Aşık olduğumuzu söylemekten korktuğumuz adamlar vardır.
Onlara aşık olmaktan korkmayız da bunu ona söylemekten, hissettirmekten korkarız. Girişimlerimiz olmuşsa da bunu onunla paylaşmaya ya bir heves ağızdan çıkan "konuşmamız gerek" lerle sınırlı kalır bu çaba, ya da daha ilk cümlesinden duracağımız yer belirlenmiştir bile çoktan onların nazarında. Boğazımızda yumruk olur tüm söylemeye heveslendiklerimiz, kollarımızı önümüze bağlar otururuz çaresiz, heyecanımızı bir çırpıda yitirerek, hiçbir şey diyemeden. Bir yandan dikkatini çekmek için deli gibi çırpınırız bir yandan da bunu göze batmadan yapmaya çalışırız. Çünkü aşk ne büyük bir sorumluluk, ne altından kalkılmaz bir yükümlülüktür onlar için. Kadının fıtratında varken korkmak, kadının fıtratında varken sığınmak onlar korkarlar. Çünkü bu kadar büyük sevilmeye, bu kadar önemsenmeye hiç hazır hissetmemişlerdir kendilerini, hiç hazır olma çabasında da olmamışlardır, aşka ayıracak vakitleri de hiç olmamıştır, sevmeye hiç fırsatlar da. Pek çoğu da kariyer diye tutturmuşlardır Marilyn'in "Kariyer yapmak çok güzeldir ama soğuk geceler de kariyerinize sarılıp yatamazsınız" sözünü hiçe sayarak. Ve alacağımız nefesleri hızla tüketirken ömür hesabımızda sona doğru, yarın diye bir şey olmadığını da çok iyi bilirken ne ufacık bir çabaları vardır hazır olmaya, ne de ne zaman hazır hissedeceklerine dair bir fikirleri. Ve tuhaftır ki "oka da boka da konan" gönül denen şey sıra bize gelince gider hep boka konar.
Cümle alemin haberi vardır da bu adama aşık olduğumuzdan bi kendisi bihaberdir durumdan. Ya da böylesi işine geldiği için hep "ne kokar ne bulaşır" tavrındadır. Safa yatar her konuda çakal kesilen bu esas oğlanlarımız konu aşka geldiğinde. Kızamayacağımızı, küsemeyeceğimizi, küssek de bir gün kürkçü dükkanına dönen tilkiler gibi tıpışş tıpışş geri döneceğimizi çok iyi bilirler çünkü. Bunu çok da iyi kullanırlar aksi bir durum olduğunda "ben sana ümit vermedim ki" savunmasının arkasına sığınarak. Haksız da değillerdir aslında. Bizizdir kendi kendine gelin güvey olan. Bir bakışı, bir öpüşü, bir gülüşü milyarla çarpıp kendi kendimize yazan, çizen, hayal eden. Ve karmakarışıklaşırken her şey iyiden iyiye kendisi farkında olmadığı, farkında olmak istemediği bir meşhur olma yolundadır bizim yazıp oynadığımız aşk filminde esas adam başrolüyle.
Dünyayla Güneş arasındaki mesafe gibidir onlarla aramız ve bunu kontrol etmesi gereken de bizizdir çoğu zaman. Hem hayat telaşesinde koşturduğumuz işler, sorumluluklarımız, gerekliliklerimiz vardır yapılması gereken hem de bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de hepsinden zor bir arada kalma durumu yaşıyoruzdur adına "aşk" denilen. Her hayalimize onu katarken bunu onunla paylaşamamak, çok özleyip de "ben seni özledim" diyememek, saatlerce seyretmek isterken yanına gittiğimizde kafamızı kaldırıp bakamamak, dokunmak isteyip dokunamamak, sımsıkı sarılmak isterken sarılamamak ne zordur birkaç karış mesafe uzağındayken. Platonik desen platonik değildir, karşılıklı desen ııhh o hiç değildir. Tahta kurusu gibi kemirir durur içimizi yavaş yavaş bu ne idüğü belirsiz durum.
Bir büyük adımla onun yanında olabilecekken denediğimizde aramızdaki mesafenin, içine düşeceğimiz boşluğun büyüklüğü çarpar bu kez yüzümüze. Biliriz ki küçük adım atarak aşılamaz bu uçurumlar. Denemek isteriz, bi el uzatsa hani düşecek olursak bizi tutmak için, ama hiçbir zaman uzanmaz o el, deneyemeyiz.
Bir çıkmaz aralıktır bu durum, dönüp dolaşıp yine kendimizle yalnız kaldığımız. Attığımız her adım, her tekrar deneme isteği sonuçsuz kalır. Ha bir duvara aşığızdır ha bu adama. Biliriz, biliriz de bir türlü vazgeçemeyiz, bu gerçeği bir türlü söküp atamayız içimizden.
Ve adalet denen gerçek ne kadar orospu bir gerçektir ki hep onlardan bir beden daha büyük severiz, hep daha çok özleriz, hep daha çok isteriz. Aşkımız kadar büyük korkularımızda vardır elbet ama gözü doğuştan kördür aşkımızın ve tekrar görme imkanı da hiç yoktur. Zaten roller de çoktan değişmiştir dünya gerçeğinde. Seven bizizdir, korkan onlar. Sevilmek için sevmişizdir ama karşılığını da alamamışızdır hiç bir zaman. Korksak da umrumuzda olmaz. Aşkımız başımızdan aşmıştır bir kere. Ondan vazgeçtiğimizde onun kadar sevecek birini değil, ondan vazgeçersek bizi onun kadar sevmeyecek birini bulamamaktan korkarız farkında olmadan. Çünkü hep söylenen budur ya, aşkın böylesi makbuldur: "Acıtan hali"...
