-Otobüs terminalindeyiz
Sen durakların orada, çıplak kalmaya yüz tutmuş ağacın önündesin. Elinde telefon, ben koşar adım sana ilerliyorum. Aramızda ortalama bir insan ayağıyla 20 adım var ya da yok. O mesafeden bile gözlerinin içini görüyorum. Kalbin sanki 10 saniye öncesine göre daha hızlı atıyor ya da ben öyle olacağına inandırıyorum kendimi. Öyle olmasını istiyorum.
-Evdeyiz, benim kıç kadar yatak odamda. Ben aynanın başındayım. Tek elimle belinin bollaştığından şikayet ettiğim pantolonumu çekiştiriyorum. Ama bunu dikkatlice yapıyorum. Yoksa külodum popomun arasına girip rahatsız ediyor. Makyaj yapıyorum. Boynumda, yanağımda delice sevişmelerimizin izleri kalsın istediğim halde. Sen sadece birkaç saat önce birlikte uyuduğumuz, birlikte olduğumuz yatağa hafif yayılmış şekilde oturmuş beni seyrediyorsun. Gözlerini kısarak gülümsüyorsun arada. Niye gülüyorsun? diyorum. Seni izlemek hoşuma gidiyor diyorsun ve devam ediyorsun bakmaya.
-Otobüsteyiz. Koskoca 24 saati beraber geçirdik ancak yetmedi. Doyamadım sana. Ne kadar uzun süre vakit geçirirsen geçir o son dakikalar hep uzasın, hiç bitmesin istersin ya tam o durumdayım. Yan yanayız. Omuzlarımız, kollarımız, bacaklarımız birbirine değiyor da niye ellerimiz birbirine değmiyor diye içimden isyan ediyorum. Otobüsteki herkesi görmezden gelip yine omuzuna başımı koymak geçiyor içimden. Kızar mısın hoşuna mı gider kestiremiyorum. Tıpkı yapmak istediğim onca şeyi hep kızar mı diye yapmaktan vazgeçtiğim gibi. Kulağına eğilip bir şeyler söyleyecek oluyorum biliyor ki zaten deyip vazgeçiyorum. Kendimle savaş halindeyim sürekli. İçimde bastıramadığım heyecanım, yanından sadece dakikalar sonra ayrılacak olmanın verdiği burukluk, ama dolu dolu yaşanmış saatlerin mutluluğu hepsi düzensiz bir şekilde rengarenk önümde. Ancak kaçamak bir şekilde arada bir yan profilden seni seyredebiliyorum. Göz göze gelirsek ne ala.
-Feribot iskelesindeyiz. Ben içeri girsem mi? girmesem mi? sorularınla baş başayım. Hem lan bin git sende bırakma sesi yükseliyor içimden, hem de veda bile etme, hem o sevmez ki vedaları deyip arkamı dönüp koşarak uzaklaşmak isteği. Sonra bu belli belirsiz uğultuların içinde senin sesin yükseliyor ”Gelsene sen de”. İçeri giriyoruz. X-ray cihazına çantalarımızı bırakıyoruz, salona giriyoruz. Sen biletini bastırıyorsun ama giriş kapısından bilet posuna gittiğin ana kadar an an düşüncelerimi kilitleyip seni seyrettiğimin farkına bile varmadan. Sonra dönüyorsun, yüzüme bakıyorsun. Ama öyle uzun uzun değil. Belki bir şeyler söyler diyorum bana hatıra kalacak, içimi rahatlatacak. Bir şey söylemiyorsun. Sarılıyorsun görüşürüz diyorsun, öpüyorsun beni. Sonra da ardına bakmadan zaten zar zor yetiştiğin feribota doğru çıkıyorsun kapıdan. Benimse içimde çığlıklar, isyanlar, birlikte dinlediğimiz şarkılar, konuşmalarımız, dalganın sesi, insanların koşuşturma gürültüleri birbirine karışıp gidiyor. Ağlamıyorum. Ama ağlamaktan beterim. Kaldırıma oturup kalp çarpıntımın normale dönmesini bekliyorum yanımdan geçen insanlara aldırış etmeden.
Zamanı nerede durduracağımı bilmiyorum.
Çünkü hepsi senli, hepsi çok özel.
Tek farkına vardığım artık hayal değil, gerçek oluşun.
