken yakaladık, bir dahaki sefere kasanın yakınına bekliyorum, burda da iki sohbet edelim, gülelim, enerjinizden faydalanalım" dedi. Sağolsun delikanlı şappadanak anlayıvermiş bizim ego tatmini yapan, kasıntı, gerinti, çıkıntı tipler olmadığımızı. Bizim gibi olamayanlar ve anlayamayanlar utansın.

Denizcimle dün gündüz akşamki plan için smsleşirken teze fasilye pişiriyorum, mutfaktayım demişti. Oyoyoyoy demiştim tabi ben sıcak ev yemeğene hasret garibanım edasıyla. Bizim kızçe tutmuş saklama kabına fasilye koymuş, bi güzel folyolamış getirmiş. Bi de bozulmasın diye buzdolabına koydurmuş. Giderken aldık. Ömür boyu saklıcam o yemeği, yemicem mehehe :) Desem de inanmayın gece yarısı içim kıyıldı uykudan uyandım, uyurgezer gibi kollar önde buzdolabının önünde buldum kendimi. Bi güzel ekmeği bana bana yedim. Ellerine sağlık canımcım valla pek bi iyi geldi.



Leman'ın bardak altlıklarını çok seviyorum. Şirketteki bilgisayarımın köşesine yapıştırmıştım ilk aldığımda. İş stresinden gerilince yüzüm ister istemez asıldığı için "gülüyorum o halde varım" kafasını görünce başlıyordum kendi kendime gülmeye. Garsondan limonata siparişlerimizi verirken "bir de bardak altlığı istiyorum" deyince çocuk afallayıp şöyle bi baktı, "ayy hani sizin şu gülen surat bardak altlıklarından" deyince anladı neyse ki. Çünkü benim gülen suratım belirli periyotlarla ekranımın köşesinden yürütülüyor. Bu seferkini koli bantıyla bantladım ki kimse sökemesin. Eli açık insanları seviyorum ben ya bolcana getirmiş. Günün anısına ıslak mendilleri, peçeteleri ve bardak altlıklarını Denizle kırıştık. Hehehe.

Bu arada Deniz çok şık mercan bir bluz giymiş. Bluzuyla bir örnek de oje sürmüş. Ben hemen sordum tabi. Pastel 20 numaraymış. Napılacak? En kısa sürede o ojeden alınıp post yapılacak.

Şu gerçek hayatta kendini ifade edemeyip bir heves buralara gelip buradaki nüfusu kalabalıklaştıran, kendini başka biri gibi göstermek adına bambaşka bir insan profiline girmeye çalışan ama bi türlü o kalıpla örtüşemeyen insanların bolca türediği blog dünyasında kendim gibi, dürüst, neşeli, konuşkan, açıksözlü birini bulduğumdan ötürü epeycene bi mutluyum. 

Kadeeeer sen bana ufak ufak kıyak geçmeye mi başladın nee? Gözümden kaçmıyor değil annem. Hep böyle ol e mi! Aferim aferim. Aynı performansını aşk hayatımda da göstermen temennisiyle, Öperim, ve kafama buz gibi soğuk su döker giderim.

P.S. Buharlaşmak üzereyim. Vicudumdaki su oranı attığım tere doğru orantılı olarak tükenmek üzere. Dileğim bundan sonra ilk buharlaşan yerimin yağlarım olması. Amin :)

Gerçek Ol Olur mu?

Nerede olduğumuzun,
Ne yediğimizin,
Ne yaptığımızın önemi yok.
Sadece yanımda ol yeter. 
Nefesini,
Sıcaklığını,
Gittikten sonra saatlerce üzerimde kalan kokunu hissedeyim yeter.

Seni düşünürken hep böyleyim ben.
O ağzımın kulaklarıma kadar varışı da,
Aptal,
Bildiği her şeyi unutmuş, 
Özürlü gibi davranışlarım da hep aşırı doz mutluluktan.
Ötesi berisi yok ki, mutluluk sensin benim için.

Doğum günlerimde pastamı üflerken,
Kahve fallarında fincanımı açarken,
Dilek ağacına çaput bağlarken dilediğim de sensin...

Gerçek ol olur mu?


Srebrenica... Unutmadık... Unutmayacağız...

Tarih: 11 Temmuz 1995

Şu dillerden düşmeyen sözüm ona medeniyeti temsil eden çağdaş Avrupa bu kez hep bilinenin aksine bir katliama ev sahipliği yaptı sesini bile çıkarmadan. Sadece müslüman oldukları için Avrupa'da yaşamaları istenmeyen 8372 müslüman insan haince öldürüldü.

Ve minicik bir kız çocuğunun annesine sorduğu boğazı düğüm düğüm eden soru: 
"Çocukları küçük kurşunla öldürürler değil mi anne?"

 Tarih: 11 Temmuz 2012

Katliamın 17.yılı. Hala tüylerimiz diken diken, hala gözlerimiz yaşlı.  Bizim sadece uzaktan izlemekle içimizi parçalayan soykırım binlerce ailenin ocağına ateş düşürdü. Bosna hâlâ ağlıyor her yıl bu tarihte gökten boşanırcasına yağan yağmurlarla...

Müslüman olmanın bedelinin ölerek ödendiği kentin adıdır Srebrenica...

Mavi Kelebekler sadece toplu mezarların üzerinde açan çiçeklerin izini sürüyor... Ve Bosnalılar da Mavi Kelebeklerin izini...

Biz senin çocuğunuz Bosna...


09 Temmuz 2012

Evde Kalmış Kız Modu ON Again!

Bütün arkadaşları evlendiği ve kendisi evlenirken geride gelin ayakkabısının altına ismini yazacağı, kınasını yakacağı, mumunu tutacağı ve çiçeğini atacağı kimsesi kalmayan supercellmadan tekrar selamlar millet. 


