27 Mart 2014

Hello Ashburn!

Zaman zaman, yazı yazmanın dışında da bloguma girip n' var n' yok bi bakıp çıktığım oluyor tabii. O an ilk baktığım şey blogumdaki online kişi sayısı oluyor. Günde ortalama 400 tıklanma alıyorum, ayda 12000 eder, eh buna şükür, Allah olmayanlara da versin. Az önce de yine böyle bir kolaçan edeyim diye bloguma girdiğimde baktım 3 kişi varmış o an beni dolaşmaya gelen. Biri ben, biri İstanbul'dan ve biri de Ashburn'den.

Buradan Ashburn'a sesleniyorum;

Beni Ashburn'den takip eden pek sevgili folovırım, Türk müsün? Türkçe biliyor musun? Bi arkadaşa bakıp da çıkmak için mi geldin? Yanlışlıkla mı düştün buralara? Bu soruların cevapları bir yana seni daha önce de whos amung us widgetinda görmüşlüğüm var. Hay ne iyi ettin de geldin, yine gel hep gel. Ama bi selam versen, bi el sallasan bize de kim olduğunu bilsek ha? güzel olmaz mı (:

Büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperim,
Selo kişisi.


Follow Me on

25 Mart 2014

Mutfak dolapları diyorum, iyi ki varlar.



"Sen daha yeni temizlik yapmamış mıydın?" dedi annem telefonun öbür ucundan bir şeyler yediğini belli eden uğultulu sesiyle."Yapmıştııım" dedim, bu kez derin temizlik yapıyorum. İyi misin dedi, "olacağım", "anne lütfen yardıma geleyim mi deme, baş edebilirim" dedim. Kapattık telefonu.

Hiçbir sebep yokken temiz dolapları baştan aşağı yeniden temizlememişse bir kadın, henüz aşık olmamış, çıkmazlara girmemiş, duygusal boşluğa düşmemiş demektir.

Açtım dolapları, başladım en tepedeki dolaplarda ne var ne yok tezgaha indirmeye -en üst dolaplara bile boyum yettiği halde sandalye tepesine çıkarak-. Ufak tefekleri doldurdum makinaya, havaleli olanları elimde yıkayıp masanın üzerine serdiğim temiz sofra bezinin üzerine kapattım. Tencereleri, tavaları, sahanları çelik parlatıcı cifle kollarım kas yapana dek ovdum, duruladım, boş bulduğum yerlere dizdim düzenli bir şekilde. İyice süzülsünler ki kurulamaya gerek kalmasın diye. Makinadakiler yıkanırken bir yandan dolapları sildim -kokusuyla bir türlü barışamadığım ahşap temizleyiciyle- bezin değmediği yer kalmazcasına, kapitoneli örtülerini yedekleriyle değiştirdim. Yahu sen yalnız yaşıyorsun, bekar evi burası, ne kapitonesi? Bir de onları yıkayıp ütülemekle mi uğraşıyorsun? Kaldır kızım Selo ne örtüsü! dedim, sonra da yıllarca düzenli olmaya zorlanmış ve artık yeterince düzenli biri olarak o örtüleri kaldırmak anneme yapacağım bir ihanet gibi geldi, vazgeçip tekrar yaydım.

Dolapları silerken bir yandan yaşanmışlıklarımı anımsadım, o an için önemsemediklerimi ya da önemsememiş gibi gözüktüklerimi, üzerinde durmadıklarımı ama hiç olmadık bir yerde olmadık bir detaydan karşıma çıkan, beni yerle bir eden yaşanmışlıklarımı. Hatırladığım insanlar oldu, hatırlamak istemediğim karelerle. Yüzünün gözümün önüne gelmesine sevindiklerim, özlediklerim, "acaba n' yapıyordur?" dediklerim oldu. "Bir hataymış, ne büyük aptalmışım" dediklerim de. Baktım makina bitirmiş yavaşça sıyrıldım düşüncelerimden açtım kapağını başladım yerleştirmeye. Bardakları ve tabakları kullanım sıklığına ve boy sırasına göre az önce ütülediğim deterjan kokulu kapitoneli örtülerin üzerine yerleştirdim özenle -parmak izi yapmamaya özen göstererek-. Kafamın içindeki binlerce düşünce bir yerlerde yığılmış, karmakarışıkken, ben kendimi bu hayatın neresine koyacağımı bilemezken, hayatımdaki birçok şey eksik ve bir türlü tamamlanamazken, hiç değilse bardaklar ve tabaklar yerli yerinde olsundu, oldular.

