30 Kasım 2012
Koca memeli, bıyıklı, koca karılar sorunsalı
Mahallenin en götü boklu, en sümüklü kızları bile evlenip çoluk çocuğa karıştı ya ben ne etsem, başım alıp nerelere gitsem, kendimi hangi köprüden atsam bilemiyorum. Artık annemlere gittiğimde selam vereceğim, ayaküstü kikirdeşeceğim bir yaşıtım yok mahallede. Tabii canım herkes evlensin, yuvasını kursun, kimseyi kıskandığımız falan yok. Konumuz bu değil. Konu, hani şu her mahallede camda, kapıda, balkonda her fırsatta dedikodu yapan koca memeli, bıyıklı koca karılar var ya onların saçma sapan sorularına maruz kalıp, hedefi haline gelmek.
Benim evlenmemem, yalnız yaşamam dert olmuş lan kadınlara "evlenmiyon mu kız daha, düğün yap da oynayalım, kurtlarımızı dökelim" deyip hayatımdaki gelişmelerle yakından ilgileniyormuş gibi yapıp kendilerince şirin birer hanım teyze olmaya çalışıyorlar. Lan ben evlensem ne evlenmesem ne, yaşın olmuş yetmiş, -Allah'ın işine karışmak olmaz ama görünen köy de kılavuz istemez- işin bitmiş. Ne işin var senin benim kınamda, düğünümde, bir de kurtları dökmekten bahsediyorsun. Pistte ölücen haberin yok. Geçenlerde anneme gittim ve yine bu siktimin sorusuyla karşı karşıya kaldım. Bu teyzeye "ben henüz evlenmeyi düşünmüyorum, düşünürsem de seni düğünüme çağırmayı düşünmüyorum, tut ki insafa geldim çağırdım bence sen benim düğünümde oynamayı düşüneceğine biraz Allah'a yönel, zira senin vaden dolmuş, bugün yarın gidersin, görünen o ki toprağa yakınsın" demeyi çok isterdim ama hadi dedim anneme laf falan söyler bu densiz, zaten laf söylemekten başka bir bok bilmiyorlar, cevap vermemek için dilimi ısırarak yapmacık bir gülümse atıp girdim içeri.
Düşündüm de blog, o cadı kazanı gibi mahalleden taşınarak çok çok çok iyi bir şey yapmışım lan ben. Aferin lan bana. Yalnız yaşamak 600TL ama sahip olduğum huzur PAHA BİÇİLEMEZ!
Evlenmiyorum lan, evlenmiyorum, var mı bi diyeceğiniz?! :P
Benim evlenmemem, yalnız yaşamam dert olmuş lan kadınlara "evlenmiyon mu kız daha, düğün yap da oynayalım, kurtlarımızı dökelim" deyip hayatımdaki gelişmelerle yakından ilgileniyormuş gibi yapıp kendilerince şirin birer hanım teyze olmaya çalışıyorlar. Lan ben evlensem ne evlenmesem ne, yaşın olmuş yetmiş, -Allah'ın işine karışmak olmaz ama görünen köy de kılavuz istemez- işin bitmiş. Ne işin var senin benim kınamda, düğünümde, bir de kurtları dökmekten bahsediyorsun. Pistte ölücen haberin yok. Geçenlerde anneme gittim ve yine bu siktimin sorusuyla karşı karşıya kaldım. Bu teyzeye "ben henüz evlenmeyi düşünmüyorum, düşünürsem de seni düğünüme çağırmayı düşünmüyorum, tut ki insafa geldim çağırdım bence sen benim düğünümde oynamayı düşüneceğine biraz Allah'a yönel, zira senin vaden dolmuş, bugün yarın gidersin, görünen o ki toprağa yakınsın" demeyi çok isterdim ama hadi dedim anneme laf falan söyler bu densiz, zaten laf söylemekten başka bir bok bilmiyorlar, cevap vermemek için dilimi ısırarak yapmacık bir gülümse atıp girdim içeri.
Düşündüm de blog, o cadı kazanı gibi mahalleden taşınarak çok çok çok iyi bir şey yapmışım lan ben. Aferin lan bana. Yalnız yaşamak 600TL ama sahip olduğum huzur PAHA BİÇİLEMEZ!
Evlenmiyorum lan, evlenmiyorum, var mı bi diyeceğiniz?! :P
Follow Me on
29 Kasım 2012
Çok Sevilecek Erkek Kişisine Notlar Vol1
Dün gece düğün dansımızın şarkısını seçtim. Umarım sen de seversin. Bu şarkıda omuzuna yaslanıp şarkıyı yaşayarak dans etmek istiyorum. Diğer çiftler gibi dans ederken konuşulan havadan sudan şeyleri konuşmayalım, saçma sapan kikirdeşmeyelim bence. Bunları yapmak için yeterince vaktimiz olacak çünkü. Ben istiyorum ki bu dans özel olsun, müziğe bırakalım kendimizi, fotoğrafımızı çekenleri, kameramanı, tepemize yağan yapay karları, pistte koşuşturan çocukları, konfettileri, etraftaki herkesi, her şeyi unutalım. Umursamayalım o an hiç birini. Dans ederken, birbirimizde bulduğumuz huzuru, ait olmanın verdiği mutluluğu yaşayalım doyasıya. Biz dans ederken birbirimize ne kadar çok yakıştığımızı konuşsun herkes. Boşver biz duymayalım, bunu biliyoruz nasılsa.
Hala oldum ki ben!
Dün sabah 06:41'de kardeşimden gelen telefonun ardından 15 dakika gibi -bir bayanın hazırlanması için inanılması güç- bir sürede yirmi sekiz yıl önce sıcak bir Ağustos günü dünyaya geldiğim Zübeyde Hanım Doğumevi'nde buldum kendimi. Sebeb-i ziyaretimiz dokuz ayını doldurduğu halde doğmaya pek niyeti olmayan Hamid Eymen bebeğin artık içerideki keseden sıkılıp dışarı çıkmak için niyetlenmesiydi. Şirkettekilere bebek olmadan haber vermek istemedik çünkü Allah korusun bir terslik falan olursa milleti telaşlandırmak istemedik. Bir de batıl mıdır nedir bilmiyorum ama annem ne kadar çok kişi duyarsa sancısı dağılır mümkün olduğu kadar kimseye söylemeyin diye sıkı sıkı tembihledi.
Saatler süren stresli ve heyecanlı bekleyiş saat 13:55'de Hamid Eymenciğimizin doğmasıyla yerini sevince bırakıverdi hemen.
Bu kez de bebeği ve anneyi görmek için bekleyiş başladı babaannesi, anneannesi ve benim dışımdaki herkes için. Babaannesi ve anneannesi refakatçi kartıyla nöbetleşe çıktılar Eymen bebeğin yanına. Ben de hastanenin ve taze annenin istediği malzemeleri yukarı götürmek bahanesiyle çıkıp bebeği ilk gören şanslı kişilerden biri oldum ehehe. Babası ve aşağıda onları kucaklamak için sabırsızlıkla bekleyen kalabalık için fotoğraf çekip yüz görümlüğü istemeyi de ihmal etmedim tabii kaçar mı? :)
O zaman zarfında biz babasıyla hemen çiçekçiye gidip güzel bir çiçek yaptırdık. Oradan da annenin istediği birkaç bebek eşyası için eve çufçufladık. Çünkü yaramaz bebek cicilerine sıçmak konusunda geç kalmamıştı. Babası bu arada traş oldu, duşunu yaptı, güzel ciciler giydi bebişle ilk buluşmasına güzel güzel hazırlandı. Dedeler, büyük teyzeler, büyük anneanneler, enişteler, kuzenler ve daha bir çok kişi saatin 18:50 olmasıyla yarış edercesine çıktı odaya. Herkes o mis kokuyu, meraklı bir şekilde etrafı dikizleyen yumuk gözleri, meme meme dercesine şapırdatılan dudakları, ve daha birkaç saat önce dünyada tarif edilemez en güzel duygulardan biri olan anneliği tadan Mervişi görmek için sabırsızlanıyordu çünkü. Bir saatlik süre ziyaretçilere yetmedi, oda da hastaneye akın eden ziyaretçilere. Herkes sırayla girdi odaya, sırayla kucakladı tosun paşayı. Ziyaret saatinin bitmesiyle de herkes bugün sağlık kontrolünden sonra eve çıkacak anne ve bebeği daha sonra uzun uzun görebilmek üzere evlerinin yolunu tuttu.
