Birçoğumuza tecavüze uğramış hissi veren bir Pazartesiden daha herkese pek bi selamlar sevgili folovır!
Hayata yetişmek konusunda götü başı dağıtmış durumdayım çok afedersiniz. Size yansıyan sosyal medya ve blog tarafı sadece. Madalyonun görünen yüzü okuduklarınız, arka tarafındaysa son rötuşların yapılmasını, fotoğraflarının eklenmesini bekleyen, belki de aslında her şeyi tamamken yok lan bunda bi duygu eksik denilip kenarda tutulan onlarca yazı. Düzenlenmesi gereken blog kategorileri, blog linklerinin önemini keşfetmeden önce yazdığım yazılarda kullandığım "ı" karakteri yüzünden düzeltilmeyi bekleyen linkler, yazılarımın sonuna eklediğim "Follow Me on" şablonunu eski yazılara eklemek, net üzerinden url ile eklediğim görsellerin artık kullanılamaz durumda olmasından dolayı onları güncellemek vesair vesair. Bunlar sırada Selo kişisini beklerken, durduğu yerde duramayan, gezen, tozan, yiyen, içen, yaşayan, özleyen, şaşıran, sevinen, üzülen, şansı dönen Selo kişisinin yazılmayı bekleyen yeni yazılarını da eklersek içinde bulunduğum durumun sıçılmışlığını buyrun siz tahmin edin. Vakitsizlikten sürekli şikayet ediyorum, haksız da sayılmam. Allah'tan sevgilim yok, yeminle herif beni terkeder. Sikerim lan senin sosyal medyanı, blogunu dese, ki birkaç boy friend denemesinde bu tepkiyi almışlığım ve sırf bu yüzden herife siktiri çekmişliğim de yok değil. Evli olsam koca boşar, çocuklar beni analıktan reddeder herhalde, durum onu gösteriyor. Bense her yere yetişicem diye kıçımı yırtarken dışardan görülen kısmıyla dünya kukumda yaşıyorum. Neden böyle? Tamam 08:00-18:00 çalışıyorum, Cumartesi Pazar çalışmıyorum, on yüz bin şükür Allahıma. Ama işyerim anasının gözü kadar uzakta. Sabah 1 saat, akşam 1,5 saat yollarda geçiyor. Serviste yapılabilirliği denenmiş ve başarısızlıkla sonuçlanmış girişimlerim var,
- Kitap okumak gibi
- Ders çalışmak gibi
- Müzik dinlemek gibi
- Uyumak gibi
Tek başarabildiğim hunharca Subway Surfers oynamak, oynuyorum oynuyorum, şarjı bitiresiye kadar oynuyorum. Çünkü geçmiyor başka türlü zaman, yol bitmek bilmiyor. Orada topladığım altınlarla kendime tek taş yapıcam. Amk kısmeti zaten kapalı, varsın tek taşla bir kez daha kapansın. Yalan mı?!
Haftada 3 gün spora gidiyorum sayın folovır. Genellikle Pazartesi, Çarşamba, Cuma üçlüsü. Eve gitmem 19:30 oluyor, bir şeyler atıştır, yangından mal kaçırır gibi koştura koştura spor salonuna git durumundayım. Hayır zaten giderken yakıyorumki yakmam gereken kaloriyi. Aktif 1,45 saatlik programım var. 20 gibi girsem çıkmam 22:00 oluyor, e bi zahmet çıkıyorum çünkü salon kapanıyor. Allah'tan duşu orda yapıyorum da eve gidince o üzerinden asfalt silindiri geçmiş gibi halimle bir de duş yapmakla uğraşmıyorum. Eve gidip cup yatağa. Yaşasın sağlıklı yaşam derken maalesef sikildi sosyal yaşam. Geri kalan günlerin Salısında pazara gidip hamarat ev kızı modunda yemeklik alışveriş yapıyorum. Birkaç yemeklik alacağım dediğim pazar alışverişi yalnız yaşayan bir insan için 25-30 TL ile sonuçlanıyor ve korkarım ki bir gün pazar poşetlerini eve taşırken kangren olacağım. Kendi fikrinizi kendinize saklayınız çünkü ı-ıh pazar arabası taşımak kesinlikle bana göre değil, ne o öyle menopoza girmiş, emekliliğinin en güzel aktivitesi mahalle pazarına gidip karşılaştığı eş-dostla pazar trafiğini tıkamayı hobi edinen teyzeler gibi. Hem onu koyacak yerim de yok, balkona patatesi soğanı koydum kombiyi açıp kapamaya çıkarken kuğu gölü balesi yapar gibi parmak ucumda süzülüyorum kapının arkasına doğru çünkü balkonum o kadar geniş! Hem gencim ben daha oğlum, yani tamam 30'uma 3 ay kalmış olabilir ama pazar arabası alacak kadar değil. Konu kapanmıştır. Ne diyordum? Salı günlerim önceki haftadan açgözlülük yapılarak alınmış ama yüzüne bile bakılmamış bozulmuş bir şeyler varsa onları içim acıyarak ve -bir daha yiyeceğim kadar alacağım, günaha giriyorum, söz mü?- şeklinde kendime söz vererek çöpe atmakla, buzdolabını silmekle, o haftalık yemek yapmakla ve pazar poşetlerinin ıslanmamış olanlarının tozlarını balkondan silkeleyip fiyonk yapıp poşetliğe itina ile dizmekle geçiyor. He böyle de titizimdir vesselam.