Takımı bozulan bardaklar battı yine gözüme, -dört tane, beş tane kalanlar-. Eskiden olsaydı gazete kağıdına sarıp doldururdum bir koliye, anneme, ablama, birine verirdim onları "takımı bozuldu bunların" diyerek. Fark ettim ki artık önemsemiyorum eksilenleri, takımı bozulanları. Kısmetten çıkan gidiyor kırılarak, ne düzenler bozuluyor şu hayatta, ne hayaller yıkılıyor. Altılı bardaklar beş olmuş, dört olmuş çok mu? Hayatımızdaki hangi şey tam tekmil ki bardaklar olsun?

Ellerimin ertesi gün acı acı domestos kokacağını bile bile yine de takmadım o eldivenleri. Durularken gıcırdatarak yıkamayı seviyorum, o ses gelmezse temizlenmemiş, arınmamış gibi geliyor, e eldivenlerle de o ses gelmiyor malum. Bir de özürlü gibi oluyorum eldivenle iş yaparken. Yok yok eldivenle iş yapmak bana göre değil arkadaş, varsın bozulsun kendi yaptığım manikürü tırnağımın. O kadar kibar olsaydım elimi suya deterjana değdirmezdim, kadın tutardım vesselam. Ama o dolapları mutlaka yine kendim temizlerdim; çünkü dolap işi ince iş, dolap işi arınma işi, dolap işi hayatındaki en büyük derdi temizliğini bir an önce bitirip yevmiyesini alıp eve gitmek olan gündelikçi kadının işi değil.

Annem bilir. Annem, beni iyi bilir. Ben her hafta düzenli ev temizliği yapan biriyim. Haftayı geçirirsem en fazla on günde bir, on bir olmaz. Bir de titizimdir, dağıtmam ortalığı. Islak ellerimle mutfak dolaplarının kulplarını tutmam mesela, buzdolabını açmam. Elimden mutfak havlusu düşmez, iki bardak yıkasam hemen elimi kurularım, bir dakika sonra yeniden suyla iş yapacağımı bile bile. Her bulaşıktan sonra kirlenmiş olsun, olmasın ocağı silerim, tencerelerimi ciflerim, öyle kaldırırım dolaba. E hal böyle olunca da düzenlidir her şeyim, kolay kolay kirlenmez evim. Ama ben çamaşır suyu lekeli meşhur ev pijamamı giyip, mutfak önlüğümü boynuma, rahmetlik anneannemin meşhur mekik oyalı kırmızı tülbentini de başıma taktıysam, aldıysam elime bezi, Allah ne verdiyse çıkardıysam ortaya domestosu, cifi, porçözü, indirdiysem tüm mutfak dolaplarını yere annem bilir ki çıkmazdadır Selo kişisi. Oturup sakin kafayla düşünmek, ordan alıp oraya koymak, olmayanı oldurmak, dolmayanı doldurmak, dolanı taşırmak yerine düşünmezmiş gibi yapıp -aslında tüm çabası her şeyi, herkesi, duygularını, düşüncelerini yerli yerine koymakken- kendini kandırıp temizlik yapmakmış gibi davranmak konusunda en büyük yardımcıdır dolaplar; mutfak dolapları.