Dün dokuz ay üç haftalık bekleyiş mutlu bir şekilde sonlandı. Sırada anne ve babası için uykusuz geceler, kulakları çınlatan bebek zırıltıları, gaz çıkarma nöbetleri ve bebişin altı açılırken etrafa fıskiye yaparak işemek gibi sürprizleri var kısa vadede. Babalık duygusunu tadan kardeşim dokuz aydır yaşamadığı stresi dün yedi saat süren bekleyişte, yirmi altı yıllık hayatında yaşamadığı mutluluğu dün baba olduğunda yaşadı, annesi de ona keza. Zaman zaman "anne dayanamıyom ben doğumhaneyi basıcam", "yok yok bunlar beceremediler ben gidip gel oğlum artık deyip yardım edeyim en iyisi", "hadi paşam gel artık ya" cümlelerine, "anne çocuğu karıştırmazlar dimi?", "abla kötü bir şey yoktur demi?", "bir kez daha sorsak mı danışmaya?","abla yedi saat sancı çekmek normal mi?" sorularına, , Besmelelere, Dualara, on dakikada bir wc nöbetlerine, sigara krizlerine şahit olduk. Merviş yukarda bir tane doğurdu, babası aşağıda dokuz.
Üç kez teyze olmanın ardından ben, dün hala olma duygusunu da tatmış oldum. Evlenip anne olma konusunda çok da umutlu olmadığım için yeni bir yeğen sevinci bana çok iyi geldi. Allah kimseye evlat hasreti çektirmesin, isteyen herkese nasip etsin.
Bugün şirketteki herkese çay, nescafe, türk kahvesi servisi yaptım bol bol. İş arkadaşlarım durumdan memnun, "ya sen her gün hala ol" diyorlar. Normalde kendine müslüman biri olduğum için bu "içecek bir şey isteyen var mı?" sorusu şaşırttı ve memnun etti tabii herkesi. Kutlamalar Ömer babanın iznini bitirip şirkete gelmesiyle devam edecek. Çünkü o da bu şirkette çalışıyor.
Bebiş 3.230 gram ve 52 cm, normal doğumla merhaba dedi bize. Üç kız torunun ardından ilk pipili torun ve ailenin tek erkek çocuğu olan Ömer'in ilk çocuğu olması nedeniyle daha bir heyecanla, daha bir hevesle beklendi. Babam yine dede oldu ama annem ilk kez babaanne biz de ilk kez hala.
Hamid Eymen Paşa'ya Akdemir ailesine hoşgeldin diyor, kendisine sağlıklı, başarılı, hayırlı uzun bir ömür ve analı, babalı, Supercellma halalı büyüme diliyorum. Annesine babasına ve diğer bilimum akrabalara da tatlı masrafların başlaması nedeniyle bol kazançlar. Zira yıl dediğin geliveriyor, paşamız bugün bir günlük oluverdi bile. Birkaç hafta sonra lohusa mevlüdüyle başlayacak tatlı telaşeli süreç doğum günleri, sünnet cemiyeti, kreş, okul alışverişi, mezuniyet hediyesi, nişanı, düğünü vesair vesair şeklinde hızla devam edecek Allah nasib ederse. Ayrıca babası bebeğe anne, baba, dede, hala demeden önce para demeyi öğretecekmiş. Ehehe deli çocuk. :)
Ben taze hala, dün hala olma telaşesi nedeniyle izinliydim. Bu gün de mesaideyim. Artık daha çok çalışmam gerek, hem daha altın alacağım çok para lazım dimi :)
Hadi ben kaçtım, sıra sizde beni tebrik edin bakalım :)
Ciao!
Saatler süren stresli ve heyecanlı bekleyiş saat 13:55'de Hamid Eymenciğimizin doğmasıyla yerini sevince bırakıverdi hemen.
Bu kez de bebeği ve anneyi görmek için bekleyiş başladı babaannesi, anneannesi ve benim dışımdaki herkes için. Babaannesi ve anneannesi refakatçi kartıyla nöbetleşe çıktılar Eymen bebeğin yanına. Ben de hastanenin ve taze annenin istediği malzemeleri yukarı götürmek bahanesiyle çıkıp bebeği ilk gören şanslı kişilerden biri oldum ehehe. Babası ve aşağıda onları kucaklamak için sabırsızlıkla bekleyen kalabalık için fotoğraf çekip yüz görümlüğü istemeyi de ihmal etmedim tabii kaçar mı? :)
O zaman zarfında biz babasıyla hemen çiçekçiye gidip güzel bir çiçek yaptırdık. Oradan da annenin istediği birkaç bebek eşyası için eve çufçufladık. Çünkü yaramaz bebek cicilerine sıçmak konusunda geç kalmamıştı. Babası bu arada traş oldu, duşunu yaptı, güzel ciciler giydi bebişle ilk buluşmasına güzel güzel hazırlandı. Dedeler, büyük teyzeler, büyük anneanneler, enişteler, kuzenler ve daha bir çok kişi saatin 18:50 olmasıyla yarış edercesine çıktı odaya. Herkes o mis kokuyu, meraklı bir şekilde etrafı dikizleyen yumuk gözleri, meme meme dercesine şapırdatılan dudakları, ve daha birkaç saat önce dünyada tarif edilemez en güzel duygulardan biri olan anneliği tadan Mervişi görmek için sabırsızlanıyordu çünkü. Bir saatlik süre ziyaretçilere yetmedi, oda da hastaneye akın eden ziyaretçilere. Herkes sırayla girdi odaya, sırayla kucakladı tosun paşayı. Ziyaret saatinin bitmesiyle de herkes bugün sağlık kontrolünden sonra eve çıkacak anne ve bebeği daha sonra uzun uzun görebilmek üzere evlerinin yolunu tuttu.
Dün dokuz ay üç haftalık bekleyiş mutlu bir şekilde sonlandı. Sırada anne ve babası için uykusuz geceler, kulakları çınlatan bebek zırıltıları, gaz çıkarma nöbetleri ve bebişin altı açılırken etrafa fıskiye yaparak işemek gibi sürprizleri var kısa vadede. Babalık duygusunu tadan kardeşim dokuz aydır yaşamadığı stresi dün yedi saat süren bekleyişte, yirmi altı yıllık hayatında yaşamadığı mutluluğu dün baba olduğunda yaşadı, annesi de ona keza. Zaman zaman "anne dayanamıyom ben doğumhaneyi basıcam", "yok yok bunlar beceremediler ben gidip gel oğlum artık deyip yardım edeyim en iyisi", "hadi paşam gel artık ya" cümlelerine, "anne çocuğu karıştırmazlar dimi?", "abla kötü bir şey yoktur demi?", "bir kez daha sorsak mı danışmaya?","abla yedi saat sancı çekmek normal mi?" sorularına, , Besmelelere, Dualara, on dakikada bir wc nöbetlerine, sigara krizlerine şahit olduk. Merviş yukarda bir tane doğurdu, babası aşağıda dokuz.
Üç kez teyze olmanın ardından ben, dün hala olma duygusunu da tatmış oldum. Evlenip anne olma konusunda çok da umutlu olmadığım için yeni bir yeğen sevinci bana çok iyi geldi. Allah kimseye evlat hasreti çektirmesin, isteyen herkese nasip etsin.