Buralar pek bi sıkıcı. Daraldım bunaldım. Zate tek başımayım, iş çok, psikolocim çökmüş üstüne bir de "şekerim önümüzdeki hafta şu gün kınam bu gün düğünüm var diyen bir arkadaş telefonu". İsyaaeeeeeeeennnnn diye bağırasım gelmedi değil valla ne yalan söyliyeyim. 

Feysbuka her girdiğimde yüzüme tokat gibi çarpan, "Evleniyoruz Mutluyuz", "Evliliğe ilk adımı atıyoruz Bilmem kimle bilmem kimin nişan töreni", "Bu mutlu günümüzde sizleri de aramızda görmekten kıvanç duyarız" türevi süslü cıngıllı laflarla gönderilen Düğün ve Nişan davetleri yüzünden Feysbukumu dondurasım var. Zate hepsini geri çeviriyorum. Yok artık bi de çıkıp gidicem. Bozarım la düğünü, kavga çıkarırım. Meheheh :)

Bütün bunlar yetmiyormuş gibi bir de yemeden içmeden yüklenen Nişan, Kına-Düğün-Balayı-Dış Mekan zincir albümleri. Kıskançlık hormonum tavan yapmış durumda.  Evde Kalmış Kız Modu On Again! Haydi çık çıkabilirsen. Yaz mevsiminden soğudum lan sizin yüzünüzden. İyi güzel evlenin de bu ne yahu günaşırı davet, gün aşırı düğün. Evlenen var evlenemeyen var. Ayıp ayıp! :) Evet evet ben iyisi mi hesabımı dondurayım. Eylül, Ekim bilemedin Kasım gibi açarım. O zaman biter ya da bitmeye yüz tutar bu atraksiyonlar.


Ha bir de sağlı sollu gelinlik butiklerinin olduğu bir mahallede oturmak diye bir gerçek var. Ne büyük imtihan yarabbi. Yani ben gibi "evlenmeye niyetim yok yaeee" diyen biri bile sıçar bu durum karşısında. Yukarı baksan gelinlik, aşağı baksan gelinlik. Her biri bir öncekinden vazgeçirtçek "yok yaee bu daha gözel bu olsun" dedirtecek ve insanı ayran gönüllü yaptıracak cinsten. Hele caddede elinde gelinlik kutusuyla bi gelin adayıyla karşılaşmayayım omuz atıp yere yapıştırasım geliyor. Şaka lan şaka. O kadar da değil. Kendimizle dalga geçiyoruz şurda ağız tadıyla. Omuz falan atmıyorum ama yanlarına yanaşıp usulca: "Pardon, merhaba ben Selma. İiiiii şeyyyyyyyy ben evde kaldım da benim adımı da rica etsem ayakkabınızın şöyyyleeee en silinmeye müsait yerine yazar mısınız diyip" kaçıyorum. Sanırım bugüne kadar kimse yazmamış olacak ki halen bi tırt yok kısmet sorunsalında. 

Bir de zamanın birinde nişanda kurdeleden bir parça yutmak kısmet açıyor dediler e umut fakirin ekmeğe ben parça olayını hani küçük yutarsam görülmez, gözden kaçar falan diye abartıp biraz büyükçene tuttum parmaktan sarkınan uzun kısmı yuttum. Bu saçma adeti ortaya atan kişiyi Allah bildiği gibi yapsın. Olayı hızlandırmak için kurdeleyi biraz büyükçene yanii onbeşer cm kadar yutan beni de tabii. Kısmetim açılacak diye yuttuğum kurdeleler midemde yumağa dönüştü hala bir kıpırdanma yok. Hee pardon kıpırdanma var ama midemde. Kısmet bulacam, evlenecem diye az daha midemi deliyordum. Toktor kızım naptın sen? Deli misin demişti ultrasonda midemdeki kitleyi görünce. Halden anlayan biri değilmiş vesselam.

Birkaç arkadaşımın nikah sonrası ters dönüp fırlattığı buketini tuttum. Ama bu da illa bana at illa bana at diye başının etişini yiyişimden anlayacağınız üzre planlıydı. E bi de boyun accık uzun olduğu ve ben en az 10cm platform ayakkabı giydiğim için diğer kısçelere fake atıp buketi kaptım. Kaptın da n'oldu diceksiniz. Haklısınız bir mok olmadı.

Okunacak üflenecekleri denedik. Yenilecekleri yedik. Yutulacakları yuttuk. Duyduğumuz her bi'şeyi yaptık neredeyse. Başka yapılacak, yenilecek yutulacak bir şey var mı ki? Kısmet açan. Bilipte söylemeyen nolsun :D

Haftasonu istikamet: Telli Baba. Marşş Marşşş!!! :)

Supercellma'lar da yorulur annem

Her zamanki gibi bol koşturmacalı bir haftasonu yaşamış, yorulmuş, ama üzerinde aptal bir mutluluk olan durup dururken kendi kendine kikirdeyen, işleri başından aşmış, masasını evrak yığınından göremeyen ve zımba tellerini sökmeye çalışırken parmaklarını delik deşik etmiş esas kızımızdan Selamlar Blogcum

Ohhh be söyledim rahatladım :)

Bir gün Sinan Akçıl'ın şarkısı diline dolanacak ve o şarkıyı seveceksin deselerdi hayatta inanmazdım, oldu. Kaç gündür "seni gören kalp tak tak atıyorr kafada şimşek çak çak çakıyorrr" şarkısını mırıldanıyorum sabahtan akşama kadar. Yetmedi şarkıyı açıp açıp netten dinliyorum. Hatta daha da abartıp albümünü falan mı alsam diyorum. Bence de ohaa! Yok artık!

Cuma gecesi iş arkadaşlarımla depreştik. Cumartesi gecesi kankalarla kız kıza Arap Şükrü yaptık, (kavunu fazla kaçırmışım sanırım cırcır oldum :S) yetmedi Pazar düğün+deniz Allah ne verdiyse etkinleştik durduk.Allahtan supercellmayım yoksa bünye dayanır mı bu kadarına. Gezmekten yoruldum arkadaş.