Ama aşığım deyip her gün üretirken ve itinayla büyütürken içimizdeki kelebek ordusunu ne kimseye kulak kabartırız, ne kendimize laf geçiririz Öyle ya boşuna mı demiştir Ferudun ağbimiz "korkular da benim umutlar da" diye. Ya bir gün yeter artık deyip her şeyi siktir eder, midedeki kelebekleri özgür bırakırız. Ya da onca şeye rağmen pes etmeyip ölümden başka her şeyin mümkün olduğu hayatta "belki bir gün" diyip sürünmeye devam ederiz, yarın diye bir şey olmadığını, alıp verdiğimiz her nefeste yitip gittiğimizi bile bile...
Zordur... Çok zordur... Ama aşkın "onsuzluk" halinde durum tam olarak budur, elden gelen bir şey de yoktur hani...
Onlara aşık olmaktan korkmayız da bunu ona söylemekten, hissettirmekten korkarız. Girişimlerimiz olmuşsa da bunu onunla paylaşmaya ya bir heves ağızdan çıkan "konuşmamız gerek" lerle sınırlı kalır bu çaba, ya da daha ilk cümlesinden duracağımız yer belirlenmiştir bile çoktan onların nazarında. Boğazımızda yumruk olur tüm söylemeye heveslendiklerimiz, kollarımızı önümüze bağlar otururuz çaresiz, heyecanımızı bir çırpıda yitirerek, hiçbir şey diyemeden. Bir yandan dikkatini çekmek için deli gibi çırpınırız bir yandan da bunu göze batmadan yapmaya çalışırız. Çünkü aşk ne büyük bir sorumluluk, ne altından kalkılmaz bir yükümlülüktür onlar için. Kadının fıtratında varken korkmak, kadının fıtratında varken sığınmak onlar korkarlar. Çünkü bu kadar büyük sevilmeye, bu kadar önemsenmeye hiç hazır hissetmemişlerdir kendilerini, hiç hazır olma çabasında da olmamışlardır, aşka ayıracak vakitleri de hiç olmamıştır, sevmeye hiç fırsatlar da. Pek çoğu da kariyer diye tutturmuşlardır Marilyn'in "Kariyer yapmak çok güzeldir ama soğuk geceler de kariyerinize sarılıp yatamazsınız" sözünü hiçe sayarak. Ve alacağımız nefesleri hızla tüketirken ömür hesabımızda sona doğru, yarın diye bir şey olmadığını da çok iyi bilirken ne ufacık bir çabaları vardır hazır olmaya, ne de ne zaman hazır hissedeceklerine dair bir fikirleri. Ve tuhaftır ki "oka da boka da konan" gönül denen şey sıra bize gelince gider hep boka konar.
Bir büyük adımla onun yanında olabilecekken denediğimizde aramızdaki mesafenin, içine düşeceğimiz boşluğun büyüklüğü çarpar bu kez yüzümüze. Biliriz ki küçük adım atarak aşılamaz bu uçurumlar. Denemek isteriz, bi el uzatsa hani düşecek olursak bizi tutmak için, ama hiçbir zaman uzanmaz o el, deneyemeyiz.
Bir çıkmaz aralıktır bu durum, dönüp dolaşıp yine kendimizle yalnız kaldığımız. Attığımız her adım, her tekrar deneme isteği sonuçsuz kalır. Ha bir duvara aşığızdır ha bu adama. Biliriz, biliriz de bir türlü vazgeçemeyiz, bu gerçeği bir türlü söküp atamayız içimizden.
Ve adalet denen gerçek ne kadar orospu bir gerçektir ki hep onlardan bir beden daha büyük severiz, hep daha çok özleriz, hep daha çok isteriz. Aşkımız kadar büyük korkularımızda vardır elbet ama gözü doğuştan kördür aşkımızın ve tekrar görme imkanı da hiç yoktur. Zaten roller de çoktan değişmiştir dünya gerçeğinde. Seven bizizdir, korkan onlar. Sevilmek için sevmişizdir ama karşılığını da alamamışızdır hiç bir zaman. Korksak da umrumuzda olmaz. Aşkımız başımızdan aşmıştır bir kere. Ondan vazgeçtiğimizde onun kadar sevecek birini değil, ondan vazgeçersek bizi onun kadar sevmeyecek birini bulamamaktan korkarız farkında olmadan. Çünkü hep söylenen budur ya, aşkın böylesi makbuldur: "Acıtan hali"...
Zordur... Çok zordur... Ama aşkın "onsuzluk" halinde durum tam olarak budur, elden gelen bir şey de yoktur hani...
canımm, ağzına sağlık..
YanıtlaSilne de güzel anlatmışsın..
:)
insanın içine düştüğü en zor durumlardan biri...
YanıtlaSilyazıda erkeklere biraz haksızlık seziyorum..
sanki aşık olan her zaman kadın.. ilgisiz ve cevap vermeyen erkek..
aşık olan tarafın sevgisi her zaman bir beden daha büyük olur.. ve bu aşık olan taraf kadın olabildiği gibi erkek te olabiliyor..
erkekler de bu duruma çokça düşebiliyorlar..
Biri hep daha çok, çok seviyor be!
YanıtlaSilYüreğine Sağlık bu yazı bi başka güzel olmuş be :)
Güzel yazmışsınız :) Hep bir taraf daha çok seviyor daha çok sahipleniyor aşkı ...
YanıtlaSil