Hafta içinde geriye kaldı bir gün. O günlerdeyse mutlaka bir arkadaşım -Selo akşama kahve içelim mi? Elbise bakacağım yardıma ihtiyacım var, ağdacımı değiştireceğim korkuyorum yanımda gel, saçlarımı kestireceğim beni senin kuaföre götürür müsün? Sinemaya gidelim mi? Evdeysen sana geliyoruz? Bu gece sende kalabilir miyim? sorularıyla beni arıyor ve kesinlikle "yorgunum, uykusuzum, işim var bahanesi" kabul görmüyor çünkü "ama başka arkadaşlarına vakit ayırıyorsun bana gelince hep işin var aşkolsun" sitemi bir sonraki cümlede bomba etkisi yaratarak giriş yapmak üzere dilinin ucunda bekliyor. Görüşelim demeyen ama online gördüğü halde, çok hayırsızsın, hiç arayıp sormuyorsun diyen -aslında kendisi en son 2009'da aramış üzerine değişen 3 telefon numaramdan bihaber arkadaşlar da bonus.
Hatırlanması gereken doğum günlerine, düzenli arayıp sorulması gereken tripkolik arkadaşlara, annemin "eehhh bıktım senin arkadaşlarından, hep arkadaşların, hep arkadaşların!" isyanına hiç girmiyorum bile. Bu arada evlenenler, mirasa konup ya da düşük faizli diye kandırılarak kredi çekip evini yenileyenler, 1-0'lık galibiyetini bir de çocuk yaparak taçlandıranlar, nişanlananlar, sözlenenler, mezun olanlar, sevgili yapanlar sorunsalı var. Bence herkes ortak bir tarih belirleyip toplu düğün, nişan, söz yapsın amk mezuniyet günleri gibi. Her yere yetiş derken bi varislenmediğim kaldı bu genç yaşımda. Tam şu an gözüm masa takvimime gitti anam bi de -diyetisyene ara vermiştim ya- bu ayın 28'inde bir de yeniden başlayan Gülcan Karpuz gerilimi var, bunu da hatırlamam cidden çok iyi oldu. Oyşşş.
Yok daha bitmedi, bunların üzerine Açıköğretimin içine sıçılmış sınav sistemini de eklemek istiyorum. Örneğin Aralık 15-16 sınavı için ben Kasım'ın başından ders çalışmaya başlıyorum. O sınav 15 gün sonra açıklanıyor, bir sonraki hafta yeniden ders çalışmaya başlamak zorundasın çünkü Ocak sonu yeniden sınavlar. Sonra Nisan'da ara sınavı, sonuçları beklemeden dönem sonuna çalışmaya başlasan iyi edersin çünkü sorumlu olduğun ünite sayısı 2 katına çıkıyor. E ben de insan evladıyım, haftanın 5 günü geldiğim bir işim var. Temiz, düzenli olmam gerek buna haftada en az 4 kere çalışan çamaşır makinasını, kapılara astığım, koltuklara, bulduğum her yere serdiğim nevresimleri, çarşafları, sandalyelere, doğalgaz borularına askılarla asıp evi merdiven altı butiğine çevirdiğim çamaşırları hiç saymıyorum. Katlamaktansa bildiğin nefret ederim. Beni oğlundan ayıran nemrut kaynanadan bile bu kadar nefret etmedim, varın siz hesap edin. Bir de bu işin ütü kısmı var, donları bile ütüleyen takıntılı bir piskopatım. Dağınık mıyım, tertipli miyim, pasaklı mıyım, titiz mi ben bile anlayamadım. Bulaşık makinası alarak yıkamak için lavabo içinde günlerce durup kokmasını beklediğim bulaşık derdinden kurtulmuş ve iş yükümü %10 hafifletmiş olmanın mutluluğu içindeyim ki onun yerini haftada iki gün tutan migren krizleri aldı, migren gelince bırak işi gücü, ütüyü, yemeği yaşamak bile zor.