Bugün şirketteki herkese çay, nescafe, türk kahvesi servisi yaptım bol bol. İş arkadaşlarım durumdan memnun, "ya sen her gün hala ol" diyorlar. Normalde kendine müslüman biri olduğum için bu "içecek bir şey isteyen var mı?" sorusu şaşırttı ve memnun etti tabii herkesi. Kutlamalar Ömer babanın iznini bitirip şirkete gelmesiyle devam edecek. Çünkü o da bu şirkette çalışıyor.
Bebiş 3.230 gram ve 52 cm, normal doğumla merhaba dedi bize. Üç kız torunun ardından ilk pipili torun ve ailenin tek erkek çocuğu olan Ömer'in ilk çocuğu olması nedeniyle daha bir heyecanla, daha bir hevesle beklendi. Babam yine dede oldu ama annem ilk kez babaanne biz de ilk kez hala.
Hamid Eymen Paşa'ya Akdemir ailesine hoşgeldin diyor, kendisine sağlıklı, başarılı, hayırlı uzun bir ömür ve analı, babalı, Supercellma halalı büyüme diliyorum. Annesine babasına ve diğer bilimum akrabalara da tatlı masrafların başlaması nedeniyle bol kazançlar. Zira yıl dediğin geliveriyor, paşamız bugün bir günlük oluverdi bile. Birkaç hafta sonra lohusa mevlüdüyle başlayacak tatlı telaşeli süreç doğum günleri, sünnet cemiyeti, kreş, okul alışverişi, mezuniyet hediyesi, nişanı, düğünü vesair vesair şeklinde hızla devam edecek Allah nasib ederse. Ayrıca babası bebeğe anne, baba, dede, hala demeden önce para demeyi öğretecekmiş. Ehehe deli çocuk. :)
Ben taze hala, dün hala olma telaşesi nedeniyle izinliydim. Bu gün de mesaideyim. Artık daha çok çalışmam gerek, hem daha altın alacağım çok para lazım dimi :)
Hadi ben kaçtım, sıra sizde beni tebrik edin bakalım :)
Ciao!
Post tarihinde hala izleyicimseniz bu postu dikkate almayın.
Çekiliş zamanı hediye kazanmak için takipçi olup sonra takipçi listesinden sessizce kaçanlara yapmak istediğim:
28 Kasım 2012
Hele Şükür Yazabildim
Bu sabah gardırobumda belki de aylardır elimi bile sürmediğim vizon rengi kumaş pantolonu klas bi hareketle çektim, giydim. Biraz zayıflamış mıyım ne donumun izi hiç belli olmadı. Heheh ne güzel bi şey buldum kendime sabah sabah mutlu olacak yihuhu diyordum ki mutluluğum topuklu çizmelerle hızlı hızlı merdivenlerden inerken kendimi birden yerde bulmamla sona erdi. "Yavaş ol kızım Selo, daha fizik tedavin yeni bitti" dedim kendi kendime ve üstümü başımı silip servise yetişmek için yol boyu koşmaya devam ettim. Maşallahım var bu yıl da hastalıklardan kurtulamadım ya patron "kızım sen git malülen emekli ol en iyisi, baksana çürüdün artık, hep hastasın hep hastasın bu ne ya" falan dicek diye tırsmadım değil hani, gıkımı dahi çıkarmadan akşam ettim bugün her yerim ağrıdığı halde.
Haftalardır dolaşmadığım aveme, mağaza, tükkan, didik didik etmediğim alışveriş sitesi kalmadı ama yok anam, bulamadım gönlüme ve gövdeme göre bi kaban, ayağıma göre bi bot! Herkes mi 42-44 beden, herkes mi 40 numara giyiyor arkadaş? Neyi beğensem ya bedeni yok, ya numarası! Botu siktir ettim, zor da olsa kaban aldım bugün. Zor, çünkü genelde benim beğendiğim modellerde kalıp dar e tombul tombul memeler kavuşmuyor düğmeler. Büyük bedenlere bakıyorsun kadınsı, kürklü mürklü bi tuhaf modeller. Dün akşam İGS'de bi tane beğenmiştim. Başta biraz pahalı geldi, daha ekonomik bir şey mi alsam ki diye çekimser kaldım ama baktım başka alternatif yok, e öyle iki gün sonra ağzı yüzü kayacak bir şeyi de ben alıp giymem, dün akşam beğendiğimi gittim aldım paraya kıyıp. "Eşşek gibi çalışıyom hanım gibi giyinicem tabi" diye kendi kendimi teselli etmekten de geri kalmadım. Anneme indirimli aldım dedim, lütfen çaktırmayın.
He bir de günlerdir mesai bitimi fabrika civarında buram buram közlenmiş patates kokuyordu. Ben dangolozluk edip "ay canım nasıl kumpir çekti var yaa!" deyip iç karnı geniş olduğu için hamileliği pek belli olmayan Mükü'yü özendirince bu akşam alışveriş sonrası soluğu kumpircide aldık. "İki tane bol malzemeli kumpir, arkadaşım az malzemeli seviyor onun malzemelerini de benim kumpire koyun" deyip görgüsüzlük yaptım. Ve o nasıl bir acıkma, o nasıl bir iştahsa kafam kadar kumpiri iki dakkada hüplettim. Uyandırayım koca kafalıyım. Son patates kırıntılarına erişmek için orasını burasını deşerken plastik kaşık kırıldı da utandım tepsiyi usulca kenara ittim. Yoksa neredeyse patatesin kabuklarını dahi yicektim, o derece! Kumpirciden çıkarken sabahki merdivenden düşme faciasının tıpkısının aynısını ikinci kez yaşadım. Allah üçüncüsünden korusun deyip Mükü'nün koluna girdim, topuğunu kırık botumla Memnan gibi bi o yana bi bu yana savrula savrula yürüdüm dolmuşa kadar, sonra da hom sivit hom. En kısa zamanda anneye bi kurşun döktürmeli, bi okutmalı kendimi!
Lan o değil de şu küçümencik bilgisayardan kilometrelerce uzağa ışınlanmayı özlemişim. Yokluğumda hem çok şey oldu, hem hiç bir şey. O nasıl oluyo lan diyorsanız valla açıkçası ben de bilmiyorum. Öyle bir şey işte anladığınız kadarıyla idare ediverin. Bir de ne alakaysa hâlâ yazarken şu şapkalı a'ları yapma takıntım olduğunu farkettim şu an. Halbuki hala yazmadım ve halbuki hiç de takıntılı biri değilim :)
Son dönemde üst üste yaşadığım talihsiz manita denemeleri ve hep aynı şekilde sonlanan karşı cins sorunsalından sonra aşk konusunda kış uykusuna yatmaya karar verdim. Kış gelince ısınacak birini arama gafletine de son! Üşüyorsam eve gelip kalorifer peteğine yaslanırım, bilemedin battaniye altına girerim, sıcak su torbasına sarılırım. Yok öyle birine sarılayım da ısınayım falan. Geççen kızım bu işleri. Ha bir de gerizekalılığıma doymayayım arada bi hâlâ Zafer'i özlediğimi hissediyorum. Bu, belki de her deneme yanılmadan sonra kendimi yine en sonuncu sevdiğim adam olduğu için onda buluşumdan. Ama bu en azından yalnızca düşünce olarak, yoksa herifin kapısına falan gitmedim yani! Hem napiyim? Doğru düzgün adam çıktı da ben mi teptim anaam? Yalan Dünya Zerrin'e bağlatmayın lan insanıı!