Beni bir günde lise yıllarıma o gerçek aşkların yaşandığı yıllara götüren Muro meselesi sizlerle coşkuyla paylaşmamdan bir hafta sonra bitti. Mutluydum, uzun zamandır hiç olmadığım kadar iyi hissediyordum. Muro bana duygularını açtıktan sonraki o görüşmemiz asla öncekiler gibi değildi. On beş yıllık arkadaşım değildi o adam, ama sevgilim de değildi. Ne elele tutuştuk, ne öpüştük, ne de duygusal kategoriden bir şeyler söyledik birbirimize. Gündelik, tek düze şeyler konuştuk ve öyle öldürdük -normalde birlikteyken su gibi akıp giden ama o gün geçmek bilmeyen- zamanı. Son görüşmemizin ertesi günü iş için tekrar İstanbul'a gitti Muro ne zaman döneceği belirsiz bir süre için. Zaten Allah biliyor ya bir mide bulandırmıştı bu İstanbul mevzusu hafiften, ona da biraz tatlı sert sitem etmiştim. Zaman ver demişti. Zaman vermesine verilirdi de ne kadar bekleyebilirdi ki bir insan neyi niçin beklediğini bilmeyerek? İlgisiz yaşayamayan biri olarak ben onun belirsiz yeni işine, düzensizliğine ayak uyduramazdım. Onunla evlenebilmemiz için arkadaşlık boyutunu aşmamız gerekiyordu, sevgili olabilmemiz içinse daha çok vakit geçirmemiz. Ama o Pazar da dahil gece yarılarına kadar çalışıyordu ve bunun ne kadar süreceğine dair en ufak bir fikri yoktu. Bense Cuma mesai bitti mi sevgilimle planlar yapmak isteyecektim, gerçekleşmediğinde bir idare edecektim, iki edecektim üçüncüsünde açacaktım çenemi, tadımız kaçacaktı. Böyle böyle arkadaşlığımızdan da olacaktık. Arkadaşlığımız bitmesin hiç değilse dedim. O da düşünüp kafa yormuş olacak ki birkaç gün sonra "bir gün ben bu kaybettiklerime çok yanacağım ama iş işten geçmiş olacak" dedi, ama yine de tercihi ben olmadım işine aşık Muro kişisinin. "Kızma bana Selo" dedi, ben de "sen de bana kızma Muro" dedim. O işini tercih etti, ben de dişimle tırnağımla bir düzene soktuğum hayatımı. Kendimizce risk almadık, alamadık. "Ama her zaman her şey için seni arayabilirim, sen karamelli kahveni, ben espressomu içerken yine hayatın o siktiribokan şeyleri hakkında saçmalayabiliriz di mi?" dedi. "Elbette oğlum sonsuza dek arkadaşız", dedim. O gün bugündür ki bir çıtırtı bile yok Muro'dan. Bir yanım doğru olan bu derken bir yanım acıdı, içim koparcasına ağladım o gece. Ertesi gün uyanıp işe gidebilmem mucize.

Bu olayın birkaç gün sonrasında ben daha bu durumu tam olarak atlatamamışken mahkememizden bu yana -yani 7 yıldır- hiç görmediğim eski kocam olacak herifle dolmuş durağında burun buruna geldik. Öyle bir durum oldu ki ben basireti bağlanmış halde o dolmuşa binmek zorunda kaldım. Aynı dolmuşta ve yan yana yaklaşık bir 4-5 dakika gittik herifle. Cüzdanı açıp dolmuş ücretini şoföre nasıl uzattım, ineceğim yeri nasıl söyledim bilmiyorum. Tek bildiğim o yol bitmek bilmedi, ben yer yarılsa da yerin içine girsem diye dua ettim içimden inene kadar.

Dolaplar bitti, fayansları sildim lavanta kokulu yüzey temizleyiciyle, tezgah mermerini domestosla ovdum sanki daha dün akşam silmemişim gibi. Tüm bunları, içimi acıtan bu olayları sindirebilmek için itinayla yapıyordum. Dolaplar parladı, yeni gibi oldu. Şöyle bir baktım silinecek bir yer kalmadığına ikna olduğumda çektim modern mutfak dolaplarıma tezat ahşap oyma sandalyeyi oturdum, masaya yasladım başımı ağladım, ağladım. Sızmışım. Orada ne kadar öylece uyumuşum bilmiyorum zilin çalışına uyandım, gelen tahmin edeceğiniz üzere annemdi.

Kendimde, olanları bir de ona anlatacak gücü bulamadığımdan elini tutup yatmak istedim sadece, uyuduk. Annem, dolap terapisinin üzerine en ihtiyaç duyulan şeydi her zaman. Tıpkı antibiyotikle birlikte alınan vitamin gibi. O gün, uzunca bir süre o dolapları bir daha temizlemek istemediğimi fark ettim, yıprandığımı, yorulduğumu.

Bugün, ellerim hâlâ acı acı domestos kokuyor.

Follow Me on

17 Mart 2014

Mandalla Yaratıcı Fikirler

Kendin yap projelerine bayılan Supercellma kişisinden herkese iyi haftalar blogcum.
Bende bu aralar sürekli bir "ne ararken ne buldum" durumları mevcut. Yeğenimin performans ödevi için nette araştırma yaparken "ay bunları paylaşmazsam olmaz" türünden bir çok yaratıcı fikir buldum ve besmele çekerek başladım ilk postu yazmaya.