Malum yaz. Şirkette herkes birer ikişer yıllık izinlerini kullanıyor. Tatilden dönenlerin ağzına yüzüne platform ayakkabılarımla vurasım geliyor. Bronzlaşmış tenlerini, güzelleşen suratlarını, güneşte hafif açılmış saç renklerini hatta soyulan derilerini bile kıskanıyorum. Ben hala teneke peyniri gibiyim. Pouufff :S. Neyse benim de tatil rotam herhangi bir aksilik olmazsa 25 Ağustos Çeşme olaraktan belirlendi. Bu kez 4 arkadaş gideceğiz. Off biter mi bu hasret biter mi bu dertler biter mi biter mi söyleeeeeaaaaaeeee... Hayaller kurmaya başladım bile. Hangi gün hangi bikini, ne renk oje, hangi şapka falan. Kızsal şeyler işte. Evet Supercellmalar da tatil yapar efenim. Super güçlerim olsa da ben de etten kemikten insanım. Hatta eti kemiği bolcana bi insanım. Ben tatildeyken yerime vekalet edecek biri de var artık  "Denizin Yıldızı" onun sayesinde rahat gidicem tatile gözüm arkada kalmayacak. Superdeniz koydum adını mehehhe :) Gerçekten iyi bir öğrenci o :)

Bir de son zamanlarda adını duymaya başladığınız henüz figüranlık aşamasında fakat umut vaadeden Paranoyakmenimiz an itibariyle Bodrum semalarında tatilde. Bu hafta iki kişilik çalışmamdan ötürü çok fazla blog ortamlarında olamayabilirük. Beni özleyin, mail atın, dürtün, arayın, sorun falan yani.

Oralarda bi'yerlerde beni seven birilerinin olduğunu bilmek PAHA BİÇİLEBİLEMEZZZZ...
Siz benim bebeklerimsiniz :)

06 Temmuz 2012

Buyur Burdan Yak

Güne bir blog takipçisinin attığı bir maille başlayan ve gün geçtikçe izleyicilerinden daha fazla mail almaya başlayan Supercellmadan Selamlar Blogcum,

Bu yazı "yani bakınız insanlar böyle şeyler de düşünebiliyor, bunları dürüstlük, netlik adı altında sizinle paylaşabiliyor, sabah sabah geçici ve kısa bir süreliğine de olsa sinirlerinizi bozabiliyor demektir" yazısıdır.

Bugünkü mail, yazılarıma değil daha çok bana yönelik. Bay okuyucum, yazılarımla ilgili fikirlerini sunan, zaman zaman da blog düzenlemeleriyle ilgili yazıştığım biri olarak bana kendince haddi olmadığını belirterek karakterimle ilgili düşüncelerini göndermiş.

Gelen maili paylaşıp paylaşmamakta epey tereddüt ettim ama o maildeki cümleleri size aktarırken kendi yorumumu katıp konunun özünden uzaklaşabileceğimi düşündüm, o yüzden özgün haliyle paylaşıyorum. Zaten kendisinin de çekinip, rencide olacağı bir durum olsaydı bana göndermeye cesaret edemezdi değil mi?

-------------------------------------------------------------------------------------
"
Bak ne diyecem sen hani sevgilim yok diye dert yanıyorsun ya bunun nedeni senin fazlaca açık olman olabilir mi?

Mantığına göre her şey meydanda olsun diyorsun, yalan olmasın. Fakat erkekler bu tür şeyden korkarlar. Yani yaşadığın ilişkileri, hoşlandığın erkekleri yazıyorsun ya bence bu ürkütüyor insanları. Güvensizlik mesajı veriyor. Bir de sen enerjiksin mutlusun hani sanatçılar gibisin. Ulaşılmaz vurdumduymaz gibi. Bir erkeğin seni sahiplenebilmesi için sana güvenmesi lazım ama şu şartlarda sen ele avuca sığmayan biri imajı veriyorsun.
Normalde bunları yazmak haddime değil ama sen blogunden kendini o kadar açtığın için ve az da olsa bir muhabbetimiz olduğu için ve senin aradığın erkek cinsinden olduğum için bir de bu pencereden bak istedim.. Bir düşün istersen süper bayan ;)"

-------------------------------------------------------------------------------------

Benim her şey açık olsun, her şey meydanda olsun görüşünde bir insan olduğumdan bahsedilmiş. Benim hangi yazımda, hangi cümlemde her şey meydanda olsun düşüncesinde biri olduğum anlaşılmış bunu anlamadım hiç? Karşıdan öyle mi gözüküyorum ya? Allahını seven düşüncesini paylaşsın. Kendi kendime defalarca okudum bu maili. Acaba açık sözlü ve net biri olmamdan dolayı böyle düşünülmüş olabilir mi? dedim. Dobra biri olmakla "her şey meydanda olsun" düşüncesini karıştırmak çok yanlış bir şey olmamış mı?