Neyse sakin. Bu Cumartesi direksiyon derslerimiz başlıyor. Şaka maka alıcaz galiba lan biz bu ehliyeti. Şirkette makara konusu oldum. Selma ehliyet alıyor diyorlar, verirlerse alıcam diyorum. Kendime güvenimi mi kaybettim, yoksa mütevazilik mi yapmaya çalışıyorum henüz ben de çözemedim o kısmısını. Ayrıca bu Cumartesi kuzenlerle akraba günü, Pazar bir arkadaşımın lohusa mevlütü, bir arkadaşımın kızının da altı ay kınası var. Gördüğünüz gibi millet evlendi, çocuğu doğurdu mevlütünü okutturup kınasını bilem yaktırıyor. Ben? Bense yerimde saymaya devam. O la la! Almam gereken hediyeler, yapmam gereken ziyaretler var. Aman neyse bu kadar düzene soktum ya artık gerisi gelir herhalde.
Yasal Uyarı:
Sevgili Bursa Halkı 1 Aralık Cumartesi günü Doğanevler semtinde 12:30-13:30 arası direksiyon dersim var, canını seven sokağa çıkmasın, benden söylemesi!
Bir Kasım ayı daha aşksız bitmek üzere. Ama 21 Aralık'ta kıyamet kopabilir, dünyanın sonu da olabilir. Aşkı meşki kafaya takmanın ne gereği var di mi? (Kendimi kandırma denemeleri vol bilmemkaç)
Anaa saat 00:55. Yarın iş var. Bi an önce zıbaranki.
Pireler, buyrun sahne sizin!
ZzZzzZzz....
22 Kasım 2012
Lan o değil de
çirkin miyim lan ben?
yok lan değilim. öyle olsaydı şansım güzel olurdu! :)
Yaaa aslında ben çok güzelim de
kesin erkekler “Bu kız bana bakmaz.” diye yanıma gelmiyorlar. Yoksa ohoo elimi sallasam ellisi yani.
Oyoyoy kıyamam ben size
Gelin gelin deneyin siz bi şansınızı. Belki bakarım lan :)
Gelin gelin deneyin siz bi şansınızı. Belki bakarım lan :)
19 Kasım 2012
Ulan tam aradığım aşkı buldum,
"Nihayet gönlüme göre doğru düzgün birini buldum,
Bu sefer oldu lan, evlenirim ben bununla" deyip mutlu oluyorken
Son anda bi bokluk çıkıp olmayınca;
Kendimi bir şey indirirken %99'a kadar gelip error vermiş dosya gibi hissediyorum.
Bu sefer oldu lan, evlenirim ben bununla" deyip mutlu oluyorken
Son anda bi bokluk çıkıp olmayınca;
Kendimi bir şey indirirken %99'a kadar gelip error vermiş dosya gibi hissediyorum.
17 Kasım 2012
Bazenler Çoğalıyor Bazen
Bazen, keşke tanımasaydım dediğim insanlar tanıyorum, bazen, iyi ki tanımışım, iyi ki varsın dediğim. Bazen, gezmekten, eğlenmekten, gülmekten, kahkaha atmaktan yoruluyorum. Bazen, çok çalışmaktan. Bazen, insanlar mutlu ediyor beni, bazen, canımı sıkıyor. Bazen, dünyadaki en şanslı kişinin kendim olduğumu düşünüyorum. Bazen, tam tersini. Bazen, kendimi mutluluktan uçma mecazını gerçeğe dönüştürecek gibi hissediyorum. Bazen, mutsuzluğun dibinde. Bazen, "yaşamak ne güzel lan" diyorum. Bazen, yaşamak eziyet gibi geliyor, bir dakika daha yaşamaya tahammülüm kalmıyor. Bazen, sırf yeni bir başlangıç diye Pazartesi'yi bile seviyorum. Bazen, tüm günler Pazartesi'den beter. Bazen, kahkahalarla gülüyor, bazen, hıçkırıklarla ağlıyorum. Bazen, evlenmek istiyorum, deli gibi sevişmek ve bir adamın koynunda uyumak. Bazen, evlenmek dünyadaki en gereksiz şeyden bile daha gereksiz, sevişmekse zaten birkaç dakikadan ibaret. Bazen, çatır çatır çocuk doğurmak, anne olmak istiyorum. Bazen, götüm yemiyor o sorumluluğu almaya. Bazen, sabrıma kendim bile şaşırıyorum. Bazen, zerresini bulamıyorum kendimde. Bazen, açıp sayfalar dolusu yazasım geliyor. Bazen, internet kotamı piç ediyor günlerce bilgisayarı bile açmıyorum, bırakın ki bir şeyler yazmayı. Bazen, Pinto'ya pis bir kuş olduğu için kızıp küfrediyorum. Bazen, evin her tarafına sıçsa da aldırış etmiyorum ve kafesinin yanına oturup ondan özür diliyorum kalbini kırdığım için. Bazen, vereyim lan bu kuşu birine, bana göre değil tüyle bokla uğraşmak yemişim hayvan sevgisini diyorum. Bazen, yalnızlığımı paylaştığım tek şeyin o olduğunun farkına varıyor iyi ki varsın lan Pinto diyorum. Bazen, her şeyimi anlatasım, ağlayasım, zırlayasım, hafifleyesim geliyor. Bazen, tek kelime etmemek, hep sessiz kalmak istiyorum. Bazen, her şeyin üstesinden gelmiş güçlü bir kadınken ben, bazen, hala büyümemiş bir kız çocuğuyum. Bazen, aşık olmak istiyorum, kendimi ummanlara bırakıvermek. Bazen, aşkın ateşle oynamak gibi olduğunu düşünüp vazgeçiyorum. Bazen, yalnız yaşamak dünyanın en huzur verici şeyi gibi geliyor, bazen, huzursuzluğumun tek sebebiymiş gibi. Bazen, birilerinden hoşlanıyorum onlar benden hoşlanmıyor, bazen, birileri benden hoşlanıyor ben onlardan hoşlanmıyorum. Bazen, hayata çok pis küfredesim, her şeyin amına koyasım geliyor çüküm olmadığı halde. Bazen, hayat çok güzel lan deyip her şeye gülüp geçiyorum, ettiğim küfrün mantıksızlığına bile. Bazen, R&B dinliyorum, bazen, arabesk. Bazen, Sülümanı izliyorum, bazen, Dexter'i. Bazen, rakı içiyorum, bazen, limonlu çay. Bazen, çiğköfte yiyiyorum, bazen, Fajita. Bazen hayatımın geri kalan kısmı için hiç umudum yok, bazen, umudum her şeyden çok. Bazen, annemi çok özlüyorum. Bazen, bana yaşattığı her şey için kızıyorum ona. Bazen, her şeyi sorguluyorum niye ben? niye ben? diye. Bazen, her şeyi sorgulamaktan vazgeçip sadece yaşamaya bakıyorum. Bazen, şükrediyorum, bazen, isyan. Bazen, uyumak istiyorum hiç uyanmamak, bazen, hiç uyumamak dolu dolu yaşamak istiyorum o anları. Bazen Zafer'i özlüyorum, bazen, daha çok. Bazen de onu tanıdığım güne lanet ediyorum.Bazen sözler veriyorum kendime tutamayacağımı bildiğim, bazen, tutuyorum oysaki. Bazen, düz seviyorum saçlarımı. Bazen, dalgalı. Bazen, her şey çok kolay, bazen, her şey çok zor. Bazen, kabız oluyorum, bazen, ishal. Bazen güzelim, bazen, çirkin. Bazen, dünyada en çok sevdiğim kişi kendimken, bazen, en çok kızdığım kişi yine kendimim. Bazen, yalnızlıktan korkuyorum, bazen,, kalabalıklardan. Bazen, yaşamak istiyorum blog, bugüne kadar yaşamadan geçen ömrüme inat, dolu dolu yaşamak gönlümce. Bazen, bazen ölmek istiyorum. Tam da şu an olduğu gibi...
16 Kasım 2012
Duygularım tıpkı telefon kulaklığının kabloları gibi.