Herkesin kolayca temin edeceği tahta mandalları boyayarak, kağıt bantlarla ya da yapıştırıcı yardımıyla sim, pul, ahşap aksesuar vs gibi şeylerle süsleyerek birçok pratik ve dekoratif eşya elde edebiliriz.

Haftalık organizer

Özel davetlerde bahçemizi süsleyebileceğimiz dekoratif mandallar

Peçetelik

Tutacaklı buzdolabı süsleri

Hatıra çerçeveleri

Bir fotoğraf duvarı

Dekoratif bir ayna çerçevesi

Fotoğraf çerçevesi

Taze sıkılmış meyve sularımız için isim etiketi

Misafir kadehleri için isim tutacakları

Cıvıl cıvıl bir kalemlik

Kapı çelenkleri

Avize

Ve hatta davetiye yapabiliriz :)

Görseller alıntıdır.

Hepsi birbirinden güzel, hepsi birbirinden kolay. 
Tek ihtiyacımız olan şey hayata geçirebilmek için malzemeleri temin edip gaza gelmek. 
Sizce de çok güzel değiller mi?

Özetle bugünlerde;



Follow Me on

05 Mart 2014

Evrim dedikleri bu olsa gerek!

Charles Darwin in evrim teorisine katılmıyorum. İlk insan Hazreti Adem diyor kutsal kitap, bizim Darwin tutturmuş bi maymundan türedik iddiası. Hz. Adem'in soyunun maymun muydu yani? Tövbeler tövbesi ya. Neyse belki adamcağızın kendince haklı sebepleri vardır saygı duyuyorum ama inanmıyorum. Belki de soyumuzun maymundan türemesi ihtimalini kendime yediremediğimden. Düşünsenize büyük büyük dedemin goril olduğunu. Düşünmeyin bence benim psikolojim bozuldu şahsen. Neyse folovır şaka bi yana maymundan insana dönme evrimi bana göre yoksa da aşağıda gördükleriniz evrimin canlı örnekleri değil de ne? Yanlışsam düzeltin :P

Görseller alıntıdır.

Follow Me on

03 Mart 2014

Fark etmeden...



Şarkısı

Adını koyamadığım bir duygu yumağı içindeyim. Başı neresi, sonu neresi bilemediğim. Tabiri caizse yuvarlanıp gidiyorum ama memnunum da halimden. Tek bildiğim imkansız olmadığı hiçbir şeyin. Daha önce kendince Muro'yla beni yakıştırıp, hadi hadi vardır bir şeyler mutlaka sizin aranızda, bu çocuk sana yazıyor olmasın? diyenlere, yok cağnım imkanı yok biz gerçekten ve sadece arkadaşız deyişlerim bok yedi bildiğiniz. Ve ben eğer Muro'yla bir ilişkiye başlarsam yer yüzünde bir erkek ve bir kızın "sadece arkadaşız" sözüne asla inanmayacağım ve hep güleceğim. O an için bu doğru olabilir ama bir dakika sonrası için hiç kimse bu arkadaşlığın bir aşka, bir ilişkiye dönüşmeyeceğinin garantisini veremez. Verilecek olsaydı ben verirdim. Çünkü gerçekten öyle bir his, öyle bir düşünce içinde değildim, yakınından bile geçmemiştim. Dahası Muro benim sevgilim olursa ve ben bu zaman zarfında başka bir erkek arkadaşımla görüşecek, buluşacak olsam ve diyelim ki o bunu sorun etse "bebeyim düşündüğün gibi değil sadece arkadaşız, inan bana diyemeyeceğim. Bunu bir iç rahatlatma cümlesi olarak kullanamayacağım. Neden? E Adam kalkıp demez mi biz de öyle değil miydik diye? Ne diyebilirim? Hiçbir şey. Yani onunla arkadaşlığım ilişkiye dönüşebilir ama bu tüm arkadaşlıklarımın boyut değiştireceği anlamına gelmez. Neyse ki Muro bu konularda tanıdığım, bildiğim kadarıyla yeryüzündeki en anlayışlı, en rahat adamlardan biri.