Yaşadığım ilişkileri, hoşlandığım erkekleri yazıyormuşum ya bu ürkütüyormuş insanları. Pardon da nerden biliyorsun? Çevrende benden hoşlanan, benimle tanışmak isteyen ama yazdıklarımdan ürkmüş birini tanıyorsun da onunla mı yaptın bu kritiği?  Ben blog yazarak ne bahsettiğim adamları elde etmek ne de yeni birileriyle tanışmak derdinde değilim. Yalnız yaşayan biri olarak insanların saçmalıklarıyla, dedikodularıyla, kıskançlıklarıyla ve üzerimde olumsuz etki yaratacak bilumum davranışlarıyla uğraşmaktansa kendimle ilgili ne varsa paylaşmayı, yazdıkça hafifleyip rahatlamayı seçtim. Kimseyle değil yani derdim, kendimle.Bir erkeğin beni sahiplenebilmesi için bana güvenmesi gerekirmiş ama ben bu şartlarda ele avuca sığmaz insan imajı yaratıyormuşum. Pehhh! Napıyorum ki ben? Her gün başka heriflerle ilgili fantezilerimi mi anlatıyorum? Bkz. buna verebileceğim en iyi cevap geçen günkü bir yazımdan bu konuyla ilgili anlatmak istediklerimin özeti: Size bir sürü adamdan bahsediyorum, biliyorum ama napayım yani iyi el geldi de ben mi teke düşmedim? okey geldi de ben mi bitmedim? Deniyoruz olmuyor. Ne yapalım yani? Hayatımda biri olsun istiyorum evet. Bu net. Ama denemeden anlaşılabiliyor mu? Mümkün değil. Napıyoruz, tanışıyoruz, yazışıyoruz, çıkıyoruz, konuşup görüşüyoruz bakıyorum bende bi iç kıpırdanması yok, olmuyor. Ya ben istemiyorum, ya karşı taraf. Ya da beklentilerimiz birbiriyle örtüşmediği için olmuyor hoşlanma, elektrik olsa bile. Her gün başka adamlarla görüşüp türlü haltları yiyen ama bunu sessiz sedasız karda yürüyüp izini belli etmeden yapan biri, hayatına dair birçok şeyini burada sizlerle paylaşmaktan çekinmeyen benden daha mı güvenilir? Güvensizlik mesajı nedir ya? Bir insanın bir şeyleri açıkça ifade ediyor olması, cesurca paylaşıyor olması onun güvenilmez olması mı demek? Bu ne tuhaf bir denklemdir yaa, ya da ben güvenin ne demek olduğunu öğrenememişim henüz.

Ele avuca sığmayan insan imajı yaratıyormuşum. Çok enerjik, çok sosyal, çok dışadönük ve yüksek bir özgüvene sahip olmam mı bu imajı yaratan? Yoksa hayatına biri girdiğinde onunla yetinmeyip başka maceralar peşinde koşacak biri gibi mi gözüküyorum? Bunu düşünen biri beni tam anlamıyla anlamamış, tanımaya çalışmamış demektir. Şu saatten sonra tanımasın da zaten. Kimseye kendimi anlatmak gibi bir derdim hakikaten yok. 

Bir de yeri gelmişken belirteyim. Geçenlerde de adsız yorumları kapatmama sebep olan bir yorum almıştım. "Çok iyi kızsın ama karşıdan kaşar gibi görünüyorsun diye" Yorumu yapan kişi tanıdık biriydi belli ki. Ama burada önemli olan benim kaşara benzetilmem değildi zaten, bu yorumu yapacak insanın kimliğini gizleme gereği duyan götü yemeyen biri olmasıydı benim için. Bi de ne derler "Kişi kendinden bilir işi" kendisi gibi zannetmiş beni. Böyle insanlar için ne diyebileceğim bir şey, ne de onlara laf yetiştirecek zamanım yok. Benden uzak, cehenneme direk. Çünkü o yorumu yapan şahsiyetsizin her gün buraya girip beni okuduğunu istatistiklerden, ip denen olaydan görebiliyorum. Oradan bakınca salak mı gözüküyorum dostum. Üzgünüm, yanıldın. Sieeeeeeeeee!

Diyeceğim şu ki: 
Benim gocunacağım bir durumum olsaydı kendimi deşifre etmeden bir blog açar her türlü konuyu döndürürdüm kimsenin ruhu bile duymazdı. 

Ben blog yazmadan öncede aynı selmaydım. Ben hep benim. Hep buyum. Blogdan önce de sevgilim yoktu, şimdi de yok. Sevgili konusundaki talihsizliğimin -megolamanlık gibi olmasın ama- çıtası yüksek biri olduğumdan kaynaklandığını düşünüyorum, blogda yazdıklarımdan dolayı değil. Blog sebep olsaydı, öncesinde doğru düzgün bir ilişkim olurdu. Erkeklerin çoğu özgüven sahibi, kendi ayakları üzerinde duran, kendi hayatını kurmuş, kimseye muhtaç olmayan zeki kadınlara yanaşmıyor çünkü. İstisnaları bilemem, bana denk gelmedi. Biraz güzel ve aptal olmak gerek, e o da bende yok sorry. 

Ben açığım, sosyalim, enerjiğim. Bunlardan hiç birinin de kötü karakteristik özellikler olduğunu düşünmüyorum. Sevgilim olsun diye de başka biriymiş gibi davranamam, kendim olmaktan uzaklaşamam. Bu kendime yaptığım en büyük haksızlık olur. He burada yazdıklarımdan ötürü güvensizlik imajı yaratıyorsam, sahiplenilmez insan fikri yaratıyorsam da umurumda değil. Burayı ünlü olmak, yazdıklarıma hayran olan bana aşık olacak birini bulmak, sevgili yapmak için gelmedim. Çok şükür ki elim yüzüm düzgün, bi şekilde giderim var. Salt sevgili bulmak olsaydı derdim, rahat olunuz sevgili okuyucum her şekilde bulurdum.

Son söz. Bu yazıyı insanların düşünceleri konusunda ne kadar uçlara gidebileceğini, saçmalamakta sınır tanımadıklarını görünüz diye yazdım. Yoksa bilen biliyor, anlayan anladı "ben çoktan bıraktım insanların hakkımda ne düşündüğünü umursamayı"..

Rasgele....

05 Temmuz 2012

Şeytan Erkektir Bence

Kıçımızda yımırta pişirme mecazını ve "Perşembe Perişanlık" deyimini gerçeğe dönüştürdüğümüz bol rutubetli, bol nemli bir Perşembe gününde Supercellmadan Selamlar Blogcum

Şirkete yeni bir kalite mühendisi başladı. Güzelce bir kız. Saçları bakır kızıl. Gözleri de saçlarıyla bir örnek. Maşallahı var nazar değmesin. Sıcak şeker de bi'şey böyle yanaklarını sıkıp sevilesi. Müküyle kendi aramızda şirketteki en gözel kız seçtik onu ve bu kararımızı yüksek sesle açıkladık.