Kabak tadı veren bir Zafer meselesi ve aralarda tanımaya çalıştığım adını bile hatırlamadığım birkaç adamdan sonra yeni biriyle tanıştım. Boşandım boşanalı tanıştığım evlenme niyeti olan ilk adam bu, kısmet olursa son olur.
Sorduğu sorular, verdiği cevaplar, kurduğu cümleler bile yetti ondan etkilenmeme. Şu günübirlikçi erkek müsvettelerinden sonra evlilik hayali bir adam bulmak cidden mucize gibi.
Alsancak'ın, bana almak istediği köpeğin, çok seviyorum diye yediği midyenin, ne yaptığının ne ettiğinin an an fotoğrafını gönderen bir adam bu. Birkaç saat önce navigasyona girebilsin diye mail atıp açık adresimi verdim. İki gündür kurstan çıkıyorum gece yarılarına kadar evi temizliyorum. Bu akşam sürücü kursunda deneme sınavı vardı, ders erken bitti koştura koştura kuaföre gidip saçımı başımı toparlattırdım, kaşımı, bıyığımı aldırdım. Bende bir heves bir heyecan sormayın gitsin.
Ama dün ve bugün beni hiç aramadı, ben aradığımda da sesinde bir soğukluk, bir tuhaflık var gibi. Haftasonu Bursa'ya gelecek ya yoğunluktan ve yorgunluktandır diye düşünüyorum.
Ben tam bu satırları yazarken ondan gelen mesaj:
"Hafta sonunu iptal edelim, gerek yok. Uyumlu değiliz gibi zaten".....
Geçen hafta internette tanıştık. Birkaç yazışmadan sonra telefonlaşmaya başladık. Cuma gecesi hattın her 1 saat 10 dakikada kesilmesine hiç aldırış etmeden 6 posta yaptık o telefon görüşmelerinden. Öyle ki sabah ezanları okunuyordu biz hala telefondaydık. Birçok karı kocanın rahatça konuşamadığı konuları konuştuk, evlilikten beklentilerimizden bahsettik, hayallerimizi, kendimizi anlattık. Hani bazı insanları yeni tanımamıza rağmen yıllardır tanıyormuş gibi hissederiz ya işte bu adamda bunu çok hissettim ben. İçimden geldiği gibi konuştum, güldüm, kikirdedim. Kendim gibi davranmayı seviyorum ya ben, bunu kısıtlamayan, hatta doğal olduğum için benden daha çok hoşlanan adamları daha bir çok seviyorum. Bu adam da öyle. Kendi de rahat, kendi de doğal.
33 yaşında, İzmirli. Benim gibi boşanmış. Zaman zaman lafı geçtiğinde insanlara hiç evlenmemiş bekar adamla olmaz dediğimde benim geçmişimi sorun ettiğimi düşünüyorlardı, halbuki alakası yok. Bekar heriflerle denedik, olmuyor. Ne kadar itiklersen itikle bir süre sonra ya kendisi sorun ediyor bu boşanmış olma durumunu ya da ailesi. Hadi birilerinin bunu sorun etmesini de geçtim kadınlar erkeklere göre daha çabuk olgunlaşıp sorumluluk sahibi oluyorlar ya e ben de genç yaşta bir evlilik geçirmiş evliliğine ne olduğunu, sorumluluklarını bilen biriyim. O yüzden "adam olamamışını adam etmeye uğraşamam, kısmetimde varsa olmuşunu bulurum" derdim hep. Bu adam fazlasıyla adam olmuş gibi görünüyor, umarım yanılmam.
Alsancak'ın, bana almak istediği köpeğin, çok seviyorum diye yediği midyenin, ne yaptığının ne ettiğinin an an fotoğrafını gönderen bir adam bu. Birkaç saat önce navigasyona girebilsin diye mail atıp açık adresimi verdim. İki gündür kurstan çıkıyorum gece yarılarına kadar evi temizliyorum. Bu akşam sürücü kursunda deneme sınavı vardı, ders erken bitti koştura koştura kuaföre gidip saçımı başımı toparlattırdım, kaşımı, bıyığımı aldırdım. Bende bir heves bir heyecan sormayın gitsin.
Ama dün ve bugün beni hiç aramadı, ben aradığımda da sesinde bir soğukluk, bir tuhaflık var gibi. Haftasonu Bursa'ya gelecek ya yoğunluktan ve yorgunluktandır diye düşünüyorum.
Ben tam bu satırları yazarken ondan gelen mesaj:
"Hafta sonunu iptal edelim, gerek yok. Uyumlu değiliz gibi zaten".....
14 Kasım 2012
Vichy Idealia Krem Deneyimim
Bumerang.net 'den aldığım ilk teklifimi şu postta başarılı bir şekilde yayınlamıştım. Aldığı teklifle ilgili yazımı sosyal medyada #idealiabenimkremim hashtag'iyle en çok paylaşan ve en çok tıklanan üyelerden biri ben oldum ve Vichy Idealia kazandım.
Kremim geçtiğimiz günlerde kargoyla geldi. Bumerang kremle birlikte bir de Bumerang network rozeti göndermiş. Bumerang sayesinde hem para kazandım, hem de bu şahane kremi.
Teşekkürler Bumerang!
Siz de Bumerang ayrıcalıklarından yararlanmak ve kazanmak istiyorsanız;
T1FF0370 Promosyon Kodu ile Bumerang'a buradan üye olabilirsiniz.
Benden söylemesi!
T1FF0370 Promosyon Kodu ile Bumerang'a buradan üye olabilirsiniz.
Benden söylemesi!
Gelelim Vichy Idealia Krem deneyimime
Zoretanin tedavisi görmüş biriyim ve aşırı hassas bir cilde sahibim. Cildim hem kuru hem de yağlı kremlere karşı alerjim var. Bu yüzden yaklaşık 2 yıldır doktorumun ve dermokozmetik uzmanı arkadaşımın önerdiği krem ve ürünler dışında hiçbir ürünü yüzüme sürmüyorum. Cilt tedavisi gördükten sonra aldığım kozmetik ürünlerinde en çok dikkat ettiğim konu ürünün Paraben içerip içermediği. Bu yüzden aylarca krem araştırdığımı ve Danimarka'dan krem getirttiğimizi bilirim. Idealia bu noktada güvenle kullanılabilir çünkü Paraben içermiyor. Vichy Idealia krem hediye gelince arkadaşıma danıştım, deneyebileceğimi söyledi. Yaklaşık bir haftadır temizlediğim cildime sabahları ve gece yatmadan önce uyguluyorum. Ürün ambalajında bahsedildiği gibi cilt tonu farklılıklarını gerçekten dengeliyor. Özellikle fondöten kullanmayı sevmeyen biri olarak Idealia krem tam bana göre. Çünkü sonrasında fondöten sürmeye gerek kalmıyor. Üstelik ciltte yağlı, yapışkan his bırakmıyor hem de kokusu çok güzel. Nemli, esnek ve ışıl ışıl bir cilt için siz de Vichy Idealia'yı bence bi deneyin.
Burda Biri Var!
Bloggerı, sayın okuyucusunu, yorumları ve uzun uzun yazmayı pek bi özleyen Supercellmadan Selamlar Blog
Bu hafta sonuna kadar yetiştirmem gereken raporlar yüzünden hâlâ çok yoğunum. Deli gibi mesai yapmam gerekirken sabahları fizik tedaviye gidip sonra işe geldiğim için nerden baksan üç saat kaybım oluyor, bu da işlerin bir türlü bitmemesine sebep. E akşamları da iş çıkışı Denizin Yıldızı'yla başladığımız sürücü kursuna gidiyoruz. Gerçi sürücü kursunda teorik dersler bu hafta bitiyor, sonrası direksiyon dersleri. Kurs ne ara başladı ne ara bitti onu da anlamadım ya neyse. Kursla ilgili yazacak, anlatacak çok şey var aslında, ama ah bi vakit olsa! Anlıcağın sayın okuyucu gün yirmi dört ben yirmi beş yardırmaya devam. Piç gibi ortada kalan dış ticaret departmanı olarak bir buçuk ay geriden gelirken günü yakaladık. Hepimizin pestili çıktı o ayrı konu.