Şunu tüm samimiyetimle söyleyebilirim ki, biz o gün o filme gidene kadar Muro benim için, birlikte vakit geçirilip her türlü sohbet edilebilecek, eğlenceli, komik, müzik kulağı iyi, kültürlü, hayatla kafasını çok yormayan yaramaz, haylaz, tuhaf bir çocuktu. Ne vakit sarıldı bana sinema çıkışı, "sen beni bırakmayacaksın di mi Selo?" dedi, ben, o an hayatımda ilk kez hissettiğim tuhaf bir şey hissettim. Sarhoşluk dersen sarhoşluk değil, ayıklık desen ayıklık değil. Ayaklarım sımsıkı yere basıyorken o an yerin ayaklarımın altında bir sandalın dalgalı denizlerde sallanışı gibi sallandığını hissettim. Hava soğuktu, esiyordu ama sanki frezya kokulu ılık bir rüzgar esiyordu ondan bana doğru. Şevkatti, minnetti, özlemdi, teslimiyetti, inançtı, sevgiydi, güvendi, belki de hepsinden bir tutamdı. Ama hissettiklerimin en belirgin olanı huzurdu. O an, kollarım yer çekimine yenilmiş aşağı doğru salınıkken, o bana tüm içtenliğiyle sarıldığında, hissettiğim buydu, "huzur". Benim hayatla ilgili anahtar kelimem budur. Bana göre her şey tolere edilebilir, tüm hislerin yeri doldurulabilir ama huzur olmayan hiçbir yerde hiçbir güzel şeyden söz edilemez.

Muro bana bu olayın ertesi günü itiraf etti her şeyi, whatsappta konuşurken. Ben ne düşündüğünü, ne hissettiğini öyle merak ediyordum ki. Ağzından çıkacak her kelime benim için ona karşı hissettiklerimi şekillendirebilmek için çok önemliydi. Muroyla biz bundan 1,5 ay önce falan buluşmuştuk. Bana, Selo sana bi hediye yaptım, akşama müsaitsen buluşalım vereyim dedi. Buluştuk. Yine o meşhur mekanımız Siesta'ya gittik. Hava güzeldi. Muro rahat sigara içsin diye dışarıda oturduk. O kahve içti, ben bitter limonlu Schweeps. Hatta şişesini bana cam boyası getirsene, ben şişe biriktiriyorum bunları boyayacağım renk renk diyerek aldım, çantaya attım. Biraz sohbet ettik. Sonra benim meraktan çatlamama ramak kala hediye poşetini verdi bana. Bi açtım paketi tüylü mürekkepli kalem ve bir şişe ithal mürekkep. "Bir gün kitap yazacaksın ya, imza gününde bu kalemle imzalarsın kitaplarını dedi". Bu, beni bir hayali gerçekleştirmeye, bir hedefe ulaşmaya tetikleyen, en anlamlı en özel hediyeydi bugüne kadar aldığım. Sarıldım ona, öptüm bi de yanağından. O akşam olmuş olan. Keşke Selma benim sevgilim olsa diye geçirmiş içinden, ama olmaz ki demiş sonra kendi kendine, arkadaşlığımız biter diye korkmuş. Bir de emin değilmiş duygularından, bu yoğun bir hoşlantı olabilir, ben sevgi sanıyor olabilirim demiş. Duygularından emin olmak istemiş küçük adam, e aferin ona. İşte o kalem gecesinden, sinema gecesine kadarki süreçte ölçmüş, tartmış. Ve demesine göre o gece bana sarılınca da emin olmuş bana karşı hissettiği şeyin düpedüz sevgi olduğundan.

Muro'yla konuşmalarımızı capsleyip paylaşsam aşk hikayesi olur. O kadar tatlı,o kadar içten ki. Bana Mehmet Günsür'den olamaz mı? olabilir şarkısının Youtube linkini atarak "günaydın" diyor, Demet Evgar'dan Farketmeden şarkısının linkiyle de" iyi geceler". Her gün birkaç tane şarkı gönderiyor. Hepsi duygu yüklü, hepsi dinleyince oha lan ben de bu şarkıyı seviyorum, ya da ben bunu bugüne kadar nasıl dinlememişim dedirten cinsten. Bazen şiirler, kitaplardan alıntılar gönderiyor, hep bizi anlatan.