Şeker kızımız da gülümseyerek "artık sırtım yere gelmez" dedi güldü.

Bizim departmanın diğer iki üyesi olan ana muhalefet olarak yaratılmış beyler de "sırtın yere gelmez değil, sırtın yerden kalkmaz" yorumunu attılar ortaya pis pis gülerek, başlarına birkaç dakika sonra ne geleceğinden habersiz.

Bu sefer de kızcağız " yok ya ben bayanlardan korkmam" dedi.

Buna cevap olarak da her konu hakkında bir fikri mutlaka olan paranoyakmen sen hiç erkek içine giren exorcist duydun mu? Küçük büyük farketmiyor şeytan bile hep kadınların içine giriyor, gireceği yeri biliyor, askerleri belli ağbiii dedi.

Sonra konu şeytanın cinsiyetine geldi nerden geldiyse ben o arada ihracat dosyasının içine gömülmüş olduğumdan mütevellit o kısmı uğultu şeklinde duydum. paranoyakmen "şeytan kesin kadındır" diyordu ben konuya geri döndüğümde. Bende "kadınlar şeytana bile pabucunu ters giydiriyorsa şeytan kesin erkektir. Şeytanın Lezbiyen olduğunu sanmıyorum. " dedim ve tüm ofis yerlerdeydik... Kahkahalar yükseldi. Bizimkiler de çaktırmadan morardı :)

Bu arada bi konteynerın içine girip kendimi de uzaklara kati ihracat yapasım var bugünlerde. Gidişi olur dönüşü olmayan cinsten. Şöyle bi İrlanda olur, bi Rotterdam olur o da olmadı ne biliyim Şili olur lan Pintomun memleketi. Bir de fatura koçanının pembe ve sarı nüshalarının arasında tuhaf bir ilişki olduğunu düşünüyorum. Yazıcıya diğer iki nüshadan farklı olarak sürekli birlikte giriyorlar, sonra yelpaze olup çıkıyor şerefsizler. Uğraş dur sonra bunca işin arasında. Bi de bi de sular kesik, wc sorunsalımız var. Hele ki öğle yemeğinde kurufasulye çıkan bir gün bugün. Gerisini anlatamiyciğim yüreğem dayanmıyor. Bu post kötü kokmaya başladı... :P

Ekmek parası derdine düşen supercellma kaçar.... Pırrrrrrrr!!

04 Temmuz 2012

Berat Gecesi ve Dualarım Üzerine

Bu gece mübarek üç ayların ikincisi olan Şaban ayının 14'ünü 15'ine bağlayan gece Berat Kandili. Şu birbirine bağlayan gece tanımlamaları hep kafamı karıştırmıştır. Dinimizde bu tanımlamalardan çok var. Mesela Kadir Gecesi'nin de tam tarihi belli değil. Cuma vakti edilen dualar kabul olunur deniliyor ama Sela ile Ezan arası diye de ucu açık belirtiliyor. Kesin tarih ve kesin saat verilmemesi bizlerin daha çok dua ve ibadete yönlendirilmesi için sanırım.

Sabah cep telefonuma gelen kandil mesajlarıyla uyandım. Şirkete geldiğimden beri de smsleri takip eden mailler, telefonlar. Çok sevenim var. Allah razı olsun hepsinden. Hatırlanmak, dualara dahil edilmek çok güzel bir şey. Küçük ablam hafız benim. Dün akşam bu geceyle ilgili bir kaç bilgi verdi bana. Bu gece Allah Teala'nın ezelden dileyip belirlediği şeylerin bir sonraki Berat Gecesine kadar gerçekleşecek olanlarını meleklere yazdırmak üzere verdiği geceymiş. Bu yazma işlemi Kadir gecesi tamamlanıp sorumlu meleklere teslim ediliyormuş. Rızklar, evlenmeler, çocuk sahibi olmalar, doğumlar, ölümler gibi. Rızıklarla alâkalı defter Mikail (as)'e; harpler, zelzeleler, saikalar, çöküntülerle ilgili defter Cebrail (as)'e; amellerle alakalı defter, dünya göğünün görevlisi ve yine büyük melek olan İsrafil (as)'e; musibetlere ait nüsha da Azrail (as)'e teslim oluyormuş. Bir hadis-i şerife göre de Allah Teala bu akşam rahmetiyle yer yüzüne inip çok sayıda günahı bağışlıyormuş. Berat etmek kelime anlamıyla kurtulmak demek. Günahlarımıza af dilememiz için en güzel fırsatlardan biri bu gece.

Her kandilde dağıtılan kandil simitlerimiz dağıtıldı şirkette biraz önce. Bugün öğle yemeği de iyi değildi. Açtım paketi hepsini bi güzel yedim. Allah kabul etsin ancak bu kadar iyi gelebilirdi insana bu simitler.

Annemle konuştuk az önce. Bizimkiler evi müteahhite verdiler ama yan komşu evi yıkılmak üzere olmasına rağmen 60 metrekarelik arsasına 2 daire istiyor diye müteahhitle bir türlü anlaşamıyor, onun evi de iki evin arasında kaldığı için kayar, çöker tehlikesi nedeniyle bir türlü inşaatı başlatamıyorlar. Annem "n'olur dua et de Şafiye evi vermeyi kabul etsin" dedi. "Ederim ama benim daha önemli dualarım var anne, bu konuyla trafiği karıştırmasam olmaz mı" dedim. "Ne dileyeceksin dedi?" Güldüm. Beklediği şeyi duydu: "Hayırlı kısmet" dedim. Hoşuna gitti kadıncağızın. Eminim o her namazından sonra diliyor bunu bekar kalan tek çocuğu olaraktan benim için.