"Yaae ben Supercellmayım, her yere yetişirim evvelallah" diye kendi kendimi züğürt tesellisi ederken, kendimi iş girdabına öyle bi kaptırmışım ki, bi baktım haftasonu evi bildiğin bok götürüyor. Havalar da iyice soğudu, kışlıkların çıkma zamanı gelmiş geçiyor bile. Haftasonu niyeti bozup temizliğe girişmişken bir de yazlık-kışlık değiştirmece operasyonu yaptım. Titiz olmak başa bela anacım, çıkar yıka, ütüle, katla yerleştir. O içime sinecek temiz kokuyu yakalayana kadar debelenip durdum.
Sağlık konusuna gelirsek, boynum daha iyi, en azından robocop gibi dolaşmıyorum, hareketlerim normale döndü. Fekat birkaç zaman kendimi zorlayacak şeyler yapmayacakmışım, oldu yapmam! Fizik tedaviye daha iki hafta gideceğim. O seanslarda sıcak ortamda kedi gibi mayışıp sonrasında buz gibi havada işe gelmek bildiğin eziyet amk. Ama yapcak bir şey yok, biri sağlık, biri ekmek parası işte.
Pinto'nun kopan kuyruğunun yerine yenisi çıktı. Hem de pek güzel bir renk. Bu arada Pinto kendi kendine kafesinden çıkmayı, kafesine girmeyi öğrendi. Anlıcağın sayın okuyucu, kuyruk acısı her şeyi öğretiyor insana da hayvana da, eheh. Kafesin kapağını hafta içi geç geliyorum ben gelene kadar da her yere sıçıyor diye açmadım uzun zamandır. Pazar akşamı salıverdim. Ben yatak odamda kolilerle, eşyalarla cebelleşirken Pinto da benim sırtımda, omzumda gezindi durdu. Sıçıklı aşkitomla ilk buluşmamızdı, vatana millete hayırlı ola. Bu arada Pinto'nun cinsiyetini biraz rötarlı da olsa tespit ettim: erkek. Adını "Feriha" olarak değiştirmek zorunda kalmadığım için çok teşekkürler Allahım.
Mim yazılarına cevap vermediğim, bloglarına yorum yapmadığım için tatlı-sert sitem eden blogır arkadaşlarım hepinize el insaf yani, kıçımı kaşımaya vaktim yok la ne mimi, ne postu? Günün fotosu etkinliğine de sırf yaşam belirtisi vermek adına katıldım, katılmasa mıydım ki?!
Bu hafta sonu hayatımı karekökünden değiştirecek şeyler olabilir. İpucu falan yok anacım. Bekleyin, görün, siz de amma hazırcı oldunuz hee. Eheheh. Gelişmelerlen 47.hafta içinde tekrar karşınızda olmayı diliyorum.
Bu akşam ilk yardım dersi vardı ama gidemiyorum, neyse ki Deniz not alıyor açığı kapatıyorum bir şekilde.
Enee pizzamız geldi! Hadi önce yiyek sonra mesaiye devam.
Hem ekmek parası hem de boğaz derdine düşen Selo kaçar.
Ahan da kaçtı.
Dıt dıt dıt dııııttttttttttttttt.... ! :)
P.S. Bu post için bi sürü görsel hazırlamıştım da hepsi evdeki pc'mde kalmış. Gece eklerim artıkın. Ühühü :(
Bu hafta sonuna kadar yetiştirmem gereken raporlar yüzünden hâlâ çok yoğunum. Deli gibi mesai yapmam gerekirken sabahları fizik tedaviye gidip sonra işe geldiğim için nerden baksan üç saat kaybım oluyor, bu da işlerin bir türlü bitmemesine sebep. E akşamları da iş çıkışı Denizin Yıldızı'yla başladığımız sürücü kursuna gidiyoruz. Gerçi sürücü kursunda teorik dersler bu hafta bitiyor, sonrası direksiyon dersleri. Kurs ne ara başladı ne ara bitti onu da anlamadım ya neyse. Kursla ilgili yazacak, anlatacak çok şey var aslında, ama ah bi vakit olsa! Anlıcağın sayın okuyucu gün yirmi dört ben yirmi beş yardırmaya devam. Piç gibi ortada kalan dış ticaret departmanı olarak bir buçuk ay geriden gelirken günü yakaladık. Hepimizin pestili çıktı o ayrı konu.
"Yaae ben Supercellmayım, her yere yetişirim evvelallah" diye kendi kendimi züğürt tesellisi ederken, kendimi iş girdabına öyle bi kaptırmışım ki, bi baktım haftasonu evi bildiğin bok götürüyor. Havalar da iyice soğudu, kışlıkların çıkma zamanı gelmiş geçiyor bile. Haftasonu niyeti bozup temizliğe girişmişken bir de yazlık-kışlık değiştirmece operasyonu yaptım. Titiz olmak başa bela anacım, çıkar yıka, ütüle, katla yerleştir. O içime sinecek temiz kokuyu yakalayana kadar debelenip durdum.
Sağlık konusuna gelirsek, boynum daha iyi, en azından robocop gibi dolaşmıyorum, hareketlerim normale döndü. Fekat birkaç zaman kendimi zorlayacak şeyler yapmayacakmışım, oldu yapmam! Fizik tedaviye daha iki hafta gideceğim. O seanslarda sıcak ortamda kedi gibi mayışıp sonrasında buz gibi havada işe gelmek bildiğin eziyet amk. Ama yapcak bir şey yok, biri sağlık, biri ekmek parası işte.
Pinto'nun kopan kuyruğunun yerine yenisi çıktı. Hem de pek güzel bir renk. Bu arada Pinto kendi kendine kafesinden çıkmayı, kafesine girmeyi öğrendi. Anlıcağın sayın okuyucu, kuyruk acısı her şeyi öğretiyor insana da hayvana da, eheh. Kafesin kapağını hafta içi geç geliyorum ben gelene kadar da her yere sıçıyor diye açmadım uzun zamandır. Pazar akşamı salıverdim. Ben yatak odamda kolilerle, eşyalarla cebelleşirken Pinto da benim sırtımda, omzumda gezindi durdu. Sıçıklı aşkitomla ilk buluşmamızdı, vatana millete hayırlı ola. Bu arada Pinto'nun cinsiyetini biraz rötarlı da olsa tespit ettim: erkek. Adını "Feriha" olarak değiştirmek zorunda kalmadığım için çok teşekkürler Allahım.
Mim yazılarına cevap vermediğim, bloglarına yorum yapmadığım için tatlı-sert sitem eden blogır arkadaşlarım hepinize el insaf yani, kıçımı kaşımaya vaktim yok la ne mimi, ne postu? Günün fotosu etkinliğine de sırf yaşam belirtisi vermek adına katıldım, katılmasa mıydım ki?!
Bu hafta sonu hayatımı karekökünden değiştirecek şeyler olabilir. İpucu falan yok anacım. Bekleyin, görün, siz de amma hazırcı oldunuz hee. Eheheh. Gelişmelerlen 47.hafta içinde tekrar karşınızda olmayı diliyorum.
Bu akşam ilk yardım dersi vardı ama gidemiyorum, neyse ki Deniz not alıyor açığı kapatıyorum bir şekilde.
Enee pizzamız geldi! Hadi önce yiyek sonra mesaiye devam.
Hem ekmek parası hem de boğaz derdine düşen Selo kaçar.
Ahan da kaçtı.