Sen durakların orada, çıplak kalmaya yüz tutmuş ağacın önündesin. Elinde telefon, ben koşar adım sana ilerliyorum. Aramızda ortalama bir insan ayağıyla 20 adım var ya da yok. O mesafeden bile gözlerinin içini görüyorum. Kalbin sanki 10 saniye öncesine göre daha hızlı atıyor ya da ben öyle olacağına inandırıyorum kendimi. Öyle olmasını istiyorum.
-Evdeyiz, benim kıç kadar yatak odamda. Ben aynanın başındayım. Tek elimle belinin bollaştığından şikayet ettiğim pantolonumu çekiştiriyorum. Ama bunu dikkatlice yapıyorum. Yoksa külodum popomun arasına girip rahatsız ediyor. Makyaj yapıyorum. Boynumda, yanağımda delice sevişmelerimizin izleri kalsın istediğim halde. Sen sadece birkaç saat önce birlikte uyuduğumuz, birlikte olduğumuz yatağa hafif yayılmış şekilde oturmuş beni seyrediyorsun. Gözlerini kısarak gülümsüyorsun arada. Niye gülüyorsun? diyorum. Seni izlemek hoşuma gidiyor diyorsun ve devam ediyorsun bakmaya.
-Otobüsteyiz. Koskoca 24 saati beraber geçirdik ancak yetmedi. Doyamadım sana. Ne kadar uzun süre vakit geçirirsen geçir o son dakikalar hep uzasın, hiç bitmesin istersin ya tam o durumdayım. Yan yanayız. Omuzlarımız, kollarımız, bacaklarımız birbirine değiyor da niye ellerimiz birbirine değmiyor diye içimden isyan ediyorum. Otobüsteki herkesi görmezden gelip yine omuzuna başımı koymak geçiyor içimden. Kızar mısın hoşuna mı gider kestiremiyorum. Tıpkı yapmak istediğim onca şeyi hep kızar mı diye yapmaktan vazgeçtiğim gibi. Kulağına eğilip bir şeyler söyleyecek oluyorum biliyor ki zaten deyip vazgeçiyorum. Kendimle savaş halindeyim sürekli. İçimde bastıramadığım heyecanım, yanından sadece dakikalar sonra ayrılacak olmanın verdiği burukluk, ama dolu dolu yaşanmış saatlerin mutluluğu hepsi düzensiz bir şekilde rengarenk önümde. Ancak kaçamak bir şekilde arada bir yan profilden seni seyredebiliyorum. Göz göze gelirsek ne ala.
-Feribot iskelesindeyiz. Ben içeri girsem mi? girmesem mi? sorularınla baş başayım. Hem lan bin git sende bırakma sesi yükseliyor içimden, hem de veda bile etme, hem o sevmez ki vedaları deyip arkamı dönüp koşarak uzaklaşmak isteği. Sonra bu belli belirsiz uğultuların içinde senin sesin yükseliyor ”Gelsene sen de”. İçeri giriyoruz. X-ray cihazına çantalarımızı bırakıyoruz, salona giriyoruz. Sen biletini bastırıyorsun ama giriş kapısından bilet posuna gittiğin ana kadar an an düşüncelerimi kilitleyip seni seyrettiğimin farkına bile varmadan. Sonra dönüyorsun, yüzüme bakıyorsun. Ama öyle uzun uzun değil. Belki bir şeyler söyler diyorum bana hatıra kalacak, içimi rahatlatacak. Bir şey söylemiyorsun. Sarılıyorsun görüşürüz diyorsun, öpüyorsun beni. Sonra da ardına bakmadan zaten zar zor yetiştiğin feribota doğru çıkıyorsun kapıdan. Benimse içimde çığlıklar, isyanlar, birlikte dinlediğimiz şarkılar, konuşmalarımız, dalganın sesi, insanların koşuşturma gürültüleri birbirine karışıp gidiyor. Ağlamıyorum. Ama ağlamaktan beterim. Kaldırıma oturup kalp çarpıntımın normale dönmesini bekliyorum yanımdan geçen insanlara aldırış etmeden.
Zamanı nerede durduracağımı bilmiyorum.
Çünkü hepsi senli, hepsi çok özel.
Tek farkına vardığım artık hayal değil, gerçek oluşun.
0 kişi "açılın ben doktorum" demiş :
Yorum Gönder