Folovırlar yazı istiyor, sponsorlar deneyim yazısı bekliyor, annem beni özlüyor, arkadaşlarım saçmalamalarıma hasret, Tabipler Lokali Selo kişisi gelse de bahçenin göbeğindeki masaya otursa gecenin sonuna kadar 2 Arjantin birayla bir 70'lik rakının kafasına sahip olup konuşsa, gülse, güldürse ve ortalığı kırıp geçirse diye beni bekler. Tamire götürülmesi gereken ayakkabılar, terziye bırakılması gereken daraltılacaklar, pili biten saatler aylardır unutmayayım diye daire kapının girişinde. Artık dekorun bir parçası oldular. Diy projesi için boyanmayı bekleyen şişeler mutfak dolabında, kaplanmayı bekleyen kutular gardırobun üstünde, atılmak ve birilerine verilmek için seçilmesi gereken 40 küsür kutu ayakkabı, bahar geldi geçiyor anlamadan sonbahara geçiş yapacağız benim camlar silinmeyi bekliyor, camları silsen perdeleri yıkamadan olmaz -perdelerim organze- ütülemesen olmaz. Kapıları taşındığımdan bu yana -1 Haziran 2013'te taşındım- kaç kere sildim hatırlamıyorum, belki 1 kere sildim belki hiç silmedim belki 4 kez sildim her neyse Allah'tan kir götürüyor. Yazlıklar bazanın altında çıkar bizi buradan diye ayaklanmada. Kışlıkları aralarına sabun, naftalin koyup kaldırmak gerek. Bunlar da tabisi ki de Selo kişisini bekleyen işler arasında. Christmas geçeli dolu dolu 4 ay oldu, ben yılbaşı ağacını toplamadım, gerekçemse ben onu gece lambası olarak kullanıyorum, onun için kaldırmadım. Duy da inanma! Sonra elektrik faturasının 40 TL gelmesine sövmemek de lazım. Allah'tan faturalar otomatik ödemede onları unutmuyorum yoksa medeniyetten uzak yaşarım, elektriksiz, susuz, battaniye altında doğalgazsız.
Ama sorarsanız Selo kişisi napıyor? Hiçbir şey! Görünürde hiçbir şey yok. Tıpkı ev hanımlarının sistemi kusursuz bir şekilde işlettiği halde hiçbir şey yapmıyor gözükmesi gibi. Amk böyle işin.
Cumartesi günü Hürriyet Bumerang'ın Anneler Günü Şenliği'nin davetlisi olarak İstanbul'daydım. Bunca işin gücün arasında oraya da yetiştim yani. Supercellma olmak böyle bir şey, sorumluluklarım var benim, cemiyet dünyası beni bekliyor falan. Gevezelik bir yana harika bir etkinlikti, yağmura, çamura, şemsiyelere, ellerinden tutulması gereken yeğenlere ve bir hevesle aldığım kar bile olsa bunları giyeceğim diye inat ettiğim orcinal converse'lerimin -ayaklarımı haşat edecek kadar vurmasına- rağmen harikaydı.
Sevgili Yonca Tokbaş'ın mükemmel bir enerjiyle, hoplaya zıplaya sohbet havasında aktardığı hayat görüşünü, düşüncelerini, hedeflerini, geçmişini hiç bitmesin isteyerek dinleyip "zamana karşı değil, zamanla beraber yürümek" ipucunu ucundan da olsa yakaladım, şükür. Bu yazıyı yazarak da "yazın, yazın, iki satır üç satır ne olursa olsun yazın, içinizden geldiği gibi yazın, bırakın devrik olsun, bu işin kalıbı mı olur ne istiyorsanız yazın, çünkü bu sizsiniz" tavsiyesini de hayata geçirmiş oldum. Aklıma In time filmi geldi. Yetişemeyen, zamanı biten, koşturmayan, didinmeyen comolokko oluyor filmde. O karının ince çoraplarla, mini etekle ve platformlarla çatı tepelerinde nasıl koşturduğunu da hâlâ anlamadım, anlayamadım. Bu da böyle "sitem desen sitem değil, isyan desen o Halil Sezai'de. Lütfen beni biraz anlayın, lütfen bana biraz nasıl olacak bilmiyorum ama yardım edin, ben içinden çıkılamaz bir yoğunluktayım lütfen biriniz bunu durdursun, biriniz gelip ütülerime, birkaçınız gelip bahar temizliğime yardım etsin, Selo'nuz çok yazmak istiyor, ama yazmaya değil sıçmaya bile vakti yok" konulu bir iç döküş yazısıdır.
Kim ne sonuç çıkarır, kim ne yorum yapar, yazının ana fikri nedir? Bu yazıda öyle bir durum var mıdır, yok mudur? Siz gelişmelerin neresindesiniz? En son nerede kaldınız? Ben en son ne anlatıyordum? Hangi kategoride kaçıncı ünitedeyiz? İstediğimiz sorudan başlayabilir miyiz? Yardım nedir? Nasıl edilir? Ne yapsak ki? soruları da artar gider. Ben yazdım işte. Top sizde.