Dıt dıt dıt dııııttttttttttttttt.... ! :)
P.S. Bu post için bi sürü görsel hazırlamıştım da hepsi evdeki pc'mde kalmış. Gece eklerim artıkın. Ühühü :(
09 Kasım 2012
07 Kasım 2012
"Zafer, “Zafer benimdir” diyebilenindi. Ben diyemedim.
Senden vazgeçişimin bilmem kaçıncı günü. Ben bu aşktan vazgeçtim senin haberin bile yok. Bil ki döndüğünde bıraktığın yerde seni öylece bekleyen, her şeye rağmen konu sen olunca yelkenlerini suya indiren bir ben bulamayacaksın. Ben çoktan tasımı tarağımı toplamış, göçmüş olacağım bu aşktan. "Hatıralar, yaşanmışlıklar, özlemler, sevgiler" diyorsun ya bunlar senin her şeyi içinde yaşaman ve benim bundan hep şikayet etmemle yitmeye başlamıştı bile. İçimde sana karşı yeşeren bu aşkı kaybetmeyeyim diye öyle uğraştım ki; sırf bu yüzden seni kaybettim.
Birlikte renklendirdiğimiz her şey sararıp solmalarda şimdi. Ve şimdi aşk labirentin her yolunu denemiş, yorulmuş ama peynire ulaşamamış farenin yorgunluğundan, hayal kırıklığından başka bir şey değil benim için.
Yorgunum, hissettirmediğin her duygun, söylemediğin her cümlen ve bana yaşatmadığın diğer yanın yüzünden.
Suçlusun, sevgimi, sevgini ve paylaştıkça büyüyen her güzel şeyi içine hapsettiğin için, becerememek, yapamamak, zaman ayıramamak mazeretinin arkasına sığındığın için. Suçlusun, sana en çok ihtiyaç duyduğum zamanlarda yanımda olmadığın, beni senle baş başa bıraktığın için.
Suçluyum, seni, kendimi ve her şeyi bir kenara atacak kadar çok sevdiğim, haklı olduğumda bile özür dilemeyi, gurur yapmayıp adım atmayı, alttan almayı bildiğim ve bunları yaparak gözündeki değerimi yitire yitire hayatının neresine koyacağını bilemediğin biri olduğum için.
Bir yandan bir adamı hakkıyla sevmenin verdiği aptal bir mutluluk, aklım ve kalbimin aslında hiç bir zaman tam olarak hayatımda olmadığını bildiğim halde başkalarına kaymamış olmasının verdiği tarifsiz iç huzuru, diğer yandan hiçbir zaman "benim" deyip sımsıkı sarılamadığım, ve her seni seviyorum deyişimde benden yavaş yavaş uzaklaşan sen.
Bu terazide hangisi ağır gelmeli sence? Bende senin sevgin ağır basmıyor birkaç zamandır. Ve bu, her şeye ilaç zamanla düzelir, değişir bir şey mi onu da bilmiyorum.
İkimiz için kurduğum tüm hayalleri seninle birlikte gömeceğim. Hiçbir zaman haberinin olmayacağı bu mektup da senin için. Acıtıp giden diğerlerine yazılanlar gibi.
05 Kasım 2012
Hani bazen bağırırsın da sesini duyan olmaz ya...
Şarkısı
işte ben bugünlerde öyleyim blog.
Çok uzun zaman oldu benim çok pis yazasım geldi deyip klavyenin başına geçmeyeli. Sorunların geldi mi hepsi üstüste gelir diyorlar ya valla billa öyle. İş hayatımdaki sıkıntılı dönem beraberinde strese bağlı rahatsızlıklar da getirdi. Ne uykumdan bir şey anlıyorum, ne çalıştığımdan. Böyle hiç bir şeyden keyif alamayan, eğreti yaşayan biri oldum çıktım. Ayaklarım işe geri geri gider oldu artık-ki ben çalıştığım yeri çok severim. Patronumla, iş arkadaşlarımla aramızda iş ilişkisini aşan gönül bağı olduğuna inanırım hep. Sorunlar bir bir yüzünü göstermeye başlayınca ve artık onları çözecek, insanlarla uğraşacak gücüm kalmadığında "lanet olsun ya çalışan adama iş mi yok?" deyip gemileri yakıp gitmek kolay. Beş yıldır türlü zorluklara katlanıp tabiri caizse kıçımı yırtmış, dirsek çürütmüş ve bugünlere gelmişken yok efendim ben kolayı seçip pes edip gidemem.
Farkında olmadan ben gayret çıtamı öylesine yükseltmişim ki artık bıkkınlığımın, yorgunluğumun bile farkına başkaları vardırıyor. Bana kalsa ne fizik tedaviye gidicem, ne ilaç içicem. Öyle üç gün ağrır dördüncü gün geçer modundayım. Mükü sağolsun insan yerine koyuyor sürekli dürtüklüyor da rahatsızlığımı önemseyip tedavi olmamı sağlıyor. Bazı insanlar çok insan blog. Hani böyle çok içten. Bu kız da öyle. Küfür de etse samimi, sarılsa da, kızsa da, gülse de. Karnındaki bebeğe rağmen iş peşinde, kazandığı paranın hakkını verme derdinde. Çok azaldı böyleleri.
Mükü gibi insan gibi insanlar, insan yerine koyanlar varken "sen benle böyle konuşamazsın", "düzgün konuş benle" naraları atan, böyle bir ne oldum delisi olan, böyle bir ego tatmini derdinde, sözde görev adamıyım deyip verilen her göreve de illaki bir kulp takan, cin olmadan adam çarpmaya soyunanlar, benim gözümde beş para etmezler de yok değil. Şu bizim paranoyakmen mesela. Yani bu adam verilen işe, mevzuata, prosedürlere, gerekliliklere yorum yaptığı kadar iş yapsaydı ekip çalışması diye bir şey olurdu, bizim departmanda hayat bu kadar çekilmez olmazdı. Anlıcağın blog bizim müdür gitti ama sorunlar sıkıntılar bitmedi. Muhtarı belli değil bizim mahallenin, yani aslında belli de böyle birilerinin gözüne gözüne sokmak gerekiyor illaki. Yoksa birden fazla muhtar türüyor ve kıyametler de işte böyle kopuyor. Çünkü sorumluluk veren mantık yetki vermiyor. Düzen böyle sanırım ama sokarım böyle düzene. Hani supercellmalık da bir yere kadar. Taş değilim ben de, bildiğin etten kemikten insanım yani.
Bazen ne yaparsan yap olmuyor blog. Didiniyorsun, mücadele ediyorsun, susup yutuyor, sabrediyorsun, gayret ediyorsun ama birileri fısır fısır sinsi sinsi alttan alttan laf sokup sinirlerini bozuyor, sen ağzını açsan suç, açıklama yapsan kabahat, haşa haddini aşıp sesini yükseltirsen de "sen benle böyle konuşamazsın" oluyor. Hayır kimsin ki sen? Ya nedir bu insanlardaki title merakı blog? Hani hepimiz eşittik? Hani hepimiz aynı amaç için çabalıyorduk? Hani birilerinin görevi çalışan herkesin mutluluğuydu? Nerde kaldı ekip? Nerde kaldı iş bölümü? Nerde kaldı huzur? Kimseye güvenmiyorum artık.