Seviyorum ben seni kızım dedi, düşün dedi, zamanın var. Tanıyalım birbirimizi daha çok, ben de sana kalkıp yarın evlenelim demiyorum dedi. O gece uyku uyuyamadığım, sabahı ettiğim doğrudur. Kafamda belli belirsiz düşünceler, hayaller, Muro'yla yaşanmışlıklar, gelecek beklentileri hepsi bi anda netleşti, sınıfta kaynaşan ama öğretmen gelince yerlerine oturan ilkokul öğrencileri gibi. Dedim ki Selo kızım sen gerçekten  kimin ne dediğini umursamayan,  "aaa bak bak, kaç yıllık arkadaşlar şimdi sevgili oldular, demek ki hep varmış içten içe bir şeyler, al işte erkekten arkadaş olmaz, ateşle barut yanyana durmaz" söylemlerine kulak asmayan, asmayacak birisin. Ve devam ettim kendimle konuşmaya; sen bu adama güveniyor musun? Evet. Mutlu musun onunla? Evet. Peki Selo hâlâ ne bokuma kasıyosun kızım?! Beynimi bir süreliğine servis dışı bırakıp kalbimle hareket etmeye karar verdim. Ben özünde duygu insanı biriyim, ilişkilerinde yani. Ama ilişkilerimde hep bir şey oluyordu ve ben kendimi duygularımla mantığım arasında köşe kapmaca oynarken buluyordum. Bilmem geçmişte yaşadığım acı tecrübelerden mi, yaşın getirdiği olgunluktan mı yoksa bir aslan kişisi olarak her şeyi kontrol etme özelliğimin kaderimi, hayatımı da kontrol edebileceğim gazını bana vermesinden mi? Sonucunda ben hep 44'le başarısız oluyordum, yine bir başıma kalıyordum. Bu sefer sikerim mantığı lan, istiyorum, deneyeceğim, Muro'ya şans vereceğim dedim. Bugüne kadar bana seni hayatımda istiyorum deyip, bu sözün altını dolduramayan onlarca adam olamamışına şans vermedim mi? Deneyeceğim çünkü Muro buna değer.

Ona hiç beklemediği bi anda; "Muro ben karar verdim. Varım, deneyelim" dedim. O an heyecandan telefonu elinden düşürmüş. Bana bi 5-10 dakika sonra dönebildi. Ne olacağımız, bu işin nereye varacağı, nasıl olacağı konusunda inanın hiçbir şey düşünmedim. Hayatımda belki de ilk kez doğmamış çocuğa don biçmek, -güzel şeyleri tadını çıkarırcasına yaşamak varken hep piç etmek- yerine bu kez iç sesimi dinledim.

Dün akşam önce kendime sonra ona yaptığım bir itiraf var: "özledim bayım". "Son 24 saat madam" dedi. Ben onu tanıdığım 15 yıl boyunca, iç daralmaları, kendimi yalnız hissedişlerim ya da bir erkek kişisinden darbe yiyişlerim dışında onu hiç özlememiştim. Yani evet arada hadi görüşelim lan, özledim, diyordum. Lakin o özlemek bir antidepresana, bir terapiye ihtiyaç duymak gibiydi. Bir kadının bir erkeği özleyişi gibi değil. Bu akşam, siz bu yazıyı okurken buluşmuş olacağız. Muro'nun hayatıma boy friend adayı olarak girişi gibi süpriz bir diğer gelişme de onun İstanbul'dan aldığı iş teklifi ve bunu değerlendirmek istemesi. Bakalım biz Çarşamba'dan bu yana neler olmuş, neler olacak? Ben çok heyecanlıyım. Umarım, bu kez hakkıyla benim olur mutluluk. Gözü olanların, nazar edecek olanların hemen siktirip gitmesini emrediyorum buralardan. Makyajımı tazeledim, çıktım!

Hoopp birader baksana bi'!

Bu blogdaki tüm yazılar ve bazı görseller (alıntı olanların URLsi belirtilerek) supercellma tarafından eklenmiştir ve 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu 81. maddesi gereğince kopyalamak, ticari amaçla kullanmak, yazar ismi belirtilmeden alıntı yapmak ve link vermeden kullanmak dahi suçtur. Aksini iddia eden varsa yolarım. Her türlü pisliği de yaparım. Hee akıllı olun canımı yiyin. Emek hırsızlığına karşı destek ve Emeğe Saygı lan. Dirsek çürütüyoruz burda...!!

 

supercellma Template by Ipietoon Blogger Template | Gadget Review

back to top