Umarım O Listede Yokumdur

Sanırım bu mübarek gece yapılacak en önemli dua önümüzdeki Berat Gecesi'ni görmeye nail olmaktır. Ölürsem başka şeyler dilememin ne anlamı var ki zaten. Yine ne olur ne olmaz eğer öleceksem de hayırlı ölümler diliyorum. Umarım o listede yokumdur. Yaşamak çok güzel çünkü. Allah herkese hayırlı ömürler, hayırlı ölümler versin.


Sağlık

Bu yıl bana hastalıklarla geldi. Allah dermansız dert vermesin, daha kötü hastalıklar vermesin ama gerçekten bıktım hastanelerde sürünmekten, doktorlarla uğraşmaktan, iğne vurulmaktan, bi de o üzerime sinen nefretlik hastane kokusundan. Diğer dualarımın kabul olması için en önemli gereksinimim sağlıklı bir yıl. Sağlığım olmadıktan sonra hiçbir şeyin önemi yok.

Hayırlı kısmet

Uzun zamandır sizlere midede uçuşan kelebeklerle ilgili gündem yazmıyordum. Size bir sürü adamdan bahsediyorum, biliyorum ama napayım yani iyi el geldi de ben mi teke düşmedim?  okey geldi de ben mi bitmedim? Deniyoruz olmuyor. Ne yapalım yani. Ben pasif, benim her dediğime he diyecek, benim ağzımın içine bakacak adam istemiyorum. Yani dağınık değilim ama biraz şöyle çekip çevirecek, toparlayacak, sözünü dinletecek, höyt dedi mi korkutacak adam lazım bana. Yalnız yaşamak, özgür takılmak, gönlümce gezmek falan iyi de özlediğim, sevdiğim, yanında kendimi iyi hissettiğim birinin olmasını istiyorum artık. Ait hissetmek istiyorum kendimi. Allah'ım gönlümün Muradını ver bana ki Muradıma ereyim, Amin.

Hayırlı kazanç

Sonra, zamlı çalışmaya başladığımız şu günlerde maaşıma iyi bir zam istiyorum. Zammı belirleyen insanların kafasına şöyle kocaman aa Selo iyi bir zammı haketti düşüncesini yerleştir Allah'ım. Çünkü Yalnız yaşamaya başladığımdan beri para daha da çok ihtiyaç duyduğum bir şey oldu. Her şey para, her şey masraf. Hem ben yardım etmeyi, hediye almayı, insanları sevindirmeyi çok seven biriyim. Bunların hepsi için daha çok paraya ihtiyacım var. Çok param olsun ki şu eski kocadan kalan borçlarım için çektiğim krediyi bir an önce bitireyim. Para biriktirip içinde külüstür eşyalar olmayan, kendi eşyalarımı düzebileceğim, eşyasız boş bir daire tutup taşınabileyim. Bu ne bir gün buzdolabı cortluyor, bir gün çamaşır makinası. Bir de yıl sonuna doğru ya da önümüzdeki yıl başında İtalya'ya evlenen canım arkadaşım Nigar'ı hem ziyaret etmek hem de gezmek için İtalya'ya gitmek istiyorum. Daha hiç uçağa binmemiş, hiç yurtdışına gitmemiş biri olarak bu bu geceki dualarımın arasında.

Tüm sevdiklerim için

Berat kelime anlamı olarak Beraat etmek demekmiş. Hepimiz dileklerimizi Mevlaya sunalım, geçmiş günahlarımız için af dileyelim.  Duanın en makbulu en çabuk kabul olanı bir müminin diğer mümine dua etmesidir.  Dualarımızda cimri olmayalım. Bir tek kendimiz için dilemeyelim, sevdiğimiz, bizi seven herkes için dileyelim. Beni de dualarınıza katın. İstediklerim belli. Öyle çok şey istemiyorum. Ben de bu gece bol bol dua edicem. Dua etmek beni manevi olarak rahatlatıyor.

Başka bir rivayete göre de Hz. Peygamber: "Şaban'ın ortasındaki geceyi ibadetle ihya ediniz, gündüzünde de oruç tutunuz. Allah Tealâ o akşam güneşin batmasıyla dünya semasında tecelli eder ve fecir doğana kadar, 'Yok mu benden af isteyen, onu affedeyim. Yok mu benden rızık isteyen, ona rızık vereyim. Yok mu bir musibete uğrayan, ona afiyet vereyim. Yok mu şöyle, yok mu böyle!' der." buyurmuştur. Bir diğer hadiste ise, Berat Kandili’nde yapılacak duaların geri çevrilmeyeceği müjdesi verilmiştir. Kandil geceleri ve bu mübarek üç ayların affedilmek, isteklerimizi Yaradandan dilemek için büyük vesile.

Allah dualarımızı kabul etsin, günahlarımızı bağışlasın.
Hepimize Hayırlı Kandiller.


03 Temmuz 2012

Parmağındaki Yüzüğe Rağmen...

Bir de bilmemkaçönceki eski sevgili sorunu diye bir şey var. Üstelik evlenmiş muhtemelen de üreme planları yapan, eli kulağında üreyecek cinsten. 

Bi Engin vardı. Lise yıllarında benim böyle ölüp bayıldığım. Halbuki silik bi karakter, böyle kendi halinde püsürük bi'şey. İki lafı bir araya getirip konuşamaz. Konuşsa da arkadaşına sorma joker hakkını kullanır sürekli. Ben zaten nerde abuk subuk entere tip var ya da içine kapanık, daha uzatmadan dünyadan elini eteğini çekmiş herif gider onları bulurum. Esas kız olacağım ya sözde. Ayy çok değiştirdi bu kız bu çocuğu helal olsun, ay nikahı da basmış tebrikler falan hayalleriyle. Bi bok yediğim / yiyeceğim yok halbuki. Züğürt tesellisi.

Efendim Engin bizim klasik endüstri meslek lisesi, abazalarla dolu bir okul olan komşu okulumuz Mimar Sinan'da öğrenciydi. Metal bölümümü ne okuyordu. Beğenmediğim bir şeydi bölümü kesin, yoksa hatırlardım. Neyse. Lise birin başında bakışıp gülüşmelerle başlayan bu iş nihayet onca yırtınmamdan sonra sene sonunda çıkma teklifi almaya level atladı. Heh nolduysa boyum uzadı bi karış sanki. O zamanlar cep telefonu sadece kodaman heriflerde bi de zengin zübbesi çocuklarda var. Bizde ne gezer! Biz Enginle annemin evde olmadığı zamanlarda ev telefonundan konuşuyoruz, hatta olayı ilkelleştirip mektuplaşıyoruz falan. Ev telefonu çalınca ben de böyle bir heves bir heyecan, en sempatik ses tonuyla açıyorum telefonu belki odur falan diye. Görüntülü telefonlar da yok çünkü henüz. Okul çıkışları gidip parkta oturuyoruz öğlen sıcağında mal mal, sonra ben otobüse binip eve dönüyorum falan. Cafeye gitmek gerçekleşmeyecek bi hayal o herifle. Evdekiler de beni kütüphanede ders çalışıyor ya da voleybol antremanında falan biliyor. Yatcak yerim yok valla billa.

Neyse bir kaç ay böyle geçti. Benim yeter ben böyle bi ilişki istemiyorum, sen beni daha bi kere cafeye bile götürmedin çemkirmeme gerek kalmadan Engin yaptı hamleyi. Hayatımda "sen çok iyi birisin ama ben seni üzerim" klişesiyle beni ilk tanıştıran adamdır kendisi. Felsefe dersinden daha çok kafa patlattığım ama bi türlü anlam veremediğim bir mesajla siktir olup gitti hayatımdan. Bu yüzden unutulmazlar listesinde en başlardadır adı. He okullarımız kıç kıça olduğu ve zat-ı alileri o mahallede oturduğu için mahalleden siktir olamadı, ben de karşılaşmalarımızın önüne geçemedim ama olsun. Mezuniyete kadar olan iki yıllık dilimde ben de elimden geleni ardıma komadım burnundan getirdim.

Nedir efendim bu ben seni üzerim olayı? Üzme efendim o zaman adam ol, insan ol da üzme. Bu erkeklerin bütün gerizekalı olanları beni mi buluyor arkadaş? Ya da gerçeği söylemeye götü yemeyenleri? Madem ben güzelim, hoşum, bıcır bıcırım, e ağzım laf yapıyor, becerikliyim, sosyalim, sadığım, dudaklarım güzel, e popom dik, memelerim de maşallah standartların üzerinde. Yani bi erkeğin isteyebileceği neredeyse bütün kriterlere sahibim. E sorun ne o zaman? Bela mı arıyorsun? Boşversene be blog. Kim sallar sorunu. Uygun bir bahane bulup topuklayalım mantığında hemen hepsi. Ben senden hoşlanmadım, ya da ne bileyim senle takılırken başka birine aşık oldum vesair vesair demeye doğruyu söylemeye cesareti yok hiçbirinin. Yemişim öyle erkekliği.


Yıllar geçti. Çok değil bir iki yıl. Küçük Bey naptı nasıl ettiyse benim cep telefonu numaramı bulmuş mesaj attı bana. Ben Engin, askerdeyim diye. Lise yıllarındaki mektuplardan çekti sanırım canı. Ben de noliiiyy lan hangi Engin demedim tabi. Hemen hatırladım. Pişmanlık sözleri, şu içinde bülbül, güvercin, kelebek ve ay ışığı olan abuk smslerden göndermeler, nöbeterde aramalar falan bi ton şey. Tabi ben yemedim de herif askerdeymiş çok da gider yapmayalım dedim, ılımlı oldum. Huylu huyundan vazgeçer mi ki bu bikaç ay göründükten sonra yine sırra kadem bastı. Ben de amaaeeennnn canın cehenneme deyip siktiri çektim.

Bu sefer aradan bayaaa yıllar geçti. Sen de beş ben diyim on. Ben ne badireler atlattım, neler yaşadım falan. Artık Engin mazideki salakça bir gençlik anısı oldu benim için. Ama onun için henüz rafa kalkmamış olacak ki bendeniz mevzusu geçen yıl bi nakliyecimizin iftar yemeğinde karşılaştığımızda öyle uzaktan uzaktan bakarak akıttı ağzının suyunu, sol elindeki alyansa aldırış etmeden. Evlenmiş boyu devrilesice. Kendi gibi bi sümsük bulmuştur kesin. Benim şef sigara içmeye balkona çıkarken ben de takılmıştım peşine bi hava alayım diye. Anamm ne göreyim Engin! Yüzsüz geldi bi de tokalaşıp öptü beni. Tabi iş ortamı, e camiada da kendimizce bi namımız var, çemkiremedim ama bi kenarda konuşurken hafifçe tükürmeyi de ihmal etmedim yüzüne. Tek farkettiğim şey hakkaten tatlı çocukmuş. Ya da evlendi diye öyle geldi bana. Hani kör ölür badem gözlü olur ya, evlenince kıymete binmiş olabilir. Neyse zevzekliğe lüzum yok. Evlenmiş barklanmış herife yazılacak değilim. Ama bi ara niye ben değil niye ben değil de o deyip Türk filmi acitasyonu yapacaktım zor tuttum kendimi. Sonrasında Engin beyimizden gelen bitmek bilmeyen mailler, hal hatır sormalar falan. Haftabaşı iyi haftalar dilemese olmaz, Cumaları iyi tatiller. İşin bu kısmında bence kötü bir şey yok ama benim kocasını kıskanan arsız bir kadınla muhatap olmaya da hiç niyetim yok. Haddini aşmaya yeltenirse yapacağımı bilirim ben.

Bazen kendimi kürkçü dükkanı gibi hissediyorum, ağzıma sıçan, değerimi bilmeyen bütün herifler günün birinde tıpış tıpış geri geldiği için. Bazen yumuşak yüzlü olduğum ve kolay affettiğim için mi dönüyo bunlar birer birer deyip kendimi de sorguluyorum ama anlıyorum ki olayın benle bi ilgisi yok. Kendi yüzsüzlüklerinden. 


Kürkçü Dükkanına Geri Dönüş Seferleri Sonsuza Dek Kaldırıldı.

"Hepinizin ağzına sıçayım e mi! Defolun laynnn ben sizi üzerimm!!"

Çekmece Düzenleyiciler

İşyerinde ve evlerimizde şifonyerlerimizin çarşamba pazarına dönmemesi, aradığımız şeyleri kolayca bulabilmemiz için bir çözüm önerisi: Ikea dolap-çekmece düzenleyiciler. Üstelik 3,95 mi ne, yani sakız parasına :)

Oldu mu şimdi?

Piyanist "oynamayanların çamaşır makinası bozulsun" diyor diye kına gecelerinde en çok oynayan kişi olan Supercellma'dan pek bi selamlar Blogcum.

Peki ben kurallara uyduğum halde, Angara, Roman, Çiftetelli, Kasap Havası, Damat Halayı, Çaçası, kolbastısı, boku püsürüğü gibi bütün havalarda pistte bizzat bulunduğum halde ş
imdi bu çamaşır makinamın kazanının patlaması da neyin nesi? :( 
Üstelik her yıkamada Calgon da kullanıyorum. Her şey yalanmış anasını satim.

Dün akşam "Geleneksel Bilmem Kaçıncı Yapı Marketler Ziyareti" akşamıydı benim için. İlk kapımız Leroy Merlin'di.  Geçenlerde kışın hafif rutubet yapan banyo tavanımı silmek için üzerine çıktığımda kırdığım klozet kapağının yenisini aldık. Bok var sanki tavandaki rutubeti siliyorum. Ayak bileğimi kırıyordum az daha. Klozetin bi üstündeydim bi içinde. Allahtan banyo daraşmalık da sağa sola yayılarak düşmedim.

Sonra Ikea'ya gittik. Kağıt kapladığım ve fotoğraf duvarı yapmayı planladığım duvar için farklı formlarda ve boyutlarda bissürü fotoğraf çerçevesi aldım. Nası sevindim anlatamam. Otobüsle eve dönerken kafamda yerleştirdim hepsini. Bunu oraya, bunu buraya. Ayyy harika olacak! İki sevindim ya illa içine sıçacak bi durum olacak. Kara bahtım kem talihim. Eve geldik şu benim tamirat-tadilat tüm işlerimi halleden arkadaşla. Başladık duvarı mezurayla ölçüp biçip çerçeveleri asmaya. Bu arada makinaya çamaşır programlayımda biz duvarla uğraşırken yıkansın, yatarken asarım dedim. Makina başladı yıkamaya. İlk sıkmaya kadar her şey normaldi. Ne zaman ki makina sıkmaya geçti böyle gırçç gurççç tanggg tunggg şeklinde sesler geldi ve ardından da şarıl şarıl su sesi. Su sesi rahatlatır diyen halt etmiş. Beni bildiğiniz gerdi dün akşam. Bir anda bütün mutfağı su bastı. Aldım elime havlu, bez ne varsa başladım yerdeki suları silmeye. İki vileda kovası su çıktı. Ellerim çatur çutur patladı deterjanlı sudan. "Ay eldiven taksaydın madem şekerim" diye akıl verenleri görüyor gibiyim. Kusura bakmayın şekerim ama o anda hiçbi şey akıl edecek durumda olmuyor insan. Bir ya da iki dakka ya dayandım ya dayanamadım başladım hüngür hüngür ağlamaya. Allah gecinden versin gören de anam babam öldü sanır. Nasıl ağlamak ama bi görseniz. Ben faciayla uğraşırken salon kapısından bana tuhaf tuhaf bakan ve salak bir ifadeyle gülen arkadaşımı fırçalamayı da ihmal etmedim tabii. Bu yazıyı okuyacağını biliyorum o yüzden özellikle yazdım. Karşındaki insan öyle sinir bir durumdayken ona bakıp gülünmez, accık empati yap, accık insanın üstüne gitmemeyi öğren. Evet evet mutlaka öğren bunu. Sonra azar işitir yüzünü de asarsın yoksa hep.

Yerleri iyice kurulayıp balkon kapısını açık bırakarak yattım. Mineflolar kabarmasın diye bi hatim indirmişimdir herhalde. Dua ederken sızıp kalmışım yatakta. Sabah uyandığımda gözlerim balon gibiydi. Hala da öyle. Bayadır ağlamıyordum ya arayı açmıştık. Dün gece kavuştuk gözyaşlarımla. Ama bu seferki sebebimiz beyler değil çamaşır makinasıydı. Tam dip boyamı yaptıracak şöyle bir yaz bakımına girecektim. Al işte hiç hesapta olmayan bir masraf daha. İsyan!!!

Hoopp birader baksana bi'!

Bu blogdaki tüm yazılar ve bazı görseller (alıntı olanların URLsi belirtilerek) supercellma tarafından eklenmiştir ve 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu 81. maddesi gereğince kopyalamak, ticari amaçla kullanmak, yazar ismi belirtilmeden alıntı yapmak ve link vermeden kullanmak dahi suçtur. Aksini iddia eden varsa yolarım. Her türlü pisliği de yaparım. Hee akıllı olun canımı yiyin. Emek hırsızlığına karşı destek ve Emeğe Saygı lan. Dirsek çürütüyoruz burda...!!

 

supercellma Template by Ipietoon Blogger Template | Gadget Review

back to top