Ben çok yoruldum blog. Dua et diyorlar da dua ederken hayırlı bir iş mi, mutluluk mu, kısmet mi, sağlık mı, huzur mu, para mı ne dileyeceğimi bilemez oldum artık. Zaten uzun zamandır ne dilesem de olmuyor. Yaradan beni sevmiyor artık sanırım. Sevmese de hakkı sadece başım sıkışınca dua eder olmuşum. Hayatımın hayalini gerçekleştirip şu kıç kadar dairede huzur denilen kavramı bokunu çıkara çıkara tadıyorken gerekirse tası tarağı toplayıp baba evine geri dönmeye, önüme koyulan bir lokma ekmeğe, bir tas çorbaya razı gelmeye bile varım. Ama bu iş stresinin beni daha beter etmesine izin vermeyeceğim. Yoksa bugün boyun ağrısı yarın bilmem ne sancısı bu böyle gider kimsenin de umuru olmaz. Yarın gidip genel müdürle konuşacağım. Yarın büyük gün. Altıncı yılıma birkaç hafta önce girdiğim maceram da ya yetkim de olacak sorumluluklarımın yanında, ya da ben olmayacağım. Belirsizlikler, her bi boktan en son haberdar olmalar bana göre değil. Kıyamet kopsa birilerinden duyacağız. Bu ne lan? Şaka maka belki ben yarın işsiz bir Supercellma olabilirim.
Hepinizi çok özledim. Ne gelip iki satır okuyabiliyorum, ne bir şeyler yazabiliyorum.
Arada bir ses verin de burada benimle olduğunuzu anlayayım bari e mi?
İyi ki varsınız lan. Siz olmasanız, içimi dökecek kimsem olmasaydı ne bok yerdim ben.
Vakit Laroxyl içip uyuma, boyut değiştirme, yani siktir olup gitme vaktidir.
Gidiyorum.
Gittim.
Söz sizde.
işte ben bugünlerde öyleyim blog.
Çok uzun zaman oldu benim çok pis yazasım geldi deyip klavyenin başına geçmeyeli. Sorunların geldi mi hepsi üstüste gelir diyorlar ya valla billa öyle. İş hayatımdaki sıkıntılı dönem beraberinde strese bağlı rahatsızlıklar da getirdi. Ne uykumdan bir şey anlıyorum, ne çalıştığımdan. Böyle hiç bir şeyden keyif alamayan, eğreti yaşayan biri oldum çıktım. Ayaklarım işe geri geri gider oldu artık-ki ben çalıştığım yeri çok severim. Patronumla, iş arkadaşlarımla aramızda iş ilişkisini aşan gönül bağı olduğuna inanırım hep. Sorunlar bir bir yüzünü göstermeye başlayınca ve artık onları çözecek, insanlarla uğraşacak gücüm kalmadığında "lanet olsun ya çalışan adama iş mi yok?" deyip gemileri yakıp gitmek kolay. Beş yıldır türlü zorluklara katlanıp tabiri caizse kıçımı yırtmış, dirsek çürütmüş ve bugünlere gelmişken yok efendim ben kolayı seçip pes edip gidemem.
Farkında olmadan ben gayret çıtamı öylesine yükseltmişim ki artık bıkkınlığımın, yorgunluğumun bile farkına başkaları vardırıyor. Bana kalsa ne fizik tedaviye gidicem, ne ilaç içicem. Öyle üç gün ağrır dördüncü gün geçer modundayım. Mükü sağolsun insan yerine koyuyor sürekli dürtüklüyor da rahatsızlığımı önemseyip tedavi olmamı sağlıyor. Bazı insanlar çok insan blog. Hani böyle çok içten. Bu kız da öyle. Küfür de etse samimi, sarılsa da, kızsa da, gülse de. Karnındaki bebeğe rağmen iş peşinde, kazandığı paranın hakkını verme derdinde. Çok azaldı böyleleri.
Mükü gibi insan gibi insanlar, insan yerine koyanlar varken "sen benle böyle konuşamazsın", "düzgün konuş benle" naraları atan, böyle bir ne oldum delisi olan, böyle bir ego tatmini derdinde, sözde görev adamıyım deyip verilen her göreve de illaki bir kulp takan, cin olmadan adam çarpmaya soyunanlar, benim gözümde beş para etmezler de yok değil. Şu bizim paranoyakmen mesela. Yani bu adam verilen işe, mevzuata, prosedürlere, gerekliliklere yorum yaptığı kadar iş yapsaydı ekip çalışması diye bir şey olurdu, bizim departmanda hayat bu kadar çekilmez olmazdı. Anlıcağın blog bizim müdür gitti ama sorunlar sıkıntılar bitmedi. Muhtarı belli değil bizim mahallenin, yani aslında belli de böyle birilerinin gözüne gözüne sokmak gerekiyor illaki. Yoksa birden fazla muhtar türüyor ve kıyametler de işte böyle kopuyor. Çünkü sorumluluk veren mantık yetki vermiyor. Düzen böyle sanırım ama sokarım böyle düzene. Hani supercellmalık da bir yere kadar. Taş değilim ben de, bildiğin etten kemikten insanım yani.
Bazen ne yaparsan yap olmuyor blog. Didiniyorsun, mücadele ediyorsun, susup yutuyor, sabrediyorsun, gayret ediyorsun ama birileri fısır fısır sinsi sinsi alttan alttan laf sokup sinirlerini bozuyor, sen ağzını açsan suç, açıklama yapsan kabahat, haşa haddini aşıp sesini yükseltirsen de "sen benle böyle konuşamazsın" oluyor. Hayır kimsin ki sen? Ya nedir bu insanlardaki title merakı blog? Hani hepimiz eşittik? Hani hepimiz aynı amaç için çabalıyorduk? Hani birilerinin görevi çalışan herkesin mutluluğuydu? Nerde kaldı ekip? Nerde kaldı iş bölümü? Nerde kaldı huzur? Kimseye güvenmiyorum artık.
Ben çok yoruldum blog. Dua et diyorlar da dua ederken hayırlı bir iş mi, mutluluk mu, kısmet mi, sağlık mı, huzur mu, para mı ne dileyeceğimi bilemez oldum artık. Zaten uzun zamandır ne dilesem de olmuyor. Yaradan beni sevmiyor artık sanırım. Sevmese de hakkı sadece başım sıkışınca dua eder olmuşum. Hayatımın hayalini gerçekleştirip şu kıç kadar dairede huzur denilen kavramı bokunu çıkara çıkara tadıyorken gerekirse tası tarağı toplayıp baba evine geri dönmeye, önüme koyulan bir lokma ekmeğe, bir tas çorbaya razı gelmeye bile varım. Ama bu iş stresinin beni daha beter etmesine izin vermeyeceğim. Yoksa bugün boyun ağrısı yarın bilmem ne sancısı bu böyle gider kimsenin de umuru olmaz. Yarın gidip genel müdürle konuşacağım. Yarın büyük gün. Altıncı yılıma birkaç hafta önce girdiğim maceram da ya yetkim de olacak sorumluluklarımın yanında, ya da ben olmayacağım. Belirsizlikler, her bi boktan en son haberdar olmalar bana göre değil. Kıyamet kopsa birilerinden duyacağız. Bu ne lan? Şaka maka belki ben yarın işsiz bir Supercellma olabilirim.
Hepinizi çok özledim. Ne gelip iki satır okuyabiliyorum, ne bir şeyler yazabiliyorum.
Arada bir ses verin de burada benimle olduğunuzu anlayayım bari e mi?
İyi ki varsınız lan. Siz olmasanız, içimi dökecek kimsem olmasaydı ne bok yerdim ben.
Vakit Laroxyl içip uyuma, boyut değiştirme, yani siktir olup gitme vaktidir.
Gidiyorum.
Gittim.
Söz sizde.
Kaydol:
Kayıtlar
(
Atom
)
Hoopp birader baksana bi'!
Bu blogdaki tüm yazılar ve bazı görseller (alıntı olanların URLsi belirtilerek) supercellma tarafından eklenmiştir ve 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu 81. maddesi gereğince kopyalamak, ticari amaçla kullanmak, yazar ismi belirtilmeden alıntı yapmak ve link vermeden kullanmak dahi suçtur. Aksini iddia eden varsa yolarım. Her türlü pisliği de yaparım. Hee akıllı olun canımı yiyin. Emek hırsızlığına karşı destek ve Emeğe Saygı lan. Dirsek çürütüyoruz